İzleyiciler

29 Kasım 2014 Cumartesi

Aşk Sürmeli Sonsuza Kadar


Saadet kırk yıllık sevdanın bir mirasıdır yüreğimizde. Kırkyıllık kahvenin hatırı kadar. Kahvesi kahverengileşmeli, köpüğünde olmalı dolunay. Bahtın güzel olmalı. Bir dünya kurmalı hayal ettiğin bir masal, içinde sen ve ben olmalı. Penceremizde dolunay.  Kahveyi yüreğiyle pişiren bir kahveci güzelin olmalı. Gözlerinin ışıltısı içini ısıtmalı. Saadet kırk yılla sınırlandırılmamalı. Bitmeyen bir hikaye gibi sevda, sevda olmalı, içinde şefkat barındırmalı. Aşk  sadakatle sürmeli sonsuza kadar.

Profösör 

28 Kasım 2014 Cuma

Cumhurbaşkanlığı Sarayı Üzerine


Son zamanları Cumhurbaşkanlığı Sarayı üzerinden algı operasyonları bundan öncekilerinin bir benzeri olarak sürdürülüyor. Hatta sokakta yaşayan insanlara yardım sağlayan bir dernek de "Sokakta yaşayanlara bir ev yok, bir battaniye yok, bir kab çorba yok, ama Ak Saray'a para harcanıyor. Osmanlı padişahlarında bile bu denli israf yapılammaştır" diye sosyal medya üzerinden de,  ardı arası kesilmeyen anti propagandalar ve algı operasyonları yapılmaktadır. Biz işlerin düzelmesi için eleştiri yaparız diyen dernek yöneticileri, toplumun çoğunluğunu karşılarına alacak şekilde hükümeti yeriyor ve apaçık kirli politikaya alet oluyorlar. Devlet ve zhniyet mikro ve makro planda değiştikçe, aslına ve özüne döndükçe provakatif eylemler, bir koalisyon şeklinde artarak devam ediyor.

Öbür yandan israf kavkramının kime göre ve neye göre değerlendirilmeli diye soracak olursak kendimize, elbette dini nasların ekonomik gerçeklerin ışığında konuyu irdelememiz gerekir. Eğer insanlığın sulha ve selamete kavuşmasını istiyorsak; sömürgeci güçlerden ve terörist devletlerden daha güçlü bir duruş sergilememiz gerekir. İnsansız savaş uçaklarının üretildiği bu çağda, israftır diyerek pervaneli tayyareylerle ne ülkemizi koruyabilir ne de  savunabiliriz... Ne bölge gücü oluşturabilir, ne de mazlum milletlerin bir kurtuluş ümidi olabiliriz. Başkanlık Sarayı da görkemli olması gerekir ki; bunun da izahı budur. Bir taraftan da, hacı yağını kendisine boca etmiş ecmainlerin uzaya çıkmak komikliktir, ilmi ve fenni çalışmalara bütçe ayırmak israftır günahtır demek kadar cahilane bir tutum yoktur. Bu görüşte olan arkadaşlarımızın da Türkiye'deki müsbet gelişmeleri görmemezlikten gelerek, aklı sıra şimdi Başkanlık Sarayı üzerinden algı operasyonuna kapılmaktadırlar. 

Önümüzdeki seçimlerde  daha ağır ithamlarla, iftiralarla, bir takım eylemlerle toplumumuzu provakate edecekleri dünden ve bugünden  bellidir. Hükümeti yöneten iktidar tek başına anayasayı değiştirebilecek sayıda mecliste sandalye elde ettiğinde; işte o zaman taşlar yerli yerine oturacak, hainler, zalimler mutlama hak ettiklerinin karşılığını bulacaklardır. Milletlerin gücü, itibarı, imajı devlet kurumları ve kurumsal yapılarıdır. Devlet Sarayları bunun için vardır. Eğer bir devlet kendi ülkesinde, bölgesinde, dünya  devletler ve ülkeler yelpazesindeki yerini güçlü olarak belirlemek istiyorsa Başanlık Saraylarının hak ettiği değerlerde inşa edilmesi şarttır. Devlet Başkanlarıyla, ülke ve halkların temsilcileriyle fikir teatisi yapmak, birlikte diplomatik çalışmalar içinde olmak, dünya barışı açısından görkemli sarayların bu bakımdan apayrı bir işlevselliğe sahiptir. 

Profösör


21 Kasım 2014 Cuma

Ebru Sanatı... Dünya Mirası.


En eski kağıt süsleme sanatı olarak bilinen, Osmanlı Türk İslam Sanatı olarak kabul ettiğimiz Ebru Sanatı Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu olan UNESCO tarafından dünya mirası olarak seçiliyor. UNESCO Türkiye Milli Komisyon Başkanı Prof. Dr. Öcal Oğuz Paris'te yapılacak Somut Olmayan Kültürel Miras (SOKÜM) Hükümetlerarası  Komitesi Toplantısı'nda,  Türk sanatı ebrunun dünyanın ortak mirası kabul edileceğini belrterek; "Ebru Sanatı yüzyıllar boyunca bizim kitap kapaklarımızda ve içinde  çok farklı  süsleme teknikleriyle kullandığımız bir kağıt resim sanatı" olduğunu söyledi. Bunu bir sanatçı duyarlıyla sanat ve kültür adına bir müjde ve övünç kaynağı olarak görüyoruz. 

Portre resim sanatından ziyade ebru, hat, tezhib ve minyatür sanatlarının geliştiği geneleksel Türk İslam Sanatı olan Ebru Sanatının Osmanlı döneminde  apayrı bir yeri vardı. Ebru Sanatı soyut olduğu kadar büyülü bir dünyanın anlatımını içerir. Renklerin raksı, ancak birbirleriyle karışarak ve kaynaşarak bir ahengi oluşturur. Ebru Sanatının felsefesinde yatan mantık; "Ben, sen, o, " yoktur. "Biz, siz, onlar" da değildir. "Bütün renkler toplandık, kaynaştık; bir olduk, biz olduk" yani "Hepimiz" ifadesinin anlatımı vardır. Ancak o zaman birlik ve dirlik vardır. Birlik ve dirlikte huzur vardır, mutluluk vardır, bereket vardır. İşte ebrunun varoluş felsefesi  budur.

Ebru sanatımız son yıllarda yeni nesil gençlerimizin ilgisini çekmekle kalmıyor, ona olan ilgiyle öğreniliyor, tatbik ediliyor ve nice gençlerden usta ebru sanatçısı yetişiyor. Belediyelerin ve kültür müdürlüklerinin katkılarıyla açılan ebru kurslarıyla geleneksel ebru sanatımıza sahip çıkılıyor. Bu sevindirici durum genç kızlarımız, öğrencilerimiz ve kadınlarımız tarafından erkeklere nazaran daha da ilgi görüp ebru sanatı gelişiyor. Çünkü ebru sanatı  aynı zamanda insanı olgnlaştırıyor ve insan ruhunu terapi ediyor.

Ebru Sanatı gibi Geleneksel Osmanlı Türk İslam Sanatlarında mutlaka İslami bir mefkure, İslami bir şuur ve sonsuz bir ahenk vardır. İnsanın beş duyusuna hükmeden kalbi bir yaklaşım vardır. İnsanı cezbeden ve insanı içine alan, insanı terbiye eden, iyileştiren bir yönü vardır. İslami, insani ve vicdani değeri vardır. 

Profösör

19 Kasım 2014 Çarşamba

Kaldırım Çiçeği de Koklanmak İster


"Kadınlar çiçektir" cümlesi en etkili ve derin anlamları olan  bir cümle olarak kabul ederiz düşünce dünyamızda. Düşünce dünyamızın yanısıra duygu dünyamıza da şekil veren, ayrıca bu cümle biz  erkekler için kadınlara olan davranışlarımızda içinde kibarlık uyarısı barındıran bir cümle olduğunu da kabul ederiz. Kadınlar anlaşılmak ister. Oysa erkekler kendilerini anlatmak isterler. Önemli olan erkeklerin ne anlattığı ve kadınlara ne dil döktüğü değil, kadınların neyi nasıl anladığı, açıkçası kadınların nasıl anlaşıldığıdır.

Kadın; hangi dine, hangi inanca, hangi mezhebe ve meşrebe inanırsa inansın varlığı itibariyle kutsaldır. Bir tatlı cümle onları hayal dünyasına uçurabilir. Onların içten bir tebessümü insanı abad edebilir. Onlara bağırmak, çağırmak, kızmak, azarlamak yerine, onların sevildiğini ve güvende olduğunu hissettirmek onlara yeter. Çünkü kadın çiçektir, sadece koklanmak ister. Bu arada başörtülü kadın, başörtüsü kadın ayrımı yapmak yerine kendini koruyan, iffet ve namusuna sahip çıkan kadın başütünde tutulması gereken kadındır. İster evinde anne, ister bir atölyede çalışan, ister bir tarlada amele, ister öğretmen, hekim, hakim, mühendis olsun, isterse çöp toplayan, varoşlarda yaşayan bir kadın olsun; kadın değerlerini koruyan kadın olmalıdır. 

Eğer kadın çıkmazlara girmişse, başını eğmek zorunda kalmışsa bilin ki o kadın bir zulüm altındadır. Eğer kadın zerafet ve asaletini gösteremiyorsa o kadın kul ve köle kadındır. Bir kadın herşeye rağmen, ölürcesine hakkı ve hakikati yaşatıyorsa o kadın hayranlık duyulacak kadındır. Her ne olursa olsun kadın çiçektir cümlesinin altını çizercesine şiirlere konu oluyorsa o kadın ölürcesine sevilecektir. Farkına bile varamadığımız, sokakta parke taşları  biten bir kaldırım çiçeği ayaklar altında çiğnenip, ezilmek istemez. Kaldırım çiçeği Hüda-i nabit bir çiçektir;  elbette o da  koklanmak isteyecektir..

Profösör 



14 Kasım 2014 Cuma

İşte Fotoğraf Budur!..


Renkler ve şekiller sadece görsellikler olarak olarak anlatılsa da, oysa varlık aleminde yer alan bütün cisimlerin renk ve şekillerin hepsinin birer ruhu olmalıydı. Evrende yıldız yıldız, samanyolu samanyolu seyahat eden kuyruklu yıldız bile hareket edebiliyorsa, şarkılar söyleyebiliyorsa, taşın da cismin de, yıldızların da bir ruhu vardı. İster canlı deyin, ister cansız deyin; herşeyin bir anlamı vardı. Bir cismi, bir yıldızı, rengi ve şekli ne olursa olsun hayatımızda bir yeri vardı. O şekliyle, rengiyle, çıkardığı sesiyle, kokusu ve yansıttığı ışığıyla, bütün enerjisiyle bizimle irtibatlıydı. Hareketli bir kuyruklu yıldızını fotoğraf karesine sığdıramassınız. Onu isterseniz deklanşörünüzle olduğu yerde mıhlarsınız... 

Fotoğraf demek canlı cansız ruhu olan herşeyi mıh gibi çakmak, gökyüzündeki kuyruklu yıldızı gökyüzüne çivilediğiniz gibi denklanşörünüzle durdurup onları sabitleyebilirsiniz... Bu bir acıdır yüreklerde yer alan, bu cefadır yüreklerde daralan. Bu sevgidir, coşkudur, heyecandır. Bu doğarken ağlayan bir bebek, ölürken gülümseyen bir duadır. Belki bu fotoğraf karesinde geriye kalan son hatıradır. İşte fotoğraf budur!.. 

Profösör

11 Kasım 2014 Salı

Bir Baltaya Sap Olmak!..

"Oku da 
benim gibi eşşek olma; 
bir baltaya sapip ol da memlekete  yararın dokunsun" derdi babam. Babam aslında cehalete vurgu yapmak istiyordu. İşsiz güçsüz, boş  boş gezen, avarelerden olmamızı istemiyordu.  

(Profösör)

Not: Bu karikatür ağaç ve çevre duyarlılığına bir katkı sağlasın diye Mehmet Akyıl tarafından çizilmiştir. 


8 Kasım 2014 Cumartesi

"Aferin Dilo!.."


Remziye ilkokul ikinci sınıfa giden bir kız çocuğudur. On nüfuslu bir ailenin yaşadığı bir gecekonduda yaşamaktadır. Babası vasıfsız bir işçi, ne iş bulursa yapar, annesi de çileli bir ev kadınıdır. Evde de kürtçe konuşulmaktadır. Remziye türkçeye yabancıdır; yabancıdır yabancı olmasına ama konuşulanı anlamaktadır. Sadece kendisi türkçe konuşmada sıkıntı çekmektedir. Belki de Remziye utangaç ve içe kapanıklılık yaşamaktadır. Evde annesinin seslendiği gibi "Dilo" diye çağırıldığında gözleri ışıl ışıl ışıldamaktadır. 

Nüfus kimliğinde Remziye yazan,  okulda arkadaşları tarafından Remziye ismiyle çağrılan Dilo, terbiyeli ve uslu bir çocuktur. Birgün öğretmeni ona "Dilo ödevini yaptın mı?" sorusuna cevaben "Hı, hııı" diyerek başını sallayarak yetinmiştir. Remziye öğretmeninin ona Dilo diye  hitap etmesiyle onun gözleri ışıl ışıl ışıldamıştı. Remziye, öğretmeninin kendisine aynen annesi gibi "Dilo" diye seslenmesi onu çok mutlu etmişti. Bu durum karşısında Remziye ancak içten içten seviniyor, sevincini gizliyordu adeta.

Remziye'nin sınıftaki sessizliği, derse hiç katılmaması, boş boş gözlerle bakması, hatta sınıfta hiç kimseyle konuşmaması  belki de türkçe konuşmaya yabancı olmasınadan kaynaklanıyordu. Arkadaşları onu öyle kabul ediyor, o da arkadaşlarının hareketli oluşundan rahatsızlık duymuyordu. Zaten herkes sınıfta birbirini seviyordu. Bunda öğretmenlerinin büyük bir katkısı vardı. Sınıf yoklamalarında Remziye ismini teleffuz eden öğretmeni, zaman zaman ders arasında  Remziye'ye Dilo diye sesleniyordu.

Birgün Remziye'nin öğretmeni henüz dersin başında, sınıfta Remziye'nin yanında oturan  Merve'ye yaklaşarak "Dilo sınıftan, arkadaşlarından ve öğretmeninden memnun değil herhalde, bulunduğu sınıfı sevmiyor" dedi. Remziye'nin yüzüne bakarak da "Dilo'yu öğretmenini ve arkadaşlarını seveceği başka bir sınıfa verelim" dedi. Dilo sessizliğini yine bozmadı. Sadece başını eğerek derse sessiz olarak katılmayı yeğledi. Öğretmen sınıfa ayrı, okuma güçlüğü çeken çocuklara ayrı ödevler veriyordu. Ödevi biten de ödevini öğretmenine teslim ediyordu. 

Dilo tam dersin ortasında ödevini bitirmiş öğretmenine göstermek istiyordu.  ilk kez ve  yüksek bir sesle, "Öğretmeniiim!" dedi ve sıranın altına gizleniverdi. Dilo'nun öğretmeni çok şaşırdı ve ilk kez Dilo kendisine "Öğretmenim" diyerek seslenmişti. Öğretmen bundan çok mutlu oldu. Dilo sınıfta il kez konuşmuştu.

Dilo, Öğretmenini  sevdiğini göstermişti. Atık bundan sonrası kolaydı; kilit açılmıştı. Öğretmen de sabırlıydı. Zamanla ve sevgiyle bu düğümün çözüleceğini biliyordu.  Öğretmen Dilo'nun oturduğu sırasına yaklaşırken Dilo  mahcubiyetle sıranın altından çıkarak, ödevini öğretmenine gülümseyerek gösterdi. Dilo'nun öğretmeni de Dilo'nun saçını şefkatle okşayarak Ona "Aferin Dilo" dedi. 

Profösör

7 Kasım 2014 Cuma

Şarkıcı Hadise'ye Özgü Promosyon


Reklamcılar için promosyon mevsiminin şimdiden başladığını söyleyebiliriz. Yakın zamanda da promosyon ve hediyelik eşya furları başlar. Promosyon kişiler ve kurumlar arasında bir gönül bağı oluşturmak açısından önemli bir reklam mecrasıdır. Önemli olan promosyonun kişinin ve kurumların kurumsal kimliklerine en uygun olanının seçimidir. Ayrıca promosyonun herkesin kullandığı, alışa geldiği ürünlerin dışında özgün olması, karşı tarafı memnun ve mutlu etmesi düşünülmelidir.

Pop müziği sanatçısı Hadise Avrupa’da turneye çıkmak için, kullanacağı promosyonları hazırlayan ajansın tasarladığı promosyon, Hadise'nin düşünce yapısı, yaptığı işle örtüşen konumuna  ve dünya görüşüne uygun bir mecra düşünmüş. Hadise bir Türk popçusu. Türk olmasına Türk, fakat türkçe popu, batılı örf, adet ve hatta ahlak anlayışına göre giyim tarzı benimseyen ve o şekilde davranan bir sanatçı. Hatta bir sanatçıdan öte bir "show girl". Bütün şarkılarını erotik figürlerle icra eden bir popçu. O halde Avrupa’da turnede gerçekleştirilecek olan organizasyonlarda, batılı formatta popu  batı kültürüyle sergilemesi bu anlamda, benimsediği batı değerlerini batı kültürünü benimsemiş kalabalıklarla buluşturacak olması, kendisi açısından anlaşılabilir bir durumdur. Elbette batılı anlayışı benimseyen  bir popçu olarak Hadise'nin Türklüğü ve Türkiye değerlerini bir kültür olarak temsil etmesi düşünülemezdi. Bu açıdan Hadise'nin türk folklörünü bir değer olarak üzerinde taşıyan, promosyonlar yerine, batılı, feminen, erotik ve kadınların vazgeçemediği kozmetik ürünlerden tasarlanan bir promosyon düşünülmüş. 

Hadisenin promosyonu bir compac disc tasarımı. Bir fondöten kutusu baz alınarak şekillendirilmiş bir promosyon. Kutuyu açtığınızda, kapak içinde yuvarlak bir ayna, ayna üzerinde kırmızı bir ruj izi; ateşli bir dudak. Kutunun içinde de sanatçının şarkılarını ihtiva eden bir CD yer alıyor. Bu promosyonla Hadise'nin daha çok hayranlarının hanımlardan olduğu çıkarımını da yapabiliriz.  Hadise şarkılarıyla, showlarıyla, kadınsı ve erotik tavırlarıyla "İçinizdeki şeytanı çıkartın" dercesine baştan çıkartıcı bir şarkıcı kimliği ve kişiliği  ile bir tutum sergiliyor. Bu açıdan fondöten CD kutusu promosyon açısından Hadise'yle örtüşüyor.

Profösör


Tasarım ve Reklam Kavramları


Reklam ve tasarımı günümüzde ayrı ayrı birer kavram olarak tanımlasalar da aslında reklam ve tasarım pazaralama iletişimine hizmet eden birer disiplindir. Bana göre  grafik tasarım ve  reklam tasarım söyleniş biçiminde bile bir yer değişimi olması gerekir.  Tasarım reklam ve tasarım grafik gibi söylenmesi daha doğrudur.. Çünkü reklamda da grafikte de tasarım işin başlangıcı; fikri ve uygulama kısmıdır. Reklam  ise pazarlamanın ve satışın ön hazırlığıdır. Belki tasarımda insan yaptığı işte hiçbir baskı ve fikri briefe bağlı kalmadan  kendi duygu ve düşüncesini  katarak  hayalini gerçekleştirmek ister. Ayrıca tasarımı, müşteri istekli veya kendi isteğimizle hazırladığımız tasarım olarak,  iki türlü tasarım yapılabileceğini söylemeliyiz. Ama marketing çalışma kendi tasarımımıza  izin vermez. Türkiye'nin büyük ajanslarından Cen Ajans'ın yöneticisi olan reklamcı Nail Keçili'nin "Bir markanın ürün lansman çalışmasında reklamla ilgili en az beş ödül almamıza rağmen, müşteri ikinci bir anlaşmayı bizimle yapmamıştır. Çünkü ürün satmamıştır. Müşteri bu durumdan hiç memnun olmamıştır. Mesele tasarımda ödül almak değil, ürünün müşteri tarfından kabul görmesi ve ürünün yok satmasıdır" diyerek bir itirafta bulunur.  Oysa pazarlama ve satışa yönelik fikri derinliği olan tasarım müşteriden alınan briefin ışığında yapılan tasarımdır.   Brieften grafiğe, prodüksiyona ve medya planlamaya kadar bütün evrelerin kendine göre bir tasarım disiplini oluşturur. Böylece bu çalışmaları  hepsini ana konsepti belinleyen birer unsur olarak kabul etmek durumdayız. 

Profösör
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...