İzleyiciler

27 Temmuz 2012 Cuma

Bir noktanın sırrı...



Aşktan da üstün dostluk değerleri vardır. Aşkta irade  yoktur. İyi ya da kötü aşka tutulan kişi iradesizliğe teslim olur. Gerçekten aşık olan kişi gözlerine mil çekilir. Dizlerinin bağı çözülür. Tir tir titrer sevdiğinin karşısında.  Dostlukta ise irade vardır. Bu irade ile kendisinden daha çok dostunu düşünen, onu üzmekten ve kırmaktan çekinen ve dostunu mutlu etmeye gayret eden kişi dostluk mertebesine ermiş demektir. Gerçek dostun yaşam biçimi ancak islamidir. İslami olan değerler aynı zamanda insani, vicdanidir de.  Dostların bütün varlıklara karşı duruşları ve pozisyonları adalet ve hakkaniyet duygularıyla eşdeğerdir. 

Bu bilinçle eğer bir kelime, hatta bir  harf bile işe yarayacaksa onu işleme dostluk adına sokabilmeliyiz.  Bir harfin bir noktası bile insanı derinden etkileyebilir. Çocukluğumun bir bölümünü kendi köyümüzde geçirdim. Çocukluk anıları anlatılmakla bitmez. Öyle bir çocukluğumda yaşadığım bir öyküm var ki hayat boyunca ders almaya yeter de artar bile.. 

Köylük yerde büyükler namaz vakitlerinde topluca camiye giderler. Biz çocuklar da onları izlerdik. Büyükler biz yaramazları  aralarına alıp camiye sokmazlardı. Kızarak  camiye girmemize mani olurlardı. Adamlar tabi ki haklıydılar biz çocuklara kızmakta. Oysa çocuklar yazın yalın ayak dolaşırlardı köylük yerde. Ayaklarımız toprak ve çamurdan sanki harita gibi kirler şekil almakta idi. Çocuk aklımızla bu şekilde  camiye girilmeyeceğini bilmemize rağmen takunyaları giyip abdest alarak camiye   girmemizi  sağlayabilirlerdi. 

Günlerden bir gün köyümüze bir yabancı geldi. Bu yabancı bir meczubtu aslında. Kimseyle konuşmazdı. Her yaz aynı tarihlere tekabül eden bir vakitte köyümüzde bir müddet kalırdı. Sonra da sanki bir mechüle giderdi. Kaybolurdu. Kimseyle muhabbeti  yoktu. Selam bile vermezdi. Sadece verilen selamları boş çevirmezdi. Kendisine dini bir konuda bir soru sorulduğunda kısa ve net bir cevap verirdi. Özel hayatıyla ilgili hiçbir soruya cevap vermiyordu. Öyle sorulara kesin cevabı 'Bilmiyorum" dan ibaretti. Bu yabancı ihtiyar tam anlamıyla bir meczuptu bence. Köylü de bunun bu haline alışmıştı. Bu gizemli ihtiyar adama "Sufi hoca" ismiyle çağırılırdı köylü tarafından.

Sufi hocayı bir cami çıkışında rastladım günlerden bir gün.  Gökyüzüne bakıyordu. Bir taraftan da sağ elinin  işaret parmağıyla gökyüzünü göstererek "Sad mı tatlı, Dad mı tatlı?" diye mırıldanarak kendi kendine soru  yöneltiyordu. Bu yaşlı, aksakallı, sarıklı ihtiyar adam; Sufi hoca bir türlü  "Sad mı tatlı, Dad mı tatlı?"  sorusunun cevabını kendi kendisine veremiyordu. Sanki Sufi hoca bir çıkmaz sokakta tıkanıp kalmıştı. Ben çocuk halimle ona yaklaşarak; "Sufi hoca.. Sufi hoca!.." diye seslendim kendisine. Şimdi anımsıyorum ben o zaman sekiz yaşında idim. Bana yüksekten süzerken ben ona "Bunun cevabını biliyorum." dedim ve ekledim. "Dad tatlıdır"  Sufi hoca şaşkınlıkla beni dinledi.  "Evet Dad tatlıdır. Çünkü Dad harfinin üstünde bir noktası var. Sufi hoca senin de yanağında bir nokta var. Senin yüzündeki benle Dad harfinin üstündeki noktası aynı" dedim. "Sad'ın üzerinde noktası olmadığına göre bence Dad tatlıdır" der demez bana sarıldı. İçin için çocuk gibi ağlamaya başladı. Hıçkırıkları kesilince, hiç kimseyle  konuşmayan bu yaşlı ihtiyar, benimle konuşmaya başladı.  Hayatıyla ilgili kimseye sırrını vermeyen Sufi hoca benimle arkadaş ve dost oldu. Köy kahvesinde bana çay ısmarladı. Bisküvi aldı.  Bana dualar etti.  

Şimdi anlıyorum ki bir noktayla gönüller fethedilebildiğini. Düşünüyorum da bu  meczub adamın elbisesinde en az kırk tane yama  olmasına rağmen çok şık, yaşlı bir ihtiyar olmasına rağmen çok yakışıklı bir adamdı. Saçı ve sakalı muntazam tıraşlı, bakımlı, yalnız yaşayan bir adam olmasına rağmen üstü başı içi  ve yüreği gibi tertemiz pak bir insandı. Acaba Sufi hoca bir Allah dostu muydu?  Elbette o bir Allah dostuydu.

Yazan - Çizen : Profösör

23 Temmuz 2012 Pazartesi

"Kanaat tükenmez bir hazinedir" Açları düşünelim


"Kanaat tükenmez bir hazinedir"

Mevlâna Celalüddin Rumi hazretleri: Vekilharcına sorarmış, "Bugün evde ne var?" Vekilharç "Hiçbir şey yok, kiler tamtakır, mutfakta tencere kaynamıyor" cevabını verirse "Oh çok şükür bugün evim Peygamber evine benzedi" buyururlarmış. Vekilharç "Kiler dolu, mutfakta tencereler kaynıyor" cevabını verirse "Eyvah!.. Evim Firavun evine döndü..." diye hayıflanırlarmış. Peygamberimiz "Kanaat tükenmez bir hazinedir" buyurmuşlardır. Kanaatli yaşarsanız az gelir bereketlenir çoğalır. Bu bir sırdır, basireti bağlılar anlayamaz. Biz de kanaatkar olmalyız. Dünyanın her yerindeki bütün açlardan sorumluluk payımızın olduğunu unutmayalım.

17 Temmuz 2012 Salı

Mucizenin bedeli

Zeynep, küçük kardeşi Baran hakkında anne ve babasının konuşmalarına şahit olduğunda derin bir üzüntü hissetti. Kardeşi çok hastaydı ve annesi "Onu yalnız bir mucize kurtarabilir " diyordu. Ama paraları yoktu; madem ki bu mucizeye para ile ulaşılacaktı, Zeynep derhal kumbarasının yanına koştu; bozuk paraları cebine doldurdu ve köşe başındaki eczaneye gitti:

" Kardeşim çok hasta; bir mucize almak istiyorum" dedi; hıçkırıklarını boğazında düğümlenmişti. Elindeki bozuk paraları satıcıya uzattı. "Tam tamına 10 lira 50 kuruşum var. Mucize almak için yeter mi?" diye sordu. Satıcı üzülerek baktı Zeynep'e "Maalesef küçük kız, biz mucize satmıyoruz" karşılığını verdi. Zeynep ağlamaklı, ısrar etti. Kolay pes etmeye niyeti yoktu: "Belki 3-5 lira daha bulabilirim. Belki daha da çok. Siz bana mucizenin fiyatını söyleyin yeter."

Eczanede bu konuşmalara şahit olan iyi giyimli adam, Zeynep ile ilgilendi "Kaç paran var, bakayım" diye sordu. Şöhretli bir cerrahtı; küçük kızdan etkilenmişti. Zeynep avucundaki parayı gösterdi. "10 lira 50 kuruş." "Tamam, bu yeter mucize için." dedi iyi giyimli adam. "Yalnız sen beni evine götür, kardeşini göreyim."

Cerrah, parayı Zeynep'ten aldı, aile ile anlaşıp hiçbir bedel talep etmeden Baran'ın ameliyatını yaptı. Baran iyileşti. Anne: " Hâlâ inanamıyorum. Bu bir mucize. Doğrusu maliyeti ne kadar merak ediyorum" diyordu.

Annesinin sözlerini duyan Zeynep kendi kendine gülümsedi. O, bir mucizenin kaça mal olduğunu biliyordu. Tam 10 lira 50 kuruş ödemişti. (Bu hikâye İngilizceden uyarlanmıştır)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...