İzleyiciler

31 Ocak 2012 Salı

Harfler.. Kelimeler.. Cümleler.. Neler söylerler.. Neler...

Aşktan dostluk doğarsa makbüldür. Dostluktan aşk doğarsa daha makbüldür.

Aşktan doğan mutluluk, buruk buruk. Dostluktan doğan huzur sonsuzluğu doyurur.

Kar yağarsa yağsın. Çocuklar kızak kaysın. Biricik dileğim var benim. Gönlümün yıldızı kaymasın.

Kalp kıranın kısmeti kesilir. Kalbi kırılanın ümidi kesilir. Karşılıklı empati yapalım.. Biraz sabırlı, biraz merhametli olalım.

Ben bir ustayım; ustaların ustasıyım. Kırılan kalpler varsa eğer, tamir edebilir bir husustayım.

Sanki bir horoz gibiyim. Eşelendim eşelendim. Ne kadar derdim varsa deşelendim. Bir umut doğdu içime. Şükredeyim bir buğday tanesine..

Profösör

30 Ocak 2012 Pazartesi

Öyle bir söz ki; Özümüzden bir söz.

Söz; insanın düşündüklerini, hissettiklerini, yaptıklarını, yapacaklarını ve yaşadıklarını, cümlelerde itinayla kullandığı kelime ve kavramların bütününe diyebiliriz. Nice sözler vardır ki; gönülleri fetheder. Nice sözler vardır ki; adamı ipe götürebilir. Ağızdan çıkan her sözün asıl mahreci, ağız ve dudak değildir. Onun çıkış noktası ve mahreci boğaz da değildir. Sözün bir anlamı da lisandır. Lisan dildir. Lisan insanın düşünce ve duygularının bir ifade şeklidir.  Söz, dilin ve lisanın temel malzemesidir. İnsanın ifade edeceği şeyler insanın beyninde türeyerek, zihninde bir bekleme sürecine girer. Zihinsel işlev ise beyin ile kalb arasındaki bir tasavvur etme yeridir. Beyin düşünür ve türetir, akıl destek verir, zihin de bu oluşumu şekillendirir ve bunu kalp ile paylaşır. İnsan kalbiyle hakikate inanır. Kalbimizle inanır ve kalbimizle zihnimizdekileri tasdik eder, doğrularız.. Kalbin evet dediği bir şey, yanılgısı yok denecek kadar doğrudur, güzeldir ve iyidir. Hulusi bir kalp ile bakılan herşey güzeldir. Hulusi kalp ile işitilen her ses güzeldir. Hulusi kalp ile hissettiklerimiz ulvi değerlerdir. İnsan duygusuyla, düşüncesiyle, davranışlarıyla iyi bir insan profili çizebiliyorsa eğer, işte O kişi bizim için vazgeçilmez değerli bir dosttur. Dostlarımızın bize güzel bir bakışı bizim içimizi eritmeye kadirdir. Dostlarımızın sözleri bizim için baldan da tatlıdır. Bir başka deyişle dostlarımızın sözü bize bal, başkalarına sirkedir.  Böyle insanların konuşmaları bizim içimizde güller açması için yeterlidir. Onların sözleri yılanı deliğinden bile çıkartır. Onların bakışları en azgın boğaları bile sakinleştirir. Onların bize dokunmaları bizim gönül yaralarımızı iyileştirmeye kâfidir.

Nice insanlar vardır ki; hakikati anlamaya algıları yoktur. Sanki kalpleri mühürlenmiş gibidir. Yalana teslim olmuş bir insan, daha baştan inanç sorunu yaşadığı gibi, hayatı sanal dünyadan ibarettir. Bir sözün, bir kavramın, bir fikrin derinliğine inemediği gibi, karşıt kavramları da karıştırarak, neyin iyi, neyin kötü olduğunu da zihinsel bir kısırlık yaşayarak kavram kargaşalığı içinde boğulup gitmeye mahkumdur. İyi bir sözün atfettiği mana bütün hayatı güzelleştirmek içindir. Kötü bir söz de hayatı zindan etmek için bir virüs gibidir. Bu virüs bütün vücudu ve bütün varlıklar alemini sarabilir. Bütün varoluş sistemini çökertebilir.

Nice insanlar vardır ki; hayatı ve dünyayı kendinden ibaret sayar. Kendisi için bencil bir hayat ve bencil  bir dünya yaratmıştır. Kendisini besleyen hayat damarlarını cehaletle ve bilinçsizlikle keser ve yapayalnızlığın içinde kendisine bile yararı olmayan bir mantık silsilesinin içinde mantıksızlığını yaşar. O tür kişiler size "Çirkinsiniz" de diyebilir. Oysa o kendi çirkinliğini dile getiriyor olabilir.  Sizin de öyle olmanız için bilinçaltı duygularının bir ifadesi olarak size yansıtıyordur. Ayrıca bu, o kişinin kendi duygu ve düşüncelerinin bir ifadesidir.

Nice insanlar vardır ki; hayatlarını varsayımlar üzerine kurmuştur. Oysa varsayımlar duygusal bir anafor oluşturmaktadır. Duygusal anafor zamanla takıntı halinde kırık bir plak gibi aynı nameyi tekrarlayıp duracaktır. Sağlıklı bir iletişim varsayımlar üzerinden değil de sorarak ve sorgulayarak net bir iletişim kurabilmektir. İletişim kurmak özen ister. Söz dağarcığı ister. Sözleri yerli yerinde kurabilmek ister. Ayrıca karşımızdakiyle empati kurarak, karşımızdakini  daha iyi anlayacağımız ve karşımızdaki tarafından da kendimizin daha iyi algılandığımız gerçeğini unutmamalıyız. Bizler var isek, birbirimizin sayesinde varız. Bizler ayakta durabiliyorsak mutlaka elimizden bir tutan vardır. Bizler eğer mutlu isek mutlaka seviyor ve seviliyoruz demektir. Bu halde yapmak istediklerimizin en iyisini yapmakla işe başlamalıyız. Hayatımızın her anında ve her koşulda mutlaka kendimiz ve sevdiklerimiz için yapacaklarımız vardır. Biz ve sevdiklerimiz için hayatı dolu dol yaşamalıyız. Hulusi bir kalp ile öyle bir söz söyleyebilmeliyiz ve işitebilmeliyiz ki, ancak o sözle mutlu olabilelim. "Seni çok seviyorum" sözünü sevdikleri için bir cümlede kurabiliyorsak ve "Seni çok seviyorum " sözünü kendimiz için kurulmuş bir cümlede işitebiliyorsak gerçek mutluluğu tatmış olacağız. Sevmek ve sevilmek Allah'ın rızasını kazanmak demektir. Ancak böyle bir mutlulukla özümüzde ve sözümüzde mahşere kadar huzur içinde yaşamış olacağız.

Profösör

26 Ocak 2012 Perşembe

Ben olmak.. Bencil olmamak..


"Ben" olmak demek; bir kimlik sahibi olmak demektir. Tam anlamıyla "Ben" olmak demek; kendini ne için, nerede ve nasıl olması gerektiğini çok iyi bilmektir. Kişi kendini bilmek ve tanımakla ilgili, çok iyi bir konumda olsa da, aynı zamanda kendini tanıdıkça bir hiç olduğunu da anlayacaktır. Bir damlanın ağırlığı ve hacmi ne kadar bir değer ederse etsin, ancak bir okyanusa kavuştuğunda kendini bir hiçlikten kurtarmış olacaktır. Yağmurlar yağar, seller akar, çaylar, dereler, nehirlerle denizlerle buluşur. Uçsuz bucaksız bir su kütlesinin içinde bütün zerreleriyle birbirine karışarak vuslat hasıl olmuş olur. Tekrar yeryüzü ısınır, tekrar sular buharlaşır, tekrar bulut olur, yağmur olur. Seller akar. Su bir yağmur damlası iken belki hiçtir ama bir okyanusa karışıp, okyanus olduğunda herşeydir.

İnsan da tek başına bir hiçtir. Ancak bütün yürekler toplanıp, hep birden attığı zaman birbiri için atar, büyük bir değer ifade eder. Bu yürekler birbiri için sevinir, birbiri için coşar. Birbiri için ağlar, birbiri için üzülür. Artık benlik içinde bencillik yoktur. Birlik ve beraberlik vardır. Hep birlikte doğruya sarılmak varken, hep birlikte yanlışa dur demek varken, hep birlikte bir kişinin kaldıramayacağı yükü bin kişi omuz atarken, insan tek başına ne yapabilir ki. Birimiz; hep birimiz, hepbirimiz birimiz için var olduğunda, bir damlanın okyanus oluşu gibi ebediyet değerlerini yaşarız.

Bir insan "Ben" olmayınca da bir kimlik sahibi olamıyor. İnsan birbiriyle birlik ve beraberlik yaşamayınca da bencil olabiliyor. Bu kavramlar birbirine aykırı gibi görünse de, gerçek "Ben ve Benlik" birlik ve beraberlik için olduğu zaman gerçek bir "Ben ve Benliğe" kavuşuyor. Yoksa birlik ve beraberliği içeren bir kimlik taşımıyorsak o zaman bencillik yakamızı bırakmıyor. Bencillik yapısı gereği içinde sadece hiçlik ve yalnızlık barındırıyor. "Ben" olalım. Herkes içinde bizi ve hepimizi temsil eden bir "Ben" olmalı, Hepimizi temsil eden bir "Benlik" içinde olmalı.. Gerçek bir "Ben" olmak demek; bencil olmamak demektir. Bencil olmak demek; kendi yalnızlığımız içinde, dünya kaygılarıyla, dünya sıkıntılarıyla, üzüntü ve ıstıraplarla bir nefes alış veriş kadar yaşayarak ömür tüketmek demektir. Bu dünyadan ulvi değerlerden yoksun olarak kendi yalnızlığımız içinde  boğulup gitmek demektir.

Profösör

23 Ocak 2012 Pazartesi

Gönüller Sultanımız


Sadece bir bakış.. Binlerce kilometre uzaklıkta, gökyüzüyle yeryüzünün birleştiği ufuk çizgisinde, tam zamanı, tan ağarmak üzeredir. Sarı çizgi üzerine, git gide kızıllaşan, kırmızının maviyle bileşimi mora, sonra da morun iyice lacivert renge dönüşmeden gri ve gök mavisine kadar bir renk yelpazesine bakar gibi sade bir bakışla, sadece bir bakış yetiyor. Yeniden doğmak için bütün yüreklerde yaşayarak, hayat bulmak için, bir romanın giriş yazısındaki çekiciliği kadar duygular, düşünceler, arzular, istekler, dilekler gözlere yansıyor gibidir.

İşte öncü kuvvetler!. En önde düldüllerini toza dumana katarak, arkadan gelen büyük bir gönül ordusunun iki zarif süvarisi, otantik savaşçı kıyafetleriyle, karşımda arzı endam ediyor. Görevleri icabı "lçiye zeval olmaz" kabilinden, birisi at üzerinde bir referans yapıp, selamını tamamladıktan sonra, elinde bulunan fermanı, el çabukluğuyla açarak, Sultanlarının bize selamlarını iletiyor. Diğeri de gümüş sırlarla işlenmiş, küçük, parlak gümüş parayı andıran otantik pullarla da motifleri bezenmiş bir kumaşla sarılı, içinde kıymetli hediyelerin bulunduğunu farz ettiğim sandığı bana uzatıyor. "Lütfen kabul buyurun" der gibi bir yüz ifadesiyle Sahra Sultanının selamlarını, dostluklarını ve sevgilerini bizimle paylaşmak için sahrada bir vaha içinde mola veren ordunun başında beklediğini, gelenekler gereği de bizim kendilerini karşılamamız gerektiğini de vurguladıktan sonra, atlarını mahmuzlayarak, dört nala tekrar karargahlarına rüzgar gibi gidişlerini hayranlıkla arkalarından bakıyorum.

Ben bir bedevi ruhuna sahibim. Nice cehennem gibi esen sam yellerine maruz kalmışım. Kavrul kavrul cehennem sıcağında kavrulmuşum. Nice çöl fırtınalarında yolumu kaybetmişim. Nice zehirli çöl yılanlarının saldırısına uğramışım. Başımda otantik bir beyaz sarık, üstümde upuzun beyaz libasım, belimi sarmalayan kuşağımda hançerim, elimde zülfikarımla yalınkılıç, kervan basan nice haydutlara kan kusturmuşum. Onaltı kişilik hazır kuvvete sahip, üç gün üç gece, aç ve susuz kılıç sallayan bir avanenin başıyım. Kısacası cengaver bir çöl adamıyım. Buna karşın adaleti ve hakkaniyetiyle nam salmış, yol kesen, kervan basan, haydutların korkulu rüyasıyım. Sahra Sultanının ricası üzerine O'nu karşılamak selamına, sevgisine, dostluğuna karşılık vermek için boynumuzun bir borcu olarak gören bir anlayışın temsilcisiyim. Belki de Sultanın maiyetinde bir muhafız birlik olarak hizmet vermeyi şeref meselesi sayan bir kahramanım. Yeter ki gönüller sultanı Sahra Sultanımızın gönlünde yaşayan bir kahraman olayım. Yeter ki O'nun sevgisini, dostluğunu da sonsuza dek gönüllerimizde yaşatabilme faziletine sahip olalım.

Profösör

18 Ocak 2012 Çarşamba

Dijital Bir Alem Tasarımı ve Dijital Tezhip

Alem; İlim kökünden türeyen alem sözlükte; “belli eden, bildiren, iz, alâmet, işaret ve nişan” anlamlarına gelir. Çoğulu, a’lâmdır. Arap dilinde özel isme alem dendiği gibi bayrak, sancak ve sınır taşına da alem denir. Ülkemizde câmi kubbelerinin tepelerinde ve daha çok minarelerin en ucuna takılan ve hilal şeklindeki işaretlere alem denilmektedir.

Özellikle camilerin tepesinde, minarelerin ucunda, Osmanlıda medrese ve sosyal tesislerin kubbelerinde kullanılan alemler benim ilgimi çekmiştir. Alemin inancın bir alameti farikası olduğunu da söyleyebiliriz. Alemler insanın en yüce duygularını da arşı alaya taşıyan bir semboldür.
İki, üç yıldır üzerinde çalıştığım mozaik türü, hat ve tezhipte bir tarz oluşturmaya çalıştım. Bu çalışmalar yapı sektöründe kullanılabileceği gibi, dijital ortamlarda da kurumsallığa destek verebilecek nitelikte çağdaş yorumlar olarak da kabul edebiliriz. Bir alem tasarımından üçyüzaltmış derecelik bir güneş ve çiçek yorumunu kanaviçede de işlenebilir hale getirebiliriz. Tekstilde de kullanabileceğimiz otantik çalışmaları tasarlayabiliriz.

Grafik-Tasarım: Profösör

16 Ocak 2012 Pazartesi

Dostluğumuz Bir Şuur Halidir


Bütün varlıklar kozmik bir alem içinde varlıklarını sürdürmektedirler. Her varlık kendi oluşumunun ve var olmanın kendine has özelliklerine sahiptir. Her varlık kendisi için değerli olduğu kadar, kendisi dışındaki varlıklar için de değerlidir. Yaratan hiç bir varlığı gereksiz yaratmamıştır. Hepsinin bir varoluş hikmeti vardır. Bütün yaratılanlar adalet ve hakkaniyet prensiplerine göre bu kozmik alemde dizayn edilmiştir. Somut olarak gördüğümüz ve göremediğimiz alem de, aynı zamanda soyut olarak varlığını hissedip, göremediğimiz alem de adalet prensiplerine göre varlığını ve işlevselliğini sürdürmektedir. Dolayısıyla kainattaki bütün varlıklar asla eşitlik prensibini kabul etmezler. Bütün varlıklar taşıdıkları değerlerle, büyüklük küçüklükleri, etkileyip ve etkilendikleri her şeyle birbirinden farklı özellikler içindedirler.

Kainatta hakkaniyetin dışında herşey izafidir. Fakir de olursun. Zengin de olursun. Sağlıklı olursun, hasta da olursun. Seversin, sevilirsin. Aynı zamanda özlersin, özlenirsin. Az kazanırsın kazandığının bereketi, bir değeri ve anlamı vardır. Çok kazanırsın kazandığının hiç bir değeri ve bereketi olmadığı gibi, bir anlam da ifade etmez. Azlık, çokluk da izafidir. Ne kadar kazandığımız önemli değildir. Nasıl kazandığımız önemlidir. Herşeyin çıplak gözle görünen bir yönü olduğu gibi, çıplak gözle görünmeyen yönü de vardır. Kafa gözüyle bakış ve görüş olduğu gibi, kalp gözüyle bakış ve görüş vardır. Kafa gözüyle baktıklarımız ancak fizik kurallarıyla ifade edilebilinir. Bu bile düşünceyle sınırlıdır. Kalp gözüyle baktıklarımız ise, metafizik kurallarıyla açıklanabilinir. Kalp gözüyle bakışın sınırı yoktur. Kalben yaşanan ve yaşatılan duyguların zenginliği asla tartışılmamalıdır. Kalbi bir bakış, yerle bir olmuş viraneleri bile abad edebilir. Eğer herşeye kalbi ve sevgiyle bakarsan baktığın her varlığın gönlünde ve özünde kendine sıcak bir yer bulursun. Sevdiğinin kalbinde yaşar, hayat bulursun. Sevdiğinin kalbinde yaşamak demek, sonsuz ve bitimsiz bir mutluluğun cennet ikliminde yaşamak demektir. Kalben sevdiğinin karşılığını sevilerek buluyorsan, dünyada acı, ıstırap, sıkıntı gibi insanı perişan eden duygular yerine, dünyadaki cehennemin bile, bize cennetten bir gül bahçesi sunacağını unutmayalım.

Hiçbir şey çıplak gözle göründüğü gibi değildir. Azlık, çokluk, büyüklük, küçüklük, iyilik, kötülük, güzellik, çirkinlik, birbiri içinde bir gizlilik ve bir sır taşımaktadır. Önemli olan bütün değerlerin kemiyetle değil, keyfiyetle açıklanmasıdır. Şu an binlerce kilometre uzaklıkta yaşayan, bana ihtiyacı olan bir dostumun elini manen sıkı sıkı tutuyorum. Bütün kalbimle, iyilik ve güzellik enerjimi ona yüklüyorum. O da bunu biliyor ve bu gücü kendisinde buluyor. Bu düşünce dostluğumuzun, sevgi temelinde birlik ruhunu oluşturduğu bir şuur halidir.

Profösör

14 Ocak 2012 Cumartesi

Çağdaş İnsanın Ruhsal Bunalımı


Hepimiz çağdaş dünyanın insanları olarak bir çeşit ruh hastalığına yakalanma potansiyeline sahibiz. Çağdaş insanın yaşadığı bu dünyadaki iklimin doğal olmadığını düşünüyorum. Yaşadığımız hayat; doğallık olmayınca da tasavvur ettiğimiz hayat da, sanki sırtımızda bir kambur gibi durmaktadır.

İnsan ruh ve beden olarak, bir hamur gibi yoğrulmuştur. İnsan ana rahminde şekillenmesini tamamladıktan sonra, doğumla birlikte dünyaya gelişi bir varoluş gerçeğidir. Yaratılış ve fıtrat gereği, ancak maddi ve manevi değerlerin bir arada bulunmasıyla ve birbirini tamamlamasıyla, en tabii, yaşam hakkını elde edebileceğine inanıyorum.

İnsan tabiatına aykırı olarak, bir yaşam felsefesi oluşturuyorsa ve bu felsefe etrafında hayat sürüyorsa, potansiyel bir ruh hastası adaylığını da sürdürüyor demektir. İnsan duygusuyla, düşüncesiyle ve davranışlarıyla, kendisine yabancıl olduğu gibi, etrafına da olumsuzluk olarak yansıtacaktır. Başta inandığı değerlere karşı ters düşecektir. İnandığı değerlere ters düşmek demek, iyiyi, kötüden, güzeli çirkinden ve doğruyu yanlıştan ayırt edebileceği yeteneğini kaybedecek demektir. İman başlı başına en temel değerdir. İman varsa, amel peşinden gelmelidir. İman yoksa o kişide amel aranması da eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. O halde neye, nasıl inandığımızı iyi bilmemiz ve imanımızı her fırsatta kontrol altında tutmalıyız. Asla umutsuzluğa kapılmamalıyız. Yaşadığımız bu dünyada ve bu sosyal hayatta herkes birbirinin aynası durumundadır. Üzüm üzüme baka baka karardığına göre, insanlar da birbirine görerek, bir anlamda, hep birlikte bir yaşam felsefesi oluştururlar. Hayata bakışı da bir zihniyet olarak düşüncelerini ve duygularını etkilediği gibi, davranışlarını da belirler. Herkesin bir kaygısı varsa onun da kaygısı vardır. Herkesin üzüntüsü ve ıstırabı varsa onun da üzüntüsü ve ıstırabı kaçınılmazdır. Sürü misali, herkes uçuruma gidiyorsa, o da sürünün peşine takılır, uçuruma düşmesi artık onun bir kaderidir. Bu dünya ona göre "Böyle gelmiş böyle gider" sözünün bir yansımasıdır. Böylece bir kısır döngü içinde ömrünü tüketir.

İnsan yaşadığı basit bir fiziki hastalığında bile, gripte olduğu gibi yatağa düşebilir. Eğer o kişi yalnız bir insansa, bir su vereni yanında yoksa yalnızlığı bütün hücrelerine kadar hisseder. Böyle bir insan bunalıma girebilir. Travmalar yaşayabilir. Her fiziki hastalığın mutlaka bir ruhsal boyutu vardır. Bunun gibi, her yapılan kötülüğün, çirkinliğin ve yanlışlığın insana getirebileceği ruhsal bir hastalık vardır. Sağlıklı olmanın fiziki boyutları canlılık, hareketlilik olduğu gibi, ruhsal boyutları da, huzur ve mutluluktur. Hastalıklı olmanın fiziki boyutları, bitkinlik durgunluk olabildiği gibi, hastalıklı olmanın ruhi boyutu da yalnızlık, umutsuzluk ve birbiri içine girmiş müzmin travmalar, panik ataklardır.

Sağlıklı yaşamanın en temel şartı, inanç değerlerinin hakkıyla yerine getirilmesidir. İnancımız başta yapaylıktan uzak bir fıtri hayatı tavsiye eder. İnsanın fiziki ve ruhi rahatsızlıklara yakalanmaması için disiplinli bir hayat tarzı sunar. İyi düşünüp akletmemizi ister. Her değere sadece kafa gözüyle değil, aynı zamanda kalp gözüyle bakmamızı sağlar. Felaha ermemiz ve kurtulmamız ancak buna bağlıdır. Yoksa insanlık karamsar bir dünyanın iğneli fıçılarında asla iflahı mümkün olamaz. Nitekim çağdaş dünyanın da en büyük rahatsızlığı ruhi bunalım değil midir?

Profösör

11 Ocak 2012 Çarşamba

Artık Dizginlenemem Ben

Bulutlu ve karamsar bir seher vaktindeyiz. Belki tan hiç ağarmayacak. Belki sabah olmayacak.. Belki de güneş, ışıklarını bulutlara vurmayacak. Belki de güneş hiç doğmayacak. Yalancı bir bahar gibi, loş bir aydınlığın serinliği yüreğini titretecek. Yalnızlığını içine çeke, çeke kaderinle paylaşacaksın. Belki de bir kır evinden dağ evine kapanacaksın. Baş başa kendinle kalıp bu halinle acınacaksın. Ağaçlar, otlar, dereler.. Bu haline ne der!. Çiçekler, arılar kelebekler, bu haline gülerler. Sen kendi derdine düşmüşsün arkadaş!. Kimseyi dinlemeksizin, sadece seni ayakların götürecek.. Nereye gittiğini bilmeyeceksin. Belki bir dağ evi, belki de bir bağ evine gideceksin.

Çocukluğunu düşün bir an. Yalın ayakların harita gibi kirlenmiş, kirlendikçe şekilden şekle girmiş. Çok sevdiğin askılı pantolonun bile, dizlerindeki yamaları sökülmüş. Yaramaz bir köy çocuğusun sen. Serçelerin, kargaların, kuşların katili, zavallı bir çocuksun sen. Boynunda asılı bir sapan, ağaçtan ağaca uçan kuşlara bakan avcı bir çocuksun sen. Bir gün gökyüzüne bakarken, ayaklarına pıtraklar batacak, nallanmış bir tay gibi koşarken, canın yanarak acıyacak, ağlayacaksın sen. Aman da aman.. Ayakkabısız, yalınayak pıtraklı tarlada koşmak, ne yaman!.. Çocuksun, evet ağlayacaksın, sümüklerin akacak. İçin için çekerek, yüreğini dağlayacaksın.

Bir filim şeridi gibi akacak hayalin gözünün önünde. Bu dünya sahne, biz de birer oyuncuyuz. Belki de, bu dünyada tek kalan, bir sonuncuyuz. Bin bir fikir, bin bir duygu iç içe birbirine girecek.. Belki bu ömür böyle, bu şekilde geçecek. Bu kadar karışık olur mu düşünceler, duygular.. Bu kadar kırık olur mu düşler, umutlar.. Bir şimşek bekliyorum çaksın, gökyüzünü boydan boya yarsın da gelsin. Bir yağmur, bir sağanak yağsın da gelsin. Dinmeyen, akan gözyaşlarımı silsin de gelsin. Ölü toprağım gitsin üzerimden, yeniden dirileyim. Ondan sonra artık, dizginlenemem ben.

Profösör

6 Ocak 2012 Cuma

Ölüm



Ölüm faniliğin bittiği, sonsuzluğun başladığı bir noktadır. Ölüm dünya ile ahiretin kesiştiği simetrik bir çizgidir. Ölüm varlıkla, yokluğun yer değiştirdiği; yoklukla yeniden varoluşun karşıt kavramlarıdır. Ölüm kimisi için bir kurtuluş, bir vuslat, bir sonsuzluk hayattır.. Ölüm kimisi için; bir korku, bir tükeniş, bir yokluk, bir hiçlik, bir yalnızlık duygusudur. Ölüm bir şiir, bir roman, bir hikâyedir. Ölüm bir film, bir sinema, bir tiyatrodur.

Ölüm benim için fani hayata dudak büküş, ebedi hayata tatlı bir gülüştür.


Yazı ve Resim: Profösör
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...