İzleyiciler

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Hak Varken Batıla Yer Olmamalı


Öğretmen sınıfa girer girmez bir soruyla derse başlıyor; "Çocuklar biliyorsunuz evlerimizi ampul aydınlatıyor. Gecemizi ve gündüzümüzü  aydınlatan nedir" sorusuna ilkokul öğrencileri hep bir ağızdan "Allaaaaaah"  diyerek sınıfı çınlatıyorlar.

Öğretmen gülümseyerek "Elbette Allah aydınlatıyor; Allah gecemizi ve gündümüzü hangi araçlarla aydınlatıyor" sorusuna da "Güneş ve ay" cevabını veriyorlar.

Elbette güneşi parlatan, ayı ışıtan yüce Rabbimizdir. Şükürler olsun Allah'ın bize verdiği bütün nimetlere. Ne mutlu Allah'a ve O'nun verdiği nimetlere şükredip, O'na nankörlük etmeyenlere.

Bir zamanlar bir nesli nasıl mahvettiler; asla unutmuyoruz, kabus gibiydi o devirler.  O devirde Köyenstitüsü mezunu ilkokul öğretmenleri sınıftaki öğrencilerine  "Allah'ım bize şeker ver" cümlesini peşpeşe üç kez tekrarlatıyordu. Öğrenciler de "Allah'ım bize şeker ver!.. Allah'ım bize şeker ver!.. Allah'ım bize şeker ver!.." diye üç kez peşpeşe hepbir ağızdan bu cümleyi tekrarlıyorlardı. Sonra da sınıfta sessizlik içinde bir müddet bekleniyordu. Allah şeker meker vermiyordu. Arkasından öğretmen sinsice,  ikinci cümleyi küçücük masum öğrencilerinin hep bir ağızdan üç kez  tekrarlamalarını istiyordu. "Öğretmenim bize şeker ver!.. Öğretmenim bize şeker ver!.. Öğretmenim bize şeker ver!.. " Öğrenciler hep bir ağızdan bu ikinci cümleyi de üç kez tekrarlayarak, öğretmenin isteğini yerine getirmiş oluyorlardı. Bunun üzerine  öğretmen sırıtarak gülüyor ve çantasından çıkardığı şekerlerden teker teker öğrencilerine bir taraftan dağıtırken, bir taraftan da "Eğer Allah olsaydı sizin isteğinizi geri çevirmeyip, size şeker verirdi. İyi ki öğretmeniniz var; Bakın size şeker dağıtıyor!" diyerek adeta içindekini kusuyortu; tertemiz kücücük beyinlere ve küçücük masum yüreklere.

İyi, güzel, doğru varken; kötü, çirkin, yanlışa bel bağlanmamalı. Huzur, sükunet, mutluluk varken, teröre, anarşiye geçit vermemeli; anafora, anomiye kapılmamalı. Hak varken batıla yer olmamalı

Profösör

16 Mayıs 2014 Cuma

Haktan Yana Olmak


Dünya iki kutupludur. Bu böyle olacak ve böyle de kalacaktır. Fizik kanunlarında olduğu gibi iki kutup vardır. Artı ve eksi kutuplar. Sosyal hayatta, değer yargılarında, inançta ve yaşantıda da iki kutup vardır. Duyguda, düşüncede ve davranışlarda da iki kutup vardır. Çok kutupluluk bir dünya yoktur. Hak ve batıl vardır. Haktan, hakikattan, adaletten, kanundan, nizamdan, ahlaktan, kardeşlikten ve barıştan yana olanlar,  buna karşıt da cehaletten, karanlıktan, zulümden, kaostan, anarşiden, terörden ve bunalımdan yana olanlar vardır. Daha da bunun ötesi berisi yoktur.

Kanunlara ve nizama aykırı hareket etmek, illegal, kanunsuz, izinsiz yürüyüşler tertip etmek, gösteriler yapmak, daha da ileriye giderek güvenlik güçlerine saldırmak, yakmak, yıkmak yasaları çiğnemek ve toplumun huzurunu bozmaktır. Özellikle üzüntülü günlerimizde, birbirimizi anlamak, birbirimizin yanında olmak gerekir. Birlikten güç, rahmet ve bereket doğar. Davamızda ne kadar haklı olursak olalım, şuursuzca hareketler içinde bulunmak, geleceğimizi karartmaktır. Haklı iken haksız konuma düşmektir. Kendini devletin yerine koymak, parelel yapılanmak ve devlet otoritesini kabul ektmemek anlamına da gelir ki; sonuçlarına katlanmak demektir.

Cumhuriyet tarihi boyunca emperyal güçlerin ne yazık ki  piyonu konumunda olanlar, demokrasi oyununu iyi oynayamamışlardır. Bir çöpçünün, bir kapıcının, bir köylünün, bir çobanın demokratik hakkı olan bir oyunu tanımamışlardır. Demokrasi bir oyunsa eğer, oyunu usulüne göre oynayacaksın. Bir çobanın oyuyla oynamayacaksın. Bir çoban Sülü'den  başbakan, ve cumhurbaşkanı nasıl olduysa bu memlekette, muhtar bile olamaz denilen Kasımpaşalı bir İmam Hatip'liden  başbakan olduğunu görmekle kalmayıp, başkan da olabileceğini göreceksin. Bu millet her şeye rağmen gerçeği görmektedir. Zihniyet değişimi Yeni Türkiye'nin yeniden inşaası demektir. Milli iradeyi tanımamak, demokrasiye karşı çıkış, direniş, debeleniş ve devlete kafa tutma da bundandır. Bundan önce peşpeşe tertiplenen olaylarda tek hedef hükümet ve başbakandır.  Bundan sonra da  algı operasyonları hükümeti yıkmaya yönelik olacaktır ki; bunu asla başaramayacaklardır. Bize düşen haktan yana olmak; insanlık onurunu korumaktır.


Profösör

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Toplu Halde İntihar Ediyoruz!


İntihar canına kıymak demektir.Hiç bir şuurlu insan canına kıyamaz, kıymaz. Hiç bir canlı bile bile kendini yakmaz, kendini uçuruma atmaz. Neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmek yetmez.  İyi ve kötünün bize kazandırdığı ve kaybettirdiği şeyleri bilmek ve bu bilinçle yaşamak için bir mefkureye sahip olmak gerekir. Şuurlu olmak zorundayız. Herkes bunu yapıyor bende aynısını yapayım ne olacak demek, şuursuzluktur. Sürüdeki bir  koyunun uçuruma atlamasıyla  sürünün tamamının arkasından gitmesi topluca intihar anlamın gelir. Demek ki sürü olmayacağız. Önde gidenin yanlışına ortak olmayacağız. İnsan olmanın şuurunu önce bireyselliğimizde ve sonrada toplum bilincinde yaşayacağız. 

Yemede, içmede, giyim kuşamda, sanat ve kültür anlayışımızda, sosyal ilişkilerimizde, eğitimde, sağlıkta, emniyette ancak insan onurunu koruyan evrensel değerlerde buluşacağız. Yaşamı körükörüne ve doğmatik bir toteme inanarak sürdürmeyecek ve sürü psikolojisi içine düşmeyeceğiz. 

Kent hayatıyla birlikte ne yazık ki, maddeye dayalı, lüks ve konforu elektronik ortamda yaşama sevdası insan genetiğini, ruhsal ve biyolojik olarak bozan etkilerini üzerimizde taşıyoruz. Doğal beslenmeden uzak, genetiği bozulmuş hormonlu ve amblanjlı besinleri tüketiyoruz. Şişirilmiş tavukları, ekşimeyen yoğurtları, vitamini alınmış sütleri, mukavva kutusunda sıvı halindeki yumurtaları tüketiyoruz. Öyle bir toplum haline getirildik ki; yediklerimizin ne tadı, ne kokusu, ne de rengi tabii beslenmemize uygun değil. Ne yazık ki; toplu halde intihar ediyoruz. 

Hesap makineleri çıktığı çıkalı  hafızamızı kaybettik. Annemizin, öğretmenimizin, arkadaşlarımızın telefonunu ezbere bilmiyoruz artık. Herşey elektirik cihazlarda kayıtlı. Kitaplar tozlu raflarda kaderine terkedilmiş. Bir şey mi öğrenmek istiyoruz, internetin kirli bilgi dünyasına açılan arama motorlarından  şipşak öğreniveriyoruz. Edindiğimiz bilgi doğru mudur, doğrulanmış mıdır, güvenilir midir, hangi saikle yüklenmiştir? Bunu hiç önemsemiyoruz. Oysa her bilginin bir hayati değeri vardır. Yoksa biz uçuruma mı gidiyoruz.

İrademizi başkasının iradesine ipotek ettirmişiz. Biz biz olmaktan çıkmış, bencil, sadece kendini düşünen, menfaatperest, agresif, hoşgörüsüz, saldırgan bir mahluk haline getirilmişiz. Yıllar önce Guyana'da tarikat liderleriyle birlikte huzura kavuşacağız deyip,  topluca kilisede siyanür içen yediyüzelli müridin ölümü insanlığa ibret olmamış. Bir atom alimi, sessizliğiyle düğmeye basabilir. Bir bomba patlar, bir kimyasal gaz yön değiştirir masum insanları ölüme götürebilir.  

İntihar sadece bir anlık ruhsal bunalımla kendini asmak, bileklerini kesmek, bir kutu hap içmek değildir. İntihar sadece köprüden ve yüksekten atlamak değil; azar azar, yavaş yavaş kendini yok etmek ve bitirmek demektir. Sigara içmek, içki, uyuşturucu, insanı tahrib eden maddeler kullanmak, kumar oynamak,  ahlaki değerleri yitirmek demektir. intihar bedenen ve ruhen kutsal varlığımızı yok etmektir. İntihar cehalete boyun eğmek, İslam'dan uzaklaşmak, insanlıktan uzaklaşmak, vicdandan uzaklaşmak demektir. O halde topluca, hep birlikte Allah'ın ipine sarılmaktan ve hükmüne teslim olmaktan başka bir çaremiz yoktur. İslami hayat ebedi huzur ve mutluluktur.

Profösör

4 Mayıs 2014 Pazar

Gülen ve Ağlayan Mask


Bir tiyatro sanatçısı veya tiyatrosever biriyseniz eğer ağlayan ve gülen maskın ne demek olduğunu biliyorsunuz demektir. Genellikle büyük tiyatro salonlarının sahnelerinin üzerinde gülen ve ağlayan mask dikkatimizi çeker. İnsan düşünen bir hayvandır. Birinci tarifi destekleyen ikinci bir tarif de insan gülen ve ağlayan bir varlıktır. İnsan üzerinde  düşünce, duygu ve davranışların keskin olarak etkisi gülmek ve ağlamaktır. En uç noktada bu duygular ancak böyle ifade edilebilir. Bir tiyatro eseri ister komedi, ister dram olsun, her ne olursa olsun insanda oluşturacağı olgu, sonuçta  ya sevinç olur, ya da bundan üzütü duyulur. 

İnsan gülmeli ve ağlamalıdır da. Ancak duygulu insana hüzün ve gülümseme daha çok yakışır. Bazı insanlar çevrelerine rahatsızlık verecek derecede kahkahayı basar. Bazı insanlar da gülmeyi bile edeb sayar. Gülümsemeyi daha olgun bir tavır olarak görür. Kimi insan gülümsedikçe gamzeleri belirir. Kimi insan hüzünlendikçe tomurcuk kırmızı bir güle benzer. 

Bir tiyatro sahnesinden farklı değildir bu dünya, yaşadığımız hayat. Nice günlük gülüstanlık içinde mutluluklar yaşar, zevk ve sefa alemine dalar gideriz. Kimi zaman da üzüntüler, sıkıntılar yakamızı bırakmaz, hayal kırıklığı, mutsuzluklar içinde biçare kalırız. Bazen güler ve gülümseriz; bazen ağlar ve hüzünleniriz. Hayat bu; bu da geçer yahu deyip avunuruz.

Profösör

2 Mayıs 2014 Cuma

Rahmet Yağar; Bereket Başlar...


Yağmurun değrini ne
e
 kadar biliyoruz ki; bilsek de suyun değerini bilirdik elbet. Suyu tüketmek yerine suyu hiç israf etmeden  ihtiyacımız kadar kullanmayı alışkanlık haline getirirdik elbet. 


Hava kötü, hava kapalı, hava rüzgarlı, hava yağmurlu deyip içimiz kararıyor, kötümser oluyoruz. Günlük güneşlik havalara özlem duyuyoruz.  Oysa bir damla su can suyudur. Ölmeden önce verilen  bir abı hayattır bir damla su. Bir damla suyla can çekişen bin hayat kurtarabilirdik oysa.

Suyun değerini bilen, yağmuru bekleyen, nice yüreği yanık insanlar var bu dünyada. Eli nasırlı, yanan kavrulan insanlar, kuruyan çatlayan topraklar, ovalar, tarlalar var... Her zamanki gibi günlük güneşlik değil, bulutu özleyenler, yağmuru isteyenler var. Hava kararsın, rüzgar essin, rahmet yağsın diyenler var bu hayatta. Yağmurun yağmur değil, rahmet olarak görenler ve bilenler var. 

Uzakdoğuda; belki Hindistan'da, belki Pakistan'da, belki de Jakata'da bir köy var uzakta. Fuji dağından püsküren cehennemi ateş, yakıcı lavlar bir taraftan fakir ve otantik bir köy şimdiden  geleceği için ağlar. Bu onlar için olağan bir kader olmamalı. Tütsüler yakılmalı, ayinler yapılmalı... Bir tarafta kerpiçten, sazdan samandan yapılan evler, ve  bu evlerde yaşayan köylüler, bir tarafta kuruyan, kavrulan ve çatlayan topraklar, ovalar, tarlalar. 

Suların son damlası da kurumuştur bu kurak yerde. Kurumuş, kavrulmuştur her yer.  Tütsüler yakılmış, ayinler yapılmış... Toprak çatlamıştır, sabır sabır, sabır derken sabır taşı çatlamıştır. Bir yabancı gelir köye, bekleyin der gülümseyerek köylülere. Bu garip yabancı adam açar ellerini gökyüzüne, dudakları mırıldanmaktadır. Sonrasında temiz yüzlü bu adam elinde tesbih, sakalını sıvazlamaktadır. Köylüler bir şey anlamadan giden adamın arkasından bakakalırlar.

Birden güneş kaybolur; sanki güneş tutulmasıdır. Hava kararır, rüzgar eser, sıcaklığın yerini bir serinlik alır. Gökyüzünü kapkara bulutlar kaplar. Şimşekler çakar, gök gürlemeye başlar. Sağnak üstüne sağnak yağmur artık başlamıştır. Beklenen bu muson yağmurudur. Bu yağan yağmur, belki de son yağmurdur. Bir baraj gibi boşalan yağmurun altında, sevinç çığlıklarıyla neredeyse çıldıran köylüler bağrışmalar içinde, birbiriyle sarışmalar, çıplak ayaklarıyla  toprak üstünde tepinmeler başlamıştır artık. Bütün köylüler sırımsıklam sanki  transa geçmiştir. Onlar için bu hal yeniden diriliş vaktidir; onlar için yeniden hayat başlamıştır artık. Bu yağan yağmur değil, rahmettir bu... Yağmurun toprakla öpüşmesidir bu.

Rahmet yağar; toprak suya doyar... Tohum toprağa düşer; çekirdek çatlar...  Filiz olur, başak olur, bereket başlar. 

Profösör


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...