İzleyiciler

30 Aralık 2013 Pazartesi

Ben deli miyim?

















Bana delisin dediler; Ben hem deliyim, Hem de veliyim dedim...
Bu bir çelişki dediler; Deli olmasam da, Delinin vekiliyim dedim.

Profösör


Fotoğraf: Hurşit Akyıl

25 Aralık 2013 Çarşamba

Beddua etmemeliyiz



Yukarıdan keskin, kıl gibi bir kılıç çekildi üzerime. Alnımda bir kader çizgisi belirdi. Ne kadar zorluk, güçlük varsa çıktı önüme.  Para pul, Mal mülk, şan ve şöhret bir yana. Sefiller sefili oynamaktansa.  Gönüllerde  taht kurmak varken, kimseye etmeyelim duadan başka beddua...  (Profösör)
Not: Fotoğraf gazeteci ve fotoğraf sanatçısı Hurşit Akyıl tarafından çekilmiştir.

14 Aralık 2013 Cumartesi

Hatıralar canlansın

Yarım kadrajlanmış bir resim; Göz ucuyla bir bakış, siyah beyaz, yarım bir bakış. Dünün hasılatı hatıralar;  bugünden yarına yeni umutlar. Geçmişiyle hüzünlenen; geleceğiyle ümitlenen demektir. Bir fotoğrafla hatıralar yeniden canlanır demektir.  (Profösör)

Fotoğraf çekimi: Hurşit Akyıl

8 Aralık 2013 Pazar

Bir Zamanlar...


Bir zamanlar, ya da bizim zamanımızda diye başlayan cümleler kurulduğunda geçmişe özlem dile getirilirdi. Bizim zamanımızda şunlar, şunlar yoktu ama; sevgi, saygı, hoşgörü, yardımlaşma ve dayanışma vardı. Ekmeğin ve suyun olmadığı zamanlarda gerçek arkadaşlık, gerçek kardeşlik ve dostluk vardı. Şimdi herşey var; yok yok. Nerede saygı, nerede sevgi, nerede hoşgörü. Yardımlaşma ve dayanışma varsa eğer; bereket var, mutluluk var huzur vardır.  (Profösör)


Fotoğraf: Hurşit Akyıl 

1 Aralık 2013 Pazar

Köyümden, Çakmaklık deresinden..

Güneş batsa da ufukta, 
Ay doğar bahtımıza. 
Bugün nedense hüzün var; 
Çıkarız gönül tahtımıza.


Profösör



Fotoğraf: Hurşit Akyıl

28 Kasım 2013 Perşembe

Hüzünlü bir bakış



Hüzün kızıllıksa eğer; işte bak ufuk kızıla boyanmış...
Ömür nefes alış verişse eğer; güneş  güne doyamamış.


Fotoğraf: Hurşit Akyıl

17 Kasım 2013 Pazar


Kendinizle başbaşa kaldınız mı hiç... Efkarlanıp, geçmişe hüzünlendiniz mi hiç... Düşüncelerinizle  duygularınızın birbiriyle örtüştüğünü, bir bütün olarak geçmişle geleceğin orta yerinde buluştuğunuzu gördünüz mü hiç. Bir ay ışığında anlaşılmayı beklediğiniz oldu mu hiç... (Profösör)


Fotoğraf: Hurşit Akyıl / Grafik: Profösör

15 Kasım 2013 Cuma

Bir şiirdi zaman


Bir şiirdi her an zaman
çocukluğumuzdan kalan
Bak ömür nasıl  geçiyor
Patikalardan, yollardan.

Bir kütük yanardı ocakta
Isınırdık hemen oracıkta.
Gölgelerimizle oynaşırdık
Masal kitablarında yaşardık.

İşte ben, işte tepeler, dağlar
İşte ben, işte yollar, bulutlar.
İçimde bir büyük fırtına var
Yollar, bulutlar, dağlar kadar.

Profösör



*Fotoğraf: Hurşit Akyıl

13 Kasım 2013 Çarşamba

Bir fotoğraf


Köydeki  evimizin bahçeye bakan penceresi önünde çekilmiş bir fotoğrafım. Sanatı ve sanatla meşgül olanı severim. Şiirden romana, hikayeden denemelere kadar edebiyat yapıtlarının yanısıra, fotoğraf, resim, karikatür, tiyatro ve sinemaya kadar güzel sanatlarla ilgili yapıtları takip etmekteyim. Hat ve kaligrafiyi de ihmal etmiyorum. Sait Faik Abasıyanık hayatta olsaydı eğer, bu fotoğrafıma bakarak gülümserdi doğrusu.

Profösör


Fotoğraf: Hurşit Akyıl

Hayatımın parantezi


Benimkisi biraz kendimden, biraz kentli kimliğimden uzaklaşmaktı. Çocukluğumun geçtiği coğrafyada nefes almaktı... Unutamadığım çocukluk hatıralarımın depreşmesiydi belki de bu. Belki masumiyetimi doğada arayışımdı. Belki de bu bir maceraydı ruhumu okşayan,  gençlik yıllarımdan kalan. Yürünecek yol var; dağlar, ovalar, yaylalar. Güneş var ısıtacak beni; bulutların arkasında saklanan ve benimle körebe oynayan... Beni gölgeleyen var, yukarıda başımın üstünde yeri olan bulutlar. Bir yılı dörde böldüm; üçer ay, üçer ay... Üç aylık zaman diliminden birini kendim için ayırdım... Kendimi çok özel bir parentez içinde buldum. Bu geçirdiğim üç aylık zaman diliminde sanki ben,  bir masal kitabının sayfalarında yeniden hayat buldum. 

Profösör

Fotoğraf: Gazeteci yazar, fotoğraf sanatçısı Hurşit Akyıl

11 Kasım 2013 Pazartesi

İşte ben yine burdadayım !..


İşte ben yine buyum; buradayım, sizlerleyim, dostlarımlayım... Kayıplara karışmıştım; bulundum da geldim... Kendimi kendim kaybettim; yine kaybolan kendimi kendim buldum. Dağ demedim, taş demedim,  tabiatın doğallığında bütün olumsuz duygu, düşünce ve davranışları tarihin çöplüğüne fırlattım da geldim. Bir dilek tuttum; bütün dostlarım için adına huzur dedim. Mutluluk dedim. Umut dedim. Yaşam dedim.

Profösör



Fotoğraf: Fotoğraf sanatçısı,
gazeteci ve yazar Hurşit Akyıl 


22 Temmuz 2013 Pazartesi

Özlem






















Bir yaşam umudu belirdi ufuktan. 
Sabah vaktidir şu an; 
Kıpkırmızıdır, kırmızı kızıl tan. 
Güneş ha doğdu ha doğacak; 
Sabah vaktinde  kuşlar cıvıldaşacak. 
Akşam yapraklarını yuman çiçekler, 
Sabah yeniden açılacak. 
Bir arı uçtu burnumun ucundan;
"Wızzzzzzzzzzzzzzzzzzzz!..." 
Çiçeklerden bal alacak durmadan. 
Dağ arasında yemyeşil tepeler; 
Çoban kaval çalar, koyun kuzu meler.
"Meeeeee!... Meeeeeeeeeeeeeeeee!.." 
Bir kuzu sürüden ayrılmış, 
Anne koyun huzursuz, acı acı meler. 
Burası diyarı Dicle değildir; 
Yetiş Adl-i İlahi; nerede Ömer'ler.

Profösör

12 Temmuz 2013 Cuma


Akşam iş dönüşünde, camiler, minareler, kuleler, kubbelerle yüklü tarihi yarımadadan ayrılışın hüznü perde perde çöker akşam karanlığında. Fakat Eminönü-Kadıköy vapuru seni beklemektedir teselli etmeye; vapurdasın, güvertedesin, esen iyot kokulu bir oğaz rüzgarı saçlarınla oynaşmaktadır. Mehtap koskocaman bir büyü gibi gökyüzünde parlamaktadır. Bir tarafta tarihi kadim bir hüzün, bir tarafta da denizle beslenen bir şiirin koynundasın. Sevgi nedir, şefkat nedir, merhamet nedir dersen eğer; seni seven ve seni anlayandır. İletişim  bir vapur güvertesinde, çayla simitle uçuşan martılarla buluşmaktır. Tebessüm ise maziye birlikte bakıp, geleceğe birlikte göz kırpışmaktır.

Profösör

7 Temmuz 2013 Pazar

Bir Çay Getir, Yandan Çarklı Olsun


Çaycı bir çay getir; limon olmasın denir mi? Elbette denmez. Denmesi için; çaycının  çay söyleyenin hergün limonlu çay içtiğini bilmesi gerekir. İşte o zaman istisnai bir durum olarak sürekli  limonlu çay içemeyi adet haline getiren kişinin o gün canı limonsuz çay içmek istemiştir. Aslında "Çaycı bir çay getir; limon olmasın"  cümlesini limon israfı olmasın saikiyle kurmuştur. Çayımızın üç şekerli olmasını isteyebiliriz. Çünkü adet olarak genelde çay iki şekerle sunulur. İsterseniz şekerin birini kullanmayabilir geriye iade edebilirsiniz. Üç şeker uyarısı yapmak, ben çayı çok şekerli içiyorum anlamındadır ki, çaycının tekrar şeker almaya gidip gelmesini ve canını sıkmasını istememesidir. Bazı insanlar  üç şekerle de yetinmemektedir. Beş şekerli, altı şekerli çay içtiklerini de duymuştum. O içilen artık çay değil, belki şerbet; şerbet de değil, akıcılığı gitmiş  ağda gibi, belki de baklava suyudur. 

Profösör

4 Temmuz 2013 Perşembe

Bir Kitabın Adı


Bazen bir fincan çay, ya da kahve, belki bir ekspesso bütün yorgunluğu alabilir. 

Belki yanında tebessüm ettirecek bir kitabın beyaz satırları arasında kurutulmuş bir pembe gül dikkatini çekebilir. 

Belki de güzel bir cümlenin mutluluk getiren öznesinde huzur bulabiliriz. 

Yeter ki; kitabın adı konmamış olsa da "Tebessüm" olsun. 

Öle bir kitap ki; okunsun okunsun, üflensin, yaralara merhem olsun.


Profösör


2 Temmuz 2013 Salı

Yağmur Gibi; Duygu Seline Kapılmak...


Gözbebeklerini kör edecek derecede, kılıçtan bile keskin bir ışık zifri karanlık odayı aydınlatıyordu. Ömrü hayatında böyle bir şimşek silsilesini görmemişti. Arkasından  öyle bir gök gürüldedi ki. Adeta gök kubbe çatırdayarak ikiye ayrılıyordu. Genç kız aslında ne şimşekten, ne de gök gürültüsünden korkardı. Onun tek korkusu sadece yalnızlıktı. Fakat bu sefer başka bir tabiyat kanunu işliyorsu sanki; gökten baraj boşanır gibi yağmur yağıyordu. Bu öyle bir yağmur ki; pencereden sokağa baktığında sokakta seller akıyordu. Şimşek habire çakıyor; habire gök çatırdıyor, habire yağmur yağıyor, bir nefeslik bile ara vermiyordu. İçinden eyvah dedi. Sanki  beklenen kıyamet buydu. Kıyamet böyle kopacaktı. Birden içi ürperdi. Bu yaz gününde vücudu üşüdü sanki. Belki de  genç kız yalnızlığını daha derinden yaşıyordu. Korku içini bürüdü. Ağlamaya başladı. Yalnızdı, yapayalnızdı. Bu sefer haykıra haykıra ağlamaya başladı. Oysa nice arkadaşları vardı. Hepsi de yüzeysel ilişkilerdi. Çıkar ilişkisi vardı. Sadece bir arkadaşıyal duygusal bir bağ kurmuştu. Bu genç kız karıncaları bile düşünürdü. Karınca yuvalarına su bastığını, bütün karıncaların telef olabileceğini düşündü. Bir o kadar sokakta yaşayanlar, evi barkı olmayanlar. Ya da mahsülünü tarlada yitiren kavruk anadolu insanlanlarını düşündü. Bu kadar duyarlı olmalı mıydı!.. Her şey takdiri ilahidir diye düşündü. Sadece içinde sindiremediği şey, çok sevdiği, çok güvendiği arkadaşım ve dostum dediği kişinin onu terketmesiydi. Arkadaşım ve dostum dediği kişi, bir duygu seline kapılıp yok olup gitmişti. Belkide onu kontrolsüz bir sel ve bir anafor denizin dibine çekmişti. 

Profösör

25 Haziran 2013 Salı

Aynı Lisanla Anlaşabilmek


Kelimeler yanlış kullanılır, kavramlar birbirinin yerine geçerse, iletişim kördüğüm olmuş demektir. Bir kelimede sehven bir harf eksikliği ya da yanlış kullanımı bile, insanın başına ne işler açılacağını söylememize gerek yoktur. Zaman zaman "Ben bunu demek istememiştim... Siz beni yanlış anladınız" ya da "Yanlış anlaşıldım" diyerek anlatmak istediğimizi başka cümlelerle tasih etme yoluna gideriz. Bir harf cümlenin manasını bütünüyle değiştirebilir. Cebirdeki  parentezin dışındaki  bir eksi işareti, parantezin içihdeki bütün artı ve eksi değerleri tam tersyüz değiştirebildiği gibi, aynı şekilde bir harf de olumlu bir cümleyi olumsuzluk haline çevirebilir.

Oysa insanlar birbirleriyle bakışlarıyla, duruşlarıyle, susmalarıyle  bile anlaşabilir; yeter ki karşıdaki insanın anlaşmaya gönlü olsun. Bir bakış herşeyi anlatabilir. Bir parmak sallayış, bir el kol hareketi herşeyi izah edebilir. Anlamak ve anlaşılmak sadece doğru cümle kurmakla da olmaz. Kullanılan dilin bütün grameriyle birlikte edebiyat yapmakla da  anlaşıldığını zannetmek insanı yanıltabilir. Önemli olan bizim anlattığımızın ötesinde de  karşımızdaki kişinin bizim anlattıklarımızdan neyi ve nasıl anladığıdır. Daha doğrusu  bizim nasıl anlaşıldığımızdır. 

Harfler, kelimeler, kavramlar birbiri için vardır.  Bir şeyi yazmak, bir şeyi konuşmak ve bir şeşi karşımızdakine anlatmaktan maksat; açık ya da gizli  olarak karşımızdakinden bir şeyin talebidir. Bu talep, yazma ve konuşma  biçiminde olsa da, bazen bir bakışla, bir duruşla ve bir tavıralışla etkin bir anlatım biçimine dönüşmektedir. Harflerle, kelimelerle, kavramlarlarla ve cümlelerle izah edemediğimiz bir isteğimlizi, susarak ve boyun bükerek de yerine getirebiliriz. Karşımızdaki kişi bizi anlamaktan yoksunsa, karşımıza mutlaka bu lisanı anlayan  vicdan sahibi bir kimse çıkacaktır.

Biz birbirimizi gönül lisanıyle anlarız. Kurduğumuz cümleler istediğimiz şeyleri gramer olarak yansıtmasa da "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" demektir. Dünyanın bütün dillerini  bir tarafa bırakalım, istersek birbirimizle  kuş dili kullanalım. Her ne dili kullanırsak kullanalım ancak gönül dili kullanalım. Bizi hiç bir kimse anlamıyorsa eğer, bizi anlayan mutlaka "Bir"i var. Çünkü gönül dili kalpten duayla başlar. Kalpten söylenen bir söz, kalpten yazılan bir mektup, hiç konuşmadan, susup  boyun büküş ve  duada duruş, bir gönül lisanıdır. Ancak aynı lisanı konuşanlar birbirini anlayanlar ve birbiri tarafından anlaşılanlardır.

Profösör 




20 Haziran 2013 Perşembe

Duran Adam



Haklılığınızı başkasının hakkını ihlal ederek meşruluk kazandıramassınız. Haklı iken haksız duruma düşmek her tür şiddete göz yummak demektir. Masum bir eylem, içinde virüs taşıyorsa, o eylem yasal ve meşru olsa da teröre sebebiyet veriyorsa, bu sizin ahlaki sorumluluğunuzu ortadan kaldırmayacaktır. Avrupanın hiçbir yerinde olmayan,  kendini ifade etme kanalları vardır ülkemizde. Ne yazık ki; duran adam da küllenen ateşi yeniden yakma kıvılcımıdır. Duran adam eylemini ilk olarak gerçekleştiren, performans sanatçısı; "Sivil iteatsizlik diyebileceğimiz bu eylemi anarşi olarak yorumlayabilirsiniz ama iktidarı hükümet etmektenn düşürmez" demesi manidardır. 

Böyle bir eylem insanlara sempatik de gelebilir. Belki de kimsenin hakkını ihlal etmemesi, mazur görülebilir. Fakat bu eylemin uzantısı şiddete kadar uzanabilecek, hatta sermaye sahibi ajansların kampanyasına destek verecek bir kuluçka halini de düşünebiliriz. Muhafazakar yapının iktidarı boyunca bir dizi halinde takvime yayılan malum hadiseler bize ışık tutmaktadır ki; oyun devam etmektedir. Oyun devam ettikçe, olaylar devam edecektir. Bu oyunun aktörleri içinde ne yazık ki; anamuhalefet de vardır. Onsekiz martta Anamuhalefet partisi liderinin "Bu hükümete saldıracağız, bu hükümeti yıkacağız" diyebilmiştir. Bu olaylarla birlikte "Gençleri destekliyorum... Gençlerin alnından öpüyorum" diyerek, ayrım yapayı bile gerek görmeden, mal bulmuş mağribi gibi bu menfur olaylar içine kendini dahil etmesi,  siyasi tarihimiz için yüzkarasıdır.

Bir zamanların Gandi'si ne yazık ki; bir hint fakiri kadar onurlu ve seviyeli davranamamıştır. İkdidarı hayal bile edemeyen, fakat  siyasal safahatını sürdürmek isteyen siyasiler nasıl olur da milletin huzuru kaçar, bu vesileyle belki de iktidar dış mihrakların manüvelasıyle düşürülür... Azınlık çoğunluğa hükmeder hezeyanını yaşamaktadırlar. Devletimiz demokratik, sosyal bir hukuk devletir. İkdidar bu uğurda canhıraş çalışmaktadır. Aksini düşünenler beş duyusunu yitirenlerdir. Biraz da dar anlayıştan kurtulup, herşeye gönül gözüyle bakabilmeliyiz. Gönül gözüyle bakanlar sağduyuyu topluma hakim kılmak isteyenlerdir.

Profösör

19 Haziran 2013 Çarşamba

Emin Ellerdeyiz


Dünyayı büyük devletlerin yönettiğini söyleriz; fakat asıl bunların arkasında sömürgeci büyük ailelerin birlikteliğini de görebilmeliyiz. Bütün lobiler, büyük ailelerin öngördüğü sömürgeci politikaların gerçekleşmesi için gereken her tür müdahaleyi yapabilmektedirler. Dünyada doğal afetlerin dışında, insanlığı tehdit eden her olay, bir anlamda daha önceden planlanmış, programa alınmış bir realitedir. Kimse kafasına göre siyasi bir hareket içinde bulunamaz. Hiç kimse büyük ailelerin iradesi dışında politikalar geliştirerek ülkesini yönetemez. Sadece kendisine tanınan siyasi özgürlükler içinde ağzını açabilir. Ne zaman ki; ülkelerde milli menfaatleri koruyan, sömürgecilere kafa tutan bir bir siyasi oluşum olur, etrafına özgürlük ve tam bağımsızlık aşılamaya başlar, peşinden milyonları sürükler, o zaman malum çevreler harekete geçer. Her türlü müdehaleyi, her mecrada gösterirler. Halkı ayaklandırmak için her türlü pravokasyonu da devreye sokarlar.

Bugün Türkiye'mizde olan bitenler, bu çerçeveden düşünülmelidir. Batının üzerimizdeki oyunlar yeni değildir. Aslen Haçlı seferlerinin de tarihteki bıraktığı iz aynıdır. Kurtuluş savaşı da aynı sömürgecilere karşı yapılmış ölüm kalım savaşıdır. Bugün milli iradeye karşı çıkıp, darbeye ve devrime evrilmesi düşünülen bu hareket, Türkiye'nin gelişmesine ve  bir dünya devleti olmasına yönelik bir karşıçıkıştır. Masum protestoların arkasından yapılan ateş, yakıp, yıkılan milli değerler, devlete karşı yapılsa da, halkın birliğine ekilmiş ihanet tohumlarıdır. Kim ki; demokrasiye karşı çıkıyor, kanunsuz eylem yapıyor, sandığı tersliyor, olmayacak isteklerini dayatarak milleti galayana getiriyor, hepsi birer provakatördür. Ne yazık ki; düğmeye basanlar  dış mihraklardır. İçteki işbirlikçiler, yataklık yapanlar, bir bir ortaya çıkmaktadır. Bu esen alev gitgide  yakıcılığını yitirecektir. Çünkü millet, bu oyunu geç de olsa kavrayabilmiştir. 

Şimdi de, aba altından sopa göstererek yakıp yıkarak antipatik olmak yerine, duran adam sessiz protestolarıyla sempati oluşturmaya çalışıyorlar. Bu oyun daha başka eylem türleriyle de, devam etse de, emellerine ulaşamayacak, kursaklarında kalacaktır. Hastalar, bebekler, yaşlılar ve  işe gidecek olanlar tencere tava gürültüsünden son derece rahatsızdırlar. Elbette sabrını gösteren, milletin kahir çoğunluğu bu tür eylemleri sindirememiştir. Sindiremez de. Her ne yaparlarsa yapsınlar, bu hareket iktidara değil, muhafazakar kesime yönelik bir mahalle baskısıdır. Dış mihrakların da amacı budur. Faiz lobisi, içki lobisi, sigara lobisi, ilaç lobisi, silah lobisi daha nicelerini saymak mümkündür. Türkiye temizlenmektedir. En itibarlı sayılan ordunun içindeki ihanet çeteleri  de yargı önüne çıkartabilmişse, hukuk çerçevesinde çapulculara da gereken kanuni dersi de verilecektir. Asıl üzen şey, genç çocuklarımızın geçmişten ders alamamalarıdır. Türkiye Çanakkale ruhuyla dünya karşısında dimdik duran bağımsız bir devlettir. Devletimiz ve ülkemiz emin ellerdedir. Demokratik kurallar işleyecektir. Ülkemizde her anlamda ve her alanda   adalet tesis edilecek, kalkınma  hızı  artacaktır. Hiç bir güç Türkiye'nin gelişmesinin önüne geçemiyecektir.

Profösör

18 Haziran 2013 Salı

Yüreğimizle Yaşayalım


Doğal olarak insan olmamız ve hepimizin aynı zamanda insanlık ailesinin birer üyesi olduğumuzu unutmamalıyız. Bütün dünya insanlığı aslına rücu ederse, Adem ile Havva'dır.  Adem ile Havva da bütün insanlıktır. Bu çerçeveden bakacak olursak, dünyanın neresinde, ne şekilde yaşarsakyaşayalım, insani ve vicdani olarak birbirimizden sorumluyuz. Kur'an da  "Ey insanlar!.." diye hitab eder ve evrensel mesajını verir bizlere. Bize sorumluluklar yükler. İnsan olarak yücelmemizi ve bizi cennetiyle onurlandırmasını ister. Bize nimetler verir. Hidayetiyle bizi aydınlatır. Cehaletten bizi ilme, irfana ve kardeşliğe çağırır. Bu iletişim dili aynı zamanda bir gönül dilidir.

Biz birbirimizi nasıl anlarız. Aynı kadere sahip vatandaş ve yurttaşlık bilincinde bizi birbirimize yaklaştıracak ve kaynaştıracak değer inançtır. Kaynaşmadır. Sevgi, şefkat, merhamettir. Her birimiz birbirimizden farklı düşüncelere sahip olsak da gönül olarak biriz. Bir ve birlik olmalıyız. Birimiz diğerini küçük görmemeli, birbirimizi yermemeliyiz. Yanlış hesap Bağdat'tan dönecektir. Su akacak yerini bulacaktır. Akla, mantığa, edep ve adaba aykırı her tür davranış değer bulamaz. Bize düşen, bizi yücelten değerlerimizle maddeten ve manen birbirimizin yanında olmamızdır. 

Eğer bir yürek taşıyorsak, işte en büyük değer, kırılmaması gereken kalbimizdir. Nefes alıp verdiğimiz, her nefeste yüreğimizle dirildiğimiz kalbimizdir, Her ne olursa olsun, sadece insanı değil,  çiçeği, böceği ezemeyiz. Hele insanı, hele komşuyu, izinsiz çıkarttığımız gürültülerle üzemeyiz... Kullandığımız ve bize hizmet veren bir eşyanın bile bizim üzerimizde hakları vardır. Eğer temiz bir yürek taşıyorsak biraz insaf etmeliyiz. O halde yüreğimizle yaşayalım, hayatımızı da mantığımızla doğrulayalım.

Profösör

16 Haziran 2013 Pazar

Taksim Geziparkı; Oyun İçinde Oyun!..


Taksim Geziparkı çevre hassasiyeti olanların Taksim'deki gösterisi; bir anlamda dış ve iç güçlerin provakasyonuna neden oldu. Bir algı da çevrecilerin sadece üçbeş ağacın yerinden sökülmesini bahane ederek adını direnişle lanse ettikleri ve bütün dünyanın dikkatini çekmek için vandalist hareketlerle, herşey yakıp, yıkılıp, talan edildi. Ne yazık ki hükümetin de masum  çevreciler dediği gürüh aslında masumiyet postuna bürünmüş, pravakötörlerin gönüllü birer piyonu ve yemiydiler. Taksim başlı başına, Harbiye'ye, oradan Dolmabahçe'ye kadar uzanan, aynı zamanda da  büyük bir vadiyi kapsayan çağdaş bir çevrecilik projesiydi. Taksim meydanı, Taksim Topçu Kışlası ve etraındaki  herşey yeniden dizayn edilmiş ve yirmibirinci yüzyılın kentli insanının istifade edebileceği bir projeyi bütünüyle görmek istemediler. Bahane üçbeş ağacın sökülmesiydi. Oysa uluslararası büyük bir oyun oynanıyordu.

Türkiye emperyal güçleri Çanakkale'de dersini vermişti. Cumhuriyet'le birlikte cephede kazanılan varolma savaşı, masada kaybedildi. Millete rağmen devrimlerle birlikte kültür emperyalizmi, yemeden içmeye, giyimden kuşama olumsuz etkisini gösterdi, özden süratle uzaklaşıldı ve  herşeyde bir değişim ve çöküntü  yaşandı. Osmanlı küçümsendi. Harf inkılabıyla bir millet bir günde cahil sıfatına sokuldu. Ne yazık ki; milletin özüyle ve tarihiyle göbek bağı kopartıldı. Allah demek bile yasaklandı. Allah'ın yerine tanrı getirildi. Ezanlar minarelerden "Tanrı uludur" diye okutuluyordu. İmtiyazlı sömüren, ezen, askeri ve bürokratik bir vesayet rejimi oluşturuldu. Bu oligarşik yapının mimarları Beyaz Türkle'rdi. Beyaz Türkler kemalizim ve laiklik zırhına bürünerek, milletin mutlu azınlığını temsil ettiler. Fakat birir zaman sonra, yeni bir nesil, altın bir nesil, Türkiye'nin yönetiminde biz de varız dediler.  Milli Görüş hareketi dünya tarihinde yerini alırken, askeri ve sivil vesayet parti kapatmalarla siyasi iradeyi frenledi. Ama Türkiye'nin yeni dinamosu askeri ve patronların vesayetini değil; milletin söz sahibi olmasını istiyordu. Milletin bu hak mücadelesi günümüze kadar kesintisiz olarak uzandı. 

Demokraside sandıktan yüzakıyla çıkmayı beceremeyen malum çevreler, umdukları  mahvillerden cevap alamadılar. iktidarın zihniyet değişimi konusundaki politikaları onların hayal bile edemeyeceği projeleri karşısında, şapka çıkartmak ve takdir etmek yerine, yenilgi psikolojisiyle yapılanları özel hayatlarına müdahele gibi algılayıp muhalefeliklerini  kin ve öfkeye dönüştürdüler. Marjinalleşip, illegal örgütlerin oyuncağı konumuna düştüler. Aslında herşeyin farkında idiler. Halkı ayaklandırmak ve tamamen halk hareketine dönüştürüp, istikrarı bozmak, kaos yaratmak, komşusuna nefret duygularını aşılamak için gürültü kirliliği oluşturarak mahalle baskısı yapmak. Herkesi birbirine düşman etmek için haince tohumlar saçmaya başladılar. Bütün bu manzara aklıselim bir insanın kabul edebileceği bir manzara değildir. Çevrecilik sadece ağaçtan ibaret değildir. Gecenin bir vaktinde, tencere, tava çalarak gürültü çıkartmak, korna çalmak, otomobilleriyle patinaj çıkartmak, etrafa korku salmak değildir. Unutulmamalıdır ki, bu hareketi yönetenler kademe kademe, yurt dışındaki ve yur içindeki oyun kurucularıdır. Bunlara milyon dolarlar harcanmaktadır. Oyun içinde oyun vardır. Göz odur ki; bu oyunları görebilendir. 

Profösör 

7 Haziran 2013 Cuma

Biz Milletiz... Asla Provokasyona Gelmeyiz..



Biz bir milletiz. Hazreti Adem’den, Hazreti İbrahim'e, Hazreti İbrahim'den Hazreti Muhammed’e inanç çizgisinden ümmete, Büyük Selçuklu’lardan Cihanşümul Osmanlı'ya kadar hepimiz bir milletiz. Biz bir hilal uğruna yedi düvelle süngü süngüye savaşmış, göğüs göğüse çarpışmış asil bir milletiz. Biz Çanakkale geçilmez diyen, Afyon'da düşmanı çiğneyen, İzmir'de düşmanı denize döken kahraman bir milletiz.

Biz öyle bir milletiz ki; Allah'a inanan, peygamberine sadakatla bağlanan bir Ebubekir gibiyiz. Adaletin timsali, hakkı koruyan, haksızlığa boyun eğmeyen bir Ömer kadar, zulme karşı hiddetliyiz. Biz inancımız, dinimiz,  vatanımız, namusumuz, için keskin bir Zülfikar gibiyiz. Ali gibi cesaret ve ilim sahibi, Osman gibi yumuşak, mütevazı nurlu yüzleriz. Biz öyle bir milletiz ki; Asrısaadetten bu yana kutlu bir ümmetiz. Biz öyle bir milletiz ki; çağlar kapayan, çağlar açan, çağlar üstü Fatihlerin nesliyiz.

Biz Fatihler, Yavuzlar, Kanunileriz. Ortaasya'dan, Malazgirt'ten, Anadolu bozkırlarından Rumeli'ye, Rumeli'den Balkanlara, avrupanın içlerine kadar iz süren, Viyana önlerinde at oynatan yiğit erleriz. Biz Musul Kerkük'ten, Hicaz bölgesine, Yemen türküleriyle Suriye, Mısır, Trablusgarba selam veren, Fas, Tunus, Cezayir'e kadar uzanan asil bir milletiz. İşte Balkanlar, işte Ortadoğu, işte Türki Cumhuriyetler; Türkmenler, Azeriler, Kırımlılar, Tatarlar, Özbekler ve daha niceleri...  İşte iç içe yaşadığımız Türkler, Araplar, Kürtler, Acemler, Çeçenler, Çerkezler... Süryaniler, Ermeniler, Rumlar Osmanlının adaletinde sevgi, şefkat ve merhamet gören bütün halklar, bütün tebalar. İşte biz bu yüzden büyük bir milletiz. İnsanın özüne ve özeline değer veren, muhabbet ve ünsiyet kesbeden yüce bir milletiz.

Biz öyle bir milletiz ki; vakıf medeniyetinin yegane temsilcileriyiz. Camiler, medreseler, imarethaneler, şifahaneler, rasathaneler, çeşmeler, kuleler, köprüler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar... Bir taraftan köşkler, yalılar, saraylar... Hayvanlara, çevreye duyarlı insanlar. Kanunnameler, fermanlar, hattı hümayunlar... İşte biz öyle milletiz. İşte biz asımın nesliyiz.

Biz öyle bir milletiz ki; geçmişin acısını yüreğimizde hisseden bir milletiz... Başımız yumuşaktır ama; boyun eğmeye, asılmaya gelmeyiz. Düşman çizmesi de görsek, ihanet edenden dipçik de yesek, tırnaklarımız kökünden sökülse, işkence de görsek, sabırla düşmanımızı tükürüğümüzle boğacağımız anı bekleriz. Biz öyle bir milletiz ki; yakılsak, yıkılsak da, bir gün gelir, küllerinden yeniden doğan bir milletiz.

Biz öyle bir milletiz ki; bizi özümüzden koparan emperyalist güçler, dahili ve harici ihanet çetelerinin binbir türlü hile ve desiselerini bozup, dağıtan, yeniden özümüze dönmeyi söz veren bir neslin temsilcileriyiz. Tersyüz olmuş olan, inanç, ahlak, kültür değerlerimizin yeniden inşasına ve imarına yönelik öze dönüş hamlelerimizi hazmedemeyen, mutlu azınlığın taşkınlıklarına karşı, daha dikkatli, daha rikkatli bir tutumla, eskimez, pörsümez bir inançla dimdik ayakta, asla bir daha gaflete düşmeyecek, tarihimizden ders alan yüce bir milletiz.

Biz bir milletiz... Sen, ben, o...  Biz, siz, onlar; hep birlikte yüce bir milletiz. Asya’ya, Orta asyaya, Afrikaya, uzak doğuya, avrupadan amerikaya kadar, dünyanın yedi kıtasında nerede bir mazlum varsa, açlık, susuzluk, yalnızlık çeken varsa, zulüm gören, insanlık onuru zedelenen her kim varsa, dinine, ırkına, mezhebine, meşrebine bakılmaksızın, kimse yok mu diye feryad edenlerin çığlıklarını yüreğinde hisseden, yardımına koşan alicenap ve hamiyetsever bir milletiz.

Biz öyle bir milletiz ki; alçaklığa, ihanete düşmeyiz. Biz milletiz asla pravakosyona gelmeyiz.

Asahhara – Profösör
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...