İzleyiciler

26 Kasım 2011 Cumartesi

Tebessüm Gönül Hoşluğudur


Tebessüm; bütün insanlara aşıladığımız bir umuttur.. Tebessüm; bir yaşama sevinci ve Allah'a şükürdür. Tebessüm; nedensiz diyebileceğimiz fakat nedenlerini anlatabilecek kadar anlatabilme yeteneğimizin olmadığı bize bahşedilen sonsuz nimetlerin bir lütuf göstergesidir. Bizler için en büyük hazinelerin bütün kapılarını açabilecek anahtara sahip olma duygusunun verdiği bir inanç, bir kulluk bilinci, bir paylaşım sofrasının sahip olma düşüncesinin var olma refleksidir. Tebessüm; bütün kalplerin birlikte ve Allah'ı birleme adına her göğüste atma, tek bir yürek olma halidir.  Tebessüm;  bir bebeğin annesinden emerken, annesinin kendisine sevgi, şefkat ve merhametle bakış halidir. Tebessüm; yetim ve öksüz, sümüklü ve yalınayak kimsesiz kalan bir çocuğun şekerleme, dondurma, çikolata yeme halidir. Tebessüm;  ölüm döşeğindeki bir hastaya sadra şifa kabilinden gönlünü hoş ve tutma halidir.

Yazı ve Grafik: Profösör

23 Kasım 2011 Çarşamba

Temiz toplum ve temiz çevre ideali

Temizlik imandandır sözünü bilmeyenimiz yoktur. Temizlik; hayatımızın her anında ve her yerinde yapılması gereken bir iştir. Özellikle temizliğin kadınlarımızın hayatında erkeklere nazaran büyük bir yer kapladığını söyleyebiliriz. Sanki temizlikten erkeklerin sorumluluğu yok gibidir. Bütün sorumluluk kadınların üzerine yüklenmiştir. Sanki temizlik yapmak kadınların kaderi gibidir. Kadınlarımıza bir anlamda temizlik mahkûmu diyebiliriz. Oysa hayat müşterek değil midir? Bir evde hayatı paylaşan herkes temizlikten sorumlu olmalıdır. Temizlik bilinci taşıyan herkes düzen ve intizam içinde yaşamaya hak kazanır. Bu anlamda doğru alışkanlıklar daha çocuk yaşlarda kazanılması gereken güzel bir haslettir. Kadınlarımızın temizlik konusunda hassas olduğunu söylemekle birlikte aynı zamanda da temizlik konusunda maharet sahibidirler. Her tarafı siler süpürürler, köşe bucağı makineyle çekerler.. Bunun yanında; kadınlar kendi temizlikleri  dahil aile bireylerinin de temizliği ve  bakımından kendilerini sorumlu tutmuşlardır.

Maddi temizlik, bir nevi her türlü maddi kirlilikten kurtulmaktır. Maddi temizliliğin yanında manevi temizliği de unutmamamız gerekir. Manevi temizlilik nefsin terbiyesidir. Nefsin terbiyesi ve tezkiyesi ile ruhen ve kalben olgunluğa erişmektir. Birey, dolayısıyle toplum sağlığı maddi ve manevi temizlikle korunabilir. Her iki kavram birbirinden ayrı düşünülmemelidir. Her iki kavram birbirini tamamlayan ve birbiri için olmazsa olmaz birer amildir. Her tür maddi kirlilikten temizlenirken, bir taraftan da her tür manevi kirlilikten de temizlenmek şarttır. Manevi temizlik;  bütün şirk, günah, isyan, fitne, fesat, fücur gibi zulüme delalet eden bütün günahlardan temizlenmek ve kötü alışkanlıklardan kurtularak, güzel ahlak sahibi olabilmektir. Herkes doğru yolda iyilikleri ve güzellikleri kabul ederse, kötülükler ve çirkinlikler hayatımızda yer bulmayacaktır. Herkesin manevi olgunluğa erişmesi demek, bütün toplumun huzur ve mutluluğa kavuşması demektir. Herkes kapısının önünü süpürürse bütün şehir temizliğe kavuşması demektir. Temiz toplum ve temiz çevreye sahip olmak demek ancak, bedenen ve ruhen, maddi ve manevi temizliğin yapılması demektir.

Profösör

21 Kasım 2011 Pazartesi

Sonbahar ve kış, ilkbahar ve yaz kadar değerlidir

Her sabah yeni bir güne başlarız. Yeniden hayata başlar gibi bir günün başlangıcında duygu ve düşüncelerimizi, içinde bulunduğumuz iklimle iç içe yaşarız. Her varlığın var oluşu birbirini etkilemek içindir. Her varlık, değerleriyle birbirine değer katar; karanlığın içinde bir ışık yakalarız. Eğer karanlık varsa aydınlatan mutlaka bir ışık vardır. Yeri gelir karanlık bütün yeryüzünü ışıtan ve aydınlatan sıcak bir güneşe kendisini bırakır, yeri gelir gecenin duygusallığını betimleyen aya ve yıldızlara bırakıverir kendini.

Geceler bir anlamda gündüzlere gebedir. Güneşin doğmasıyla o gün içinde beklemediğimiz hadiselerle de karşılaşırız. Bir güne seher vaktiyle başlıyorsak eğer, güne erken başlamamızla birlikte içimizde güne erken başladığımızdan dolayı olumlu ve motive edici değerli duygular taşırız. Kendiliğimizden o günün iyi ve güzel geçmesi için kendimizi programlayıveririz. Herşeye karşı ilgimiz ve ilişkimizin kendi duygu ve düşüncelerimizin doğrultusunda olmasını isteriz. Herşey bizim düşündüğümüz gibi olmaya da bilir. Belki çok kötü diyebileceğimiz sürprizler de bizi karşılayabilir. Belki de düşündüğümüzden de daha iyi ve güzel bulduğumuz bir olayın içinde kendimizi bulabiliriz.


Her nereden, hayata nasıl bakarsak bakalım; olan ve biten herşeyde bir hayrın olduğuna inanırız. Bizim bilemediğimiz, ancak bizi yaratan ve gözeten Allah'ın bildiği, kulları için en iyisini düşündüğü bütün herşey, bizim hayatımızın birer parçasıdır. Herşeye inandığımız değerlerle bakarak, bütün iyi ve güzel dilekleri benliğimizde yaşatırız. Yine bu inançla ve bu ruh haliyle,  bütün mevsimler bizim için birer bahar ve birer yaz gibidir. Bir sonbahar ve kış mevsiminde hayatımızda karabulutlar olsa da, bizim için bir ilkbahar ve bir yaz kadar değerlidir.

Yazan: Profösör / Fotoğraf: Hurşit Akyıl

19 Kasım 2011 Cumartesi

G ö z l e r i m ;


Beni gören, beni gözetleyen ve gözeten gözlerim var benim..
Birincisi beni yaratan, beni rızıklandıran ve beni terbiye eden Allah'ın bana bakan gözü..
İkincisi dostlarımın bana bakışı..
Üçüncüsü benim bunları fark edişim; üçüncü gözüm, kalp gözüm.

Profösör

17 Kasım 2011 Perşembe

Kitaplar güneş kadar bizi ısıtır, güneş kadar da bizi ışıtır


Kitap; güneş kadar yüreğimizi ısıtan, beynimizi de ışıtan yüce bir değerdir. Yüce bir değerdir derken bilginin kutsallığına vurgu yapmak istedim. Kitap bizi doğruya, iyiye, güzele götürüyorsa kitaptır. Bizi yanlışa, çirkine ve kötüye götürüyorsa ona kitap diyemeyiz. Bununla ilgili her tür kötü yayının tümüne kötü neşriyat diyebiliriz. Kötü neşriyat insanı insan yapan değerlerden koparıp, sefil bir varlığa dönüştüren, onu müptezel yapan dökümanlardır. İyi neşriyat özünü kutsal değerlerden alan neşriyattır. Kuran-ı Kerim, Allah'ın ilk emri "Oku" emriyle insanlığı muhatap olarak karşılıyor. Bilgi kutsal ise, bilgiyle cehalet giderilecektir. Bizi irşad eden, yetiştirip olgunlaştıran, fıtri bir hayat yaşamamızı önerirken de bize onurlu bir hayatı takdim eden bilgidir. "Rabbinin adıyla oku" ayeti, emir cümlesi olarak kullanılırken, bizim nasıl okumamız gerektiğini de emrediyor.  Rabbinin adıyla oku demek, aynı zamanda Rabbin için oku anlamına da gelebiliyor. Bu aynı zamanda Rabbimiz için okuma, Rabbimizi bilme, Rabbimizi öğrenme ve Rabbimiz için yaşama anlamına gelmektedir. Bununla birlikte bilgisizlik ahlaki sorumluluğu da ortadan kaldırmadığına göre bilgimizle amil ve abid olmamız emredilmektedir. Kuran-ı Kerimin insanlığa yerine getirmesi gereken büyük sorumluluklar yüklerken Kuran-ı Kerim'in tek amacı insanlığın her İki cihanda huzur ve saadetini temin etmektir.
Peygamber efendimiz Hazreti Muhammed Aleyhisselam "İnsanların en hayırlısı, insanlara hizmet edendir" diye buyurmuş olduğu bu kutsal sözüyle ilim tahsil etmenin tek amacının insanlığa hizmet olduğunu öğreniyoruz. İnsanlığa hizmet ancak Allah’ın rızasını kazanmak için yapılır. Bu esastan yola çıkarak hayatta birincil sorumluluğumuz önce ilim sahibi olmaktır. Her ne iş yaparsak yapalım, bilgi ve tecrübemizle ehliyet sahibi olmamız ve liyakatimizle insanlık hizmetinde bulunmamız şarttır. Bilgi dediğimiz zaman aklımıza kitap, kitap dediğimiz zaman da aklımıza bilgi gelmektedir. Bu iki kavram aslında birbirini tamamlamaktadır. Yazılı metinlerin cilt haline getirilmiş şekline kitap denilmekle birlikte günümüzde çağdaş teknolojinin getirdiği her tür yazılı, sesli ve görüntülü kayıt sistemi de bir nevi kitap demektir. Önemli olan bütün bilgilerin korunduğu ve muhafaza edildiği dökümanların oluşturulduğu "Compac Disk" ve "Flash Disk"ler de bir nevi işe yarayan bilgileri muhafaza eden koruyuculardır..

Kitaplar güneş gibi kalbimizi ısıtır. İyi ve güzel duyguları harekete geçirir. İradeyi etkiler, vicdanı harekete geçirir. İyilik yapma duygusu bir anlamda okuduğumuz kitaplarla pekişir. Edindiğimiz bilgileri özümseyerek, bir anlamda bizi yücelten melekelerimizin varlığını da ortaya çıkartmış oluruz. Kitaplar bize hoşgörü kültürünü ve paylaşımı da aşılar. Kitaplar akli ve nakli bilgileri bize verirken, aynı zamanda bizi bir güneş gibi ışıtan ve aydınlatan bir değerdir. Geçmişimize, şimdiki halimize ve geleceğimize ışık tutar. Bu sayede önümüzü görebiliriz. Gelecekle ilgili öngörülerimiz oluşur. Basiret ve feraset sahibi oluruz.

Yukarıda belirttiğimiz gibi doğruya, iyiye ve güzele götüren bilgi kaynağına ulaşır ve onlarla beslenirsek, kendimiz ve toplum için oluşturulacak disiplinler de doğru ve isabetli olacaktır. Doğru bilgiyi, doğru bir şekilde ve doğrular için kullanabilmeliyiz. Atom âlimi bile olsak, bu bilgi ve tecrübemizi insanlık idealinde kullanabilecek ahlaki sorumluluğumuzla bir disiplin oluşturabilmeliyiz. Birinci dünya harbinde Japonya’ya, Hiroşima ve Nagazaki bölgelerine atılan atom bombalar hala insanlığın hafızalarından silinmemiştir. Milyonlarca insan atılan atom bombasından toplu olarak ölmüşlerdir. Nice milyonlar atom bombasının olumsuz etkilerine maruz kalarak ömür tüketmişlerdir. Bunun müsebbibi zincirleme bu suçu işleyenlerde aramakla birlikte son halkayı da atom âlimleri ve bomba butona basan uçak pilotu oluşturmaktadır.

Bilgi ancak iyi işlerde kullanılmalıdır. Bıçak icad etmenin amacı ancak ekmek dilimlemek için olmalıdır. Bıçak icad etmek kötü niyetli insanlar için aynı zamanda adam deşmek için kullanılır. Kitap dediğimiz zaman; aklımıza önce Rabbimizin adıyla okuduğumuz Kuran-ı Kerim geldiği gibi, Okumaya Besmeleyle başlayabileceğimiz bütün kitapların bize verdiği bilginin kutsallığını da aklımıza getirmeliyiz. Bilgiyi dini bilgiler ve dini olmayan bilgiler gibi sınıflamak ise eşyanın tabiatına aykırıdır. Böyle bir kısır döngü içine de giremeyiz. Kuran'ı Kerim'in bize kazandırdığı bilgi bir nevi; itikat, ibadet ve ahlak kavramlarının birbiriyle olan ilişkisiyle birlikte, birbirini de tamamlayan kutsal değerlerdir. Kuran-ı Kerim insanlık için bir hayat kitabı olması hasebiyle aynı zamanda insanlık için bir rehberdir. Hayat kavramı; dünya ve ahireti de içine alan bir olgudur. Sıradan bir matematik, fizik, coğrafya ya da mesleki bir bilginin verildiği kitaplar da, insanlık tekâmülünün, maddi ve manevi değerlerinde olması gereken unsurlardır. Çünkü insanlığı tekâmülü maddi ve manevi değerlerin bir arada ve birbirini tamamlayarak, yücelmesine bağlıdır. Bundan dolayı kitaplar bizim için en hayati bilgileri taşıyan dostlarımızdır. Biz bu bilgilerle insanlığa hizmeti bir mefkûre olarak yüreğimizde taşımamız gerekmektedir. Çünkü; işe yaramayan bilgi hafızalarda bir yük, yüreklerde pas demektir.

Profösör


14 Kasım 2011 Pazartesi

Eğitimciler ve medyaya düşen önemli sorumluluklar

Sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir toplum olmak, ancak bilinçli toplum olmakla mümkündür. Bilinçli toplum doğruluğa, iyiliğe ve güzelliğe duyarlı olan toplumdur. Böyle bir toplum tasavvuru ancak eğitimcilerin ve iletişimcilerin öncelikli gelen  sorumluluklarıdır. Devlet; eğitim ve iletişim alanını toplumun moral değerlerine göre denetlemeli, inansan onurunu  ve itibarını çiğneyecek, hatta zedeleyecek olumsuz etkenlere kesinlikle  izin vermemelidir.. Bu konularda devletin ayrıca bir  sorumluluğu da vardır.  Bir eğitimci eğer eğitimcilik vasfını taşımıyorsa, öğrencilere kötü örnek olacaktır. İletişimciler de genel ahlak ve adab kurallarına uygun olmayan  yayınları  yapmaları durumunda hem kendilerinin varlık sebebine aykırı hareket edecek, hem de kitle eğitimi yapması gerekirken kullandıkları mecralarla toplumu ifsad eden duruma düşmüş olacaklardır. Bu durum ahlaki olmadığı gibi, aynı zamanda da hukuki değildir. Bunun vebali çok büyük olup, bundan konum ve ahvale göre herkes sorumludur.

Çocuklarımızı emanet ettiğimiz eğitimciler, toplumun en önde gelen insanlarıdır. Onların herhangi bir zaafı bizi endişelendirmelidir. Eğitimciler; doğrulukta, iyilikte ve güzellikte örnek alınacak insanlar olmalıdırlar. Eğitimciler sigara içmemeli, alkol almamalı, kumar oynamamalı, kıyafetlerin, tavır ve davranışlarına dikkat etmelidirler. Eğitimciler geleceğimizi inşa eden birer değer olmalıdır.  Çocuklarımızı ahlaklı, karakterli, seviyeli insanlar olarak yetiştirmek için önce kendileri de yetişmiş birer nefer olmalıdır. Bu suretle hepimiz birlikte cehaleti ortadan kaldırmalıyız.. Ahlaklı insan demek; bütün güzel melekelerini çalıştırabilen insan demektir. Ahlaklı insan zekidir. Çalışkandır. Ahlaklı insan mesleğini ancak hizmet olarak icra eden insandır. Eğitimcilerimize düşen görev ise, bu bilinçle hareket etmeleridir. Eğitimcinin küçük bir zaafı toplumumuzun gözünden kaçmamaktadır. Onun için; toplumumuzun gözünde  eğitimcilerimiz itibar kazanmalı, buna karşılık itibar kaybına uğramamalıdır.

Yayıncılar ve medyaya gelince; onların da üzerine düşen büyük sorumluluklar vardır.  Hizmet ancak sorumluluk duygusuyla yerine getirilir. Bütün mecralar iletişim hizmeti verirken aynı zamanda da, doğru bilgiyi aktarmaları gereğinin bilincinde olmalıdır. Araştırmadan ve bilgiyi doğrulatmadan, mahreci kesin belli olmayan haberlerden de kaçınmalarıdır. Yayınlanan kitaplar, gazeteler, dergiler, bültenler, internet ve dijital yayınlar dahil radyo ve  televizyon ancak toplumu irşad etmek için vardır. İrşad etmek toplumu bilinç düzeyini arttırmaktır. bireyin ve toplumun rüşt sahibi olmalarını sağlamaktır. Bu iletişim dairesi içine tiyatro ve sinemayı bile alabiliriz. Bir fikir veya bir potansiyel ana fikir, insanlığı yücelten duygu ve düşüncelerle bezenip işleniyorsa, medya ve diğer mecralar  görevini hakkıyla yapmış sayılırlar. Yoksa sağlam ve ahlaki bir temele dayanmayan bütün projeler toplumumuz için zararlıdır. Çünkü böyle yaklaşımlar, toplumumuzu anarşi, terör ve anomiye sürükleyen bir zemin oluşturması bakımından tehlikelidir.. Bu açıdan iletişimciler,  genel ahlak kurallarına  ve adaba göre hareket etmelidir..  Bu tutumlarını mümkün derecede muhafazakarlık çerçevesine alabilmelidirler.. Medya marjinal tutumlardan kaçınmalıdır. Halkımız bizim yayınlarımızı seviyor ve izliyor diyemezler. Halkımız bu yayınları istiyor ve izliyor demelerinin geçerli bir mantığı olmamalıdır.. Toplumun ulvi değerlerini hiçe sayan, konuya vakıf olmayan cahil insanları konuk olarak ağırlayan medya aynı zamanda  itibar kaybeder. Ne yazık ki muhafazakar medyada bile, kendi değerleri içinde çelişkiye düşebilmektedir.  Yabancı filmlerdeki yatak sahnelerini makaslayarak önlem aldıklarını zannederek; filimdeki baş kahraman oyuncunun sigara içmesini alkol almasını, kumar oynamasını, gayri meşru hayat yaşamasını önleyemiyor. İşin aslına bakar isek;  medya kuruluşları inanç değerlerine uygun prodüksiyon yapamıyorlar. insanlık değerleri karşısında iflas ederek, toplum karşısında itibar kaybına uğrayarak battıkça batıyorlar.

Eğitimcilerimiz kendilerine emanet ettiğimiz çocuklarımızı, eğitimcilik ruhuna uygun bir şekilde hayata hazırlarken, kitle eğitim araçları diye adlandırabileceğimiz medya iletişim mecralarının yöneticileri de toplumun huzuru ve mutluluğu için, manevi değerleri hiçe sayarak asla yayın yapmamalıdırlar. Medyanın topluma  dezenformasyonu aynı zamanda bumerang gibi  kendilerine vuruyor olması demektir. Toplumu yücelten ahlak değerleriyle yayınların gerçekleştirilmesi, toplumsal bilincin yükselmesi demektir. Ancak bu suretle medya birinci derecede görevini yapmış sayılabilecektir.

Yazı: Profösör -  Çizgi: Serre

12 Kasım 2011 Cumartesi

Çocukluğumda yaptığım ilk resim hüzünlü bir sonbahardır

Geçen akşam ilkokul öğrencilerinin resim dersinde yapmış oldukları resimlere baktığımda, çocukluğum bir film şeridi gibi gözümde canlanmış oldu.  İlkokula kendi köyümüz olan "Kırtepe İlkokulunda başlamıştım. Daha ilkokul birinci sınıfa başladığımda en çok sevdiğim derslerin başında resim-iş ve müzik gelirdi. Daha sonraları resim yapmak benim için bir tutku halini almıştı. O zaman elime ne geçerse onunla düz zeminler üzerine resimler yapıyordum. Okula başlamadan önce de elime geçirdiğim kurşun kalemlerle odanın duvarlarına resimler yapardım. Bu yüzden de annemden çocukluğumda azarlar işitirdim. Çizmek ve boyamak kadar bir çocuğu eğlendiren hiçbir şey yoktur diyebilirim. Bazen resim dersi, okul bahçesinde çubuklarla toprak zemin üzerine resimler yaptırılarak işleniyordu. Açık havada toprak üzerinde resimler yapmak o zamanlar bize çok eğlenceli ve zevkli gelirdi. Daha sonra ortaokul ve lisede de resim dersi benim için çok ayrı bir önem arzetmiştir. 


Münevver Şefik Fergar İlköğretim Okulu üçüncü sınıftaki bir öğrencinin yaptığı resmi çerçeveleyerek sayfamda yayınlamak istedim. Bu paylaşım benim ilkokula başladığım ilk resme çok benziyordu. İlkokulda öğretmenim benim resmimi sınıf panosuna asarak beni ödüllendirmişti.  Sonra da resim yapmanın zevkini her zaman doyasıya yaşamış oldum.  İlkokul, ortaokul, lise ve üniversiteye kadar bütün kitaplarımın kabına resimler yaparak adeta stres atıyordum. Gittikçe çizimlerim de gelişiyor ve arkadaşlarım tarafından takdir görüyordum. Bu bende kimlik ve kişiliğimi etkiliyordu. Adım sanki unutulmuş, herkes bana "Ressam" diye çağırıyordu. Bu "Ressam" lakabı beni o kadar mutlu etmiştir ki, sanki kimliğimi ressam olmama borçluydum. Bir taraftan da eskiye nazaran daha güzel çizimler yapabilmenin sorumluluğunu büyük ölçüde hissettim.  Kendimce çizgi çizmeyi bir disiplin haline getiriyordum. Kışın buğulanan pencere camlarına dahi resim yapar ve yaptığım resmin köşesine de imzamı çakmayı ihmal etmezdim.

Zaman geldi, bir dergide çizgilerim yayınlanmaya başlayınca, dergiyi takip eden bir gazeteci ağabeyimiz tarafından, çalışmış olduğu gazetede benim de ressam olarak çalışmam teklif edildi. Artık çizgilerim, resimlerim, karikatürlerim, grafik çizimlerimden para kazanacak ve maaş alacaktım. Nitekim gazetecilik serüvenim ressamlıkla başladı. Nihayet sırasıyla beş ulusal büyük gazetede resim ve grafik de yaptım. Karikatür de çizdim. Muhabirlik ve yazarlık da yaptım.. Mesleğimi sevdim. Mesleğimi severek icra ettim. Hayatımı böyle kazandım.  İlkokula giden çocukların yaptıkları resimlere baktıkça anılarım hep tazeleniyor. Çok iyi hatırlıyorum ki; çocukluğumda ilk yaptığım resim bir sonbahar resmiydi. Bütün ağaçlar sararmış, yapraklar dökülürken, bacalardan da dumanlar tüterdi. Her sonbahar gelişinde, sarı sarı yapraklar ve hüzün içinde olduğum günler bir bir gelir aklıma.. Çünkü  sonbahar bir hüzündür.  Hüzün bütün sonbahara resimlerinde en yakışanıydı.

Profösör

10 Kasım 2011 Perşembe

Sende evlat acısı, bende de kuyruk acısı varken

Vakti zamanında bir köyde oğluyla yaşayan bir adamcağız varmış. Evlerinin avlusunda bir delik varmış. Bu delikte bir de yılan yaşarmış. Adam her sabah kalkar delikte hayatını sürdüren yılana bir kapla deliğin önüne süt koyarmış. Yılan da sabahları kendisi için getirilen bu kaptan sütünü içer, kaptaki süt boşalınca, boş kabın içine dünyalık için bir altın koyarmış. Yılan kendisine yapılan bu iyiliğin karşısında hergün kendisi için getirilen süt kabına bir altın koymaya devam edermiş.


Bu adamcağız ile delikte yaşayan yılan arasında karşılıklı iyilik yapmalarından dolayı bir dostluk başlamış. Bir müddet sonra adam hastalanır ve yatağa düşmüş. Bundan dolayı avluda yaşayan yılan için deliğine süt koyamaz. Oğlunu çağırır; "Oğlum bizim avluda yaşayan bir yılan var. Onun deliğine ben hergün bir kapta süt bırakıyorum. O da bize dünyalık olarak hergün bir altın bırakıyor. Madem ki ben hasta yataktayım bu görevi sana veriyorum"der. Oğul da her gün yılanın yaşadığı delik önüne aynı kapla süt bırakır. Hergün bunu tekrarlar ve her gün dünyalık olarak bir altın almış olur. Ne var ki birkaç gün sonra oğulun kafasını karıştıran bir fikir belirir. Bu yılan hergün bir altın getiriyor. Bu altını nereden buluyor. Demek ki bu yılan yerin altında bir hazinenin üstünde oturmaktadır. En iyisi mi ben bu yılanı öldüreyim. Sonra da yaşadığı delikten kazarak altınların toplu olarak bulunduğu hazineye kavuşurum. Her gün bir altın yerine, Karun gibi zengin olurum deyip yılanı öldürmek için planlar kurar.

Bir gün eline geçirdiği bir kürekle öldürmek için yılana saldıran bu adamın oğlu yılanı öldüremese de kuyruğunu koparmıştır. Bunun karşılığında yılan bütün zehrini adamın oğluna zerkeder. Çocuk yılanın kuyruğunu kürekle kopartmış ama kendisi de yılan tarafından sokularak ölmüş olur.

Adamcağız iyileştiğinde, daha sonra yılanın yaşadığı deliğin önünde yılanı bekler ve binbir rica ile oğlunun ölümünü de ileri sürerek, içinin acıdığını, ıstırap çektiğini yılana söyleyerek,  yine eskisi gibi dost olalım; aramızdaki ilişkiyi yine eskisi gibi sürdürelim der. Yılan da buna karşılık; benim de kuyruğum ıstırap veriyor der. Sende evlat acısı, bende de kuyruk acısı varken biz eskisi gibi dost olamayız der.

Profösör

5 Kasım 2011 Cumartesi

Bayram demek, zikir, şükür, dua demektir

Son zamanlarda bazı insanların çenesinde pelesenk haline gelen, "Bizim çocukluğumuzda bayramlar bambaşkaydı.. Şimdi bayram mı kutlanıyor? Şimdiki bayramların tadı tuzu yok!" gibi cümlelerle karşılaşır olduk. Bu öyle bir cümle ki; bazen bu cümleleri söyleyenlere hak vermemek mümkün değil. Çocukluğumuzda gördüğümüz sevgi, şefkat ve merhamet, bizler büyüdükçe hayatın ağır yükü ve sorumluluğu omuzlarımıza bindikçe, çocukluğumuzdaki taşıdığımız masumiyeti kaybeder olduk. Herkes birbirine yaklaşırken mutlaka bir çıkar içinde olabiliyor. Üzülerek söyleyelim ki; eski zaman samimiyeti ve ihlâsını şimdi bulabilmemiz kolay değildir. Eskiden binbir yokluk içinde bayramlarda alınan yeni bir ayakkabının bile bir manası, bir etkisi olurdu çocuk yüreğimizde. Bayramlarda belki baştan aşağıya donatılmazdık ama neye ihtiyacımız varsa, sadece o alınırdı. Bu bazen bir ayakkabı,  bazen bir pantolon, ya da bir gömlekle yetinirdik. Bayram namazıyla birlikte bütün gün eş, dost ve akraba ile bayramlaşılır ve bayramları kutlanırdı.  Herkes birbirine sarılırken kutsal bir duyguyla bütün acılar, sıkıntılar ve olumsuzluklar bayram kutlamalarıyla birlikte sanki hepsi çözüme kavuşuyordu. Bayramlar adeta birlik ve dirliğimizin bir sembolüydü. Basit bayram yerleri oluşturuluyordu. Çocuklar oralarda salıncaklarda sallanır,  çatapatlar patlatır, balonlar, uçurtmalar uçururlardı.

Şimdiki bayramlara gelecek olursak, bizim çocukluğumuzdan daha güzel ve daha da etkin bayram yerleri kuruluyor. Her tür eğlencenin içinde olduğu modern bayram yerlerinde çocuklar istediği gibi eğlenebiliyorlar. Sadece toplum belleğine medyanın ve turizm şirketlerinin kampanyalarıyla bir zihniyet değişimiyle toplumun gelenek ve görenekleri tahrib edildi. Bunu yaparken de din ve diyanet konuları alay bile ediliyordu. Gericilik, yobazlık, taassup dinin bir kamburu gibi yansıtılıyordu.  Hala tam olarak; din özgürlüğü, fikir ve ifade özgürlüğünün ülkemizde geçerliliğini söylemek mümkün değildir. Öyle bir zihniyet oluşturuldu ki, sosyal içici bir toplum daha makbul toplum olur düşüncesi yerleştirilmiş oldu. Hiç alkol kullanmayan ve şiddetle karşı çıkan kişi, sanki devlete karşı çıkan bir anarşist gözüyle bakılır oldu. İnananlar tefrikaya düşürüldü. Biri bir şeye ak derken, biri kara diyebiliyor, bir diğeri de daha itidalli olsun diye siyahla beyazı karıştırarak işi grileştiriyordu.

Bir bayramı idrak ediyoruz. Özellikle de Kurban Bayramı hakkında ne tür yayınlar yapıldığını biliyoruz. Dinin temel öğesi olan kurban kesmek iptal edilsin, bunun karşılık değeri de, para yardımıyla yoksullara destek yapılsa sözleriyle kafaları karıştıracak her tür oyunları bir tuzak olarak sergileyebiliyorlardı. Hatta balıktan, horozdan kurban olur diyenlerin hezeyanlarını da geçtiğimiz senelerde dinlemiş olduk. Allah'ın kurbana ve ibadete ihtiyacı yok ki! İbadet ancak; Allah için yapılmakla birlikte tevhidin özünü oluşturmaktadır. Bayramı bayram yapan yüreklerdeki ulvi değerlerdir. Bizler eski bayramlarda, evde yapılan baklavalar, börekler, çörekler, bazlamalar ve yağlı katmerleri elbette unutmuyoruz. Şimdi ise adını bile bilemediğimiz yabancı kültürlerin pasta kek ve pudingleri gibi bir sürü tatlı çeşitlerini pastanelerden temin edebiliyoruz. Hatta bir ısırımlık kekler, pastalar ve buna benzer jöleli, jelibonlu şekerlemeler artık marketlerde janjanlı ambalajlar içinde satılmaktadır. Bayram denilince ilk akla gelen tatil oldu. Nereye kaçabilirizin heyecanını aylar öncesi yaşanır, tatil için gidilecek yerler belirleniyordu.  Sonra da anneler babalar, anneanne, babaanne ve dedeler, halalar, teyzeler, amcalar dayılar bayramda unutulur oldu. Aile, hınım hısım akraba ve yüce değerler parçalanır oldu. Sevgi, saygı hoşgörünün yerini çıkarcılık, bencillik ve nefsi kaygılar yer aldı.

Bütün bunlara rağmen biz kendi halimize bakalım. Neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilmemize rağmen kendimize çeki düzen verelim. Gerçek değerin yüreklerimizde, sevgi, şefkat,  merhametin sevdiklerimizin ve dostlarımızın kucağında olduğunu unutmayalım. Şartlar ne olursa olsun, her bayramın sevinç ve neşeyle kutlanması gerektiğini bilelim. Birlik ve beraberlik ruhunun en kötü günlerde ve bir de en sevinçli günlerde olduğunun bilincine varalım. Çünkü; bayram demek, sevmek ve sevilmek demektir.. Bayram demek, sarmak ve sarılmak demektir..  Bayram demek, matemi terkedip birlikte sevinmek demektir..  Bayram demek, birlik ve beraberlik demektir..  Bayram demek, dirlik ve düzenlik demek.. Bayram demek Allah'a kul olmak ve ibadet etmek demektir.  Bayram demek, Allah'a kurban olmak demektir. Bayram demek, zikir, şükür, dua demektir.

Bu vesileyle; Kurban Bayramınızı en içten duygularımızla kutlar, İslam aleminin birliği ve dirliği için, bütün insanlığın hidayeti için yüce Mevlamızdan niyaz eder; nice sağlıklı, huzurlu ve mutlu Bayramlar dileriz.

Yazı: AsahharaProfösör  /  Grafik : Profösör

1 Kasım 2011 Salı

Bir söz söyle; ne söylediğini önce kulağın duysun

Bıktık artık; terörden, depremden.. Ayağa kalkmalıyız artık;  yeniden, yeniden.

Gelmeyin duvarlar üstüme üstüme.. Bir deprem yaşıyorum içimde.. Yüreğim yaralanmasın.. Boş söze, boş vaade kimse kanmasın.

Maverayla göbek bağını kopartmışsan eğer, anarşi de olur, terör de olur. Bu buhrandan  kurtulmak istersen eğer; yeniden doğmaya, yeniden dirilmeye değer..

Cumhuriyet varsa terör olmamalı.. Açlık, yokluk olmamalı. Cumhuriyet varsa, kardeşlik olmalı..  Kaynaşma ve paylaşma olmalı..

Cumhuriyetin nitelikleri önemli.. Cumhuriyetin ilkeleri önemli.. Cumhuriyet mademki fazilet rejmi; toplumu bütünüyle kucaklamalı; ayrılık gayrılık olmamalı.

Cumhuriyet insanımızı yüceltmeli, bilinçli bir toplum oluşturmalı.. Cumhuriyet karıncayı, böceği ezmemeli..

Cumhuriyet yapısı itibarıyla, doğrulukları, iyilikleri, güzellikleri celbetmeli.. Yanlışlıkları, kötülükleri, iyilikleri def etmeli.

Ey millet.. Bir anne kadar yürekli olalım. Çocuklarımızı terörden koruyalım. Bu teröristleri topla tüfekle değil; tükürüklerimizle boğalım..

Bir cinsi sapık yakalansa bir bebek için bütün şehir ayağa kalkar.. Teröristlerin kurşununa muhatap olan bir bebek için bütün millet canını vermeli.

Can güvenliğimiz yoksa eğer rahat yatamayız.. Teröre, depreme, haksızlığa karşıdan bakamayız.

Herkes Vanlı, herkes Ercisli olabiliyorsa eğer, bölücülük, ayrımcılık bitmiştir bu herşeye değer.

Teröre karşı kararlı bir mücadele var, eninde sonunda kökü kazınacak buna inancım var..

Asra yemin olsun ki; terör bitecek, huzursuzluk gidecek.. Asra yemin olsun ki;  Adalet gelecek, haksızlık gidecek. Hak gelecek, batıl zail olacak..

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...