İzleyiciler

31 Mart 2012 Cumartesi

Söylersen hayır söyle.. Yoksa sus pus ol..


Öhhö!. Öhhö!.. Beyler, ağalar kesik kesik öksürür. Kimsesiz gariban, bundan yüksünür. Kibirli olmak iticidir. Beylik ağalık geçicidir.

Ey nefis!.. Yıkıl karşımdan, insan gibi yaşayayım. Süfli hayat bana göre değil, Onurlu madalya taşıyayım.

Bismillah dedim fırladım. Bir dostluk rüzgarında fırıldadım. Ben bir pervaneyim. Ne bir deli, ne de bir divaneyim.

Artık ölsem de gam yemem. Geride bırakacaklarım var. Cari hesaptır bu. Hayır hasenatım var.

Bir diyabet hastasıyım, çikolata yiyemem. Bir pasta ustasıyım, tadayım diyemem. Cebimde şeker taşırım, çocuklar sevinsin diye.

Toku doyurmakla mide doldurursun. Açı doyurmakla ruhu olgunlaştırırsın. Açlık midede belki çekilir ama, yürekleri sevgisiz bırakamazsın.

Sevgiyi ifade etmenin binbir yolu var. Bir bakış; kini, nefreti, öfkeyi de kovar.

Sağlam bir adım; iki adım ileri, sonra geri bir adım. Bu yürüyüş Osmanlı yürüyüşüdür. Bu yürüyüş mehter yürüyüşüdür.

Biz inanalım, inancımızı yaşayalım. Azmedip, çalışalım. Hak ve adalet yerini bulur.

Eğitim tartışılıyor. Kimlikle kişilikler karıştırılıyor. İnsani haklar verilmeli. Çocuklar yanlış yönlere yönlendirilmemeli.

Öfkeli bir yıldızın altındayıp. Parlasa da hoş, parlamasa da. Gülen bir yıldız olmak isterim. Kaysam da hoş, kaymasam da.

Saklanmıştır yüreğimizde bizi yakan nice kor ateşler. Sanki bir idam mangası bizi duygularımızla infaz eder.

Güvenirim, güvenilirim. En büyük itibar budur derim. Karşımdakine değer verir, Karşımdakinden de değer görmek isterim.

İnanırım, İnandığımı yüceltir, ona sadakatle bağlanırım. Severim, sevilirsem, binkez uğrunda ölür, bin kez dirilirim.

Kadınlar hanımefendidir. Erkekler beyefendi olmalı. Kadınlar annedir. Erkekler iskele babası olmamalı.

İnsan akleder,düşünürse bulur. Hakkı tutar, haklıyı korur. Bir kişiyi anlamak istiyorsan eğer, kendini onun yerine koy, Bu hepsinden de değer

Haddimi hesabımı, hakkımı hukukumu bilirim. Bana bir adım gelene, ben ona on adım giderim.

Hayır hasenat yapmak isterim. Somurtmuş yüzleri güldürmek isterim. Selam veririm ki Allah'ın selamıdır. Konuşmak istersem Allah'ın kelamıdır.

Rol yapıp iki yüzlü oynayamam. Zengin sofrasında yahni olup tencerede kaynayamam.

Haksız yere suçlanan rütbesiz er gibidir. Fikir beyan eden boşuna der gibidir. Anlayana sivrisinek saz. Anlamayana davul zurna cazzzzz!.

Karlar eriyerek bahar başlar. Laleler sümbüller papatyalar açar. Börtü böcük saçılır. Arılar kelebekler uçuşur.

İki kaşımın arasına bakma. Göz bebeklerime bak. Ne kadar büyüdüğünü gözlerimde göreceksin.

Felaket tellalcılığını sevmiyorum. Artık negatif bir şey, duymak istemiyorum. Söylersen hayır söyle, yoksa sus. Haddini bildirirler yoksa olursun sus pus.

30 Mart 2012 Cuma

Altın Bir Nesil Özlemi Çekiyoruz

Mehmet Akif bir buçuk yaşına girdi. Hareketlendi. Yerinde duramıyor. Araştırmacı ve aklına gelen her şeyi yapmaya çalışan bir çocuk. Onu meşgul eden mutlaka bir şeyler olmalı. Bu arada masalara çıkar. Mutfak tezgâhlarına çıkar. Pencerelere tırmanır. Düşer ve tekrar çıkar ve tekrar düşer. "Baaaammmmmm" yapar. Sonra bir tarafları acır, morarır. "Bammm" diye diye, tekrar tekrar yükseklere tırmanır, tekrar düşer. Her an herşey yapabilir. Bir kişinin mutlaka onu pür dikkat takip etmesi gerekir. Bu evrede önce etrafını öğrenir. Bu evrede bütün meraklarını gidermek için çaba gösterir. Bu evrede duyguları tadar. Bu evrede bilerek güler tebessüm eder, bilerek ağlar, somurtur. Bu evrede mahzunlaşır.

Mehmet Akif bununla kalmaz, temizlik vaktinde evin temizliği yapılırken yardım eder, destek verir. Boyundan büyük işlere kalkışabilir. Süpürgeyle bütün evi süpürebilir. Belli mi olur; mutfakta pasta, börek, çörek de yapabilir. Çorba da karıştırabilir. Kendine aşırı güveni vardır. Mehmet Akif'in bu hareketi, bizi hem sevindiriyor, hem de düşündürüyor. Onun yetişmesi ve yetiştirilmesi konusunda sorumluluk duygusu şimdiden bizim için önemli bir yer tutuyor. Her çocuğun yapısı ve yaratılışına uygun olarak bir gelecek planlaması yapılması gerekiyor. Mehmet Akif'in anne ve babasına büyük iş düşüyor. Bu arada dedesi de, Mehmet Akif için bir program hazırlıyor. Herşey kendi doğallığında olmak kaydıyla, onu güzel bir iklim içinde hayatını yaşayacak terbiyevi kuralları öğretmek ve hayatına tatbik etmek konusunda hazırlıklar yapılıyor.



İşte son zamanlarda kayda alınan bir Mehmet Akif videosu. Çocuklarımız geleceğimizdir. Çocuklarımız bizden sonra bizi temsil eden gelecek nesillerimizdir. Onların, mutluluğu, huzuru için geleceklerini şimdiden hazırlayalım. Altın bir nesil yetiştirelim. Bilinçli bir toplumun temelini altın nesil oluşturmalıdır. Çünkü altın bir nesil özlemi çekiyoruz.


Profösör

29 Mart 2012 Perşembe

Kütüphanelerden Dijital Belge ve Arşivlere

Milli Eğitim Bakanlığı, Mart ayının son pazartesi günü başlayan haftanın Kütüphane Haftası olarak değerlendirilmesini kararlaştırmıştır. Hafta süresince kütüphanenin önemi anlatılır. Kütüphaneciliğin sorunları kamuoyuna duyurulur. Halk, kütüphanelerin gelişmesi için bilinçlendirilir. Okullarımızda kütüphanenin yararlarından söz edilir. Kütüphanelerde uyulması gerekli kurallar öğretilir. Kütüphaneler önemli müesseselerdir. Tarih boyunca büyük işlevleri olmuştur. Osmanlıdan da kalma büyük kütüphanelerimiz mevcuttur. Bu kütüphaneler sayesinde tarihimiz ve bütün insanlık tarihi hakkında bilgi sahibi oluruz.

Günümüzde bilgi edinmek, bilgi teknolojileriyle çok kolay hale gelmiştir artık. Dijital alanda, internet sayesinde her bilgiye ulaşmamız bir "tık" ötededir. İçinde yaşadığımız asır, bilgi ve bilişim teknolojilerinin ağırlıklı olduğu bir yüzyıldır. Artık her tür dokümana ulaşmak bulunduğumuz yerden mümkün olmaktadır. İnternet ağıyla görsel, metinsel, işitsel ve animasyon türü her doküman önümüzde durmaktadır. Kütüphaneler dijital ağ içinde olup, şifrelerle kapılarını açabilmekteyiz. Tarihten bu yana sayfalarını çevirdiğimiz kitaplar da zamanla yerini çağın getirdiği teknolojik imkanlarla dijitale bırakacaktır.  Bundan böyle bigiyi dijital aygıtlardan edineceğiz. Böylece zamanla mevcut kütüphaneler bir nevi müzeye dönüşecektir. Çünkü kitap bilgiyi taşıyan ve bilgiyi koruyan bir aygıttır. Eskiden bilgi taşlara, killi topraklara, papirüs kâğıtlara yazılarak paylaşılırdı. Şimdi ise bilgi sanal alemde paylaşılmaktadır. Dokümanlar flaş disklerde, kompakt disklerde saklanabiliyor.

Eskiden her il ve ilçede kent kütüphanesi bulunurdu. Hala bu kütüphaneler bizlere hizmet vermektedirler. Bunun yanında okulların da kendi bünyesinde kütüphanesi olurdu. Hatta sınıf için, sınıf kitaplıkları oluşturulurdu. Bu bir kültürdür. Medeniyet kitaplarla oluşur. Hepimizin belli oranda kitapları ve evde kitaplığı mevcuttur. Zamanla bu baskılı kitapların yerini küçücük dvd'li arşivler alacaktır. Bir dvd'ide bulunan dokümanlar koskoca bir kitaplığa bedeldir. Artık kütüphane ve kitap kültürünün yerini dijital arşiv ve dijital belgeler alacaktır. Teknoloji var olan bütün bilgi ve dokümanları bir kapsüle sığdırmaya çalışmaktadır. Gelecekte bilgi ve bilişim dünyasından girerek, daha pratik yöntemle bir bilinç dünyasına adım atmaktır. Bilinç dünyası bilinçli bireylerin oluşturduğu bilinçli toplumunun yaşadığı dünyadır.

Profösör


28 Mart 2012 Çarşamba

Bahar gelsin, yaz gelsin.. Sonbahar, kış biraz beklesin..

Her mevsim sevilir. Her mevsimin sevilecek yanları vardır. Çocuklar en çok ilkbahar ve yazı daha çok severler. Çünkü ilkbahar ve yazda dışarıda olmanın, dışarıda oynamanın ve gezmenin sevinci bambaşkadır. Çocuklar sonbahar ve kışda da kendileri için birçok oyun bulsalar da, hep ilkbahar ve yaz özlemi çekerler. Sonbaharda uçurtma uçursalar da, kışın kardan adam yapsalar, kızak kaysalar, kartopu oynasalar da ilkbaharın cazibesi dayanılır gibi değildir. İlkbahar öyle nazlı bir mevsimdir ki; geliyorum der der gelmez. Geliyorum gibi yapar, güneş ışıklarını saçar, yeryüzü yeşermeye başlarken bir bakarız ki martın ortasında, ya da nisanın başında kar yağar. Çiçek açan ağaçlar çiçeklerini döker. Doğaya küser. Birden hava değişir bulutlar kaşlarını çatar, hava birden soğur. Sanki kara kış geriye dönmüştür. Tekrar kıyafetlerimizi kışa göre ayarlarız. İlkbahar sanki benim değerimi bilin der gibidir. Sonunda ilkbahar gelir ama nazlana nazlana, doyasıya bir bahar yaşayamayız. Baharı nisan yağmurlarıyla geçiririz.

Baharda bir kır gezisi yapmalıyız. Bir doğa yürüyüşü yapmalıyız. Kırlarda çimlerin ve otların üzerinde uzanmak, bir papatya tarlasında papatya ve laleler içinde uçuşan kelebekleri yakalamak, arıların vızıltısını işiterek, böceklerin fotoğrafını çekmek kadar güzel bir aktivite düşünemiyorum. Günü birlik bahar gezilerine katılmak da güzel bir aktivitedir. Unutulmaz hatıra fotoğrafları çeker ve o fotoğraflarda yer alırız. Tebessüm ederiz. Bahar enerjisiyle canlanırız. Hayatı teneffüs ederiz. Bir türlü gelmeyen bahar çocuklar için bir hüzün oluşturur. Baharı karşılamak için kolektif bir çalışma içine girerler. En sonunda birlikte yaptıkları büyük panoya, büyük bir resim yaparlar. Bu büyük resmi, kimisi ağaçları, kimisi göleti, kimisi balonu, kimisi evi, kimisi gökkuşağını, kimisi güneşi ve uçurtmayı ve bulutları çizer. Bunlar büyük bir kağıt üzerine yapıştırılır. Sonra da bu çizilen resimler rengarenk boyanır. Sonunda kolektif bir bahar resmi ortaya çıkar. Çocuklar için bahar gelmiştir. Öğrenciler baharı sınıflarına taşımıştırlar. Baharın tescili bu büyük panodur. Panonun altında bahar fotoğrafları çektirilir. Bahar nazlansa da, artık sınıfları bu iklimle şenlenir. Sağa sola pozitif enerjiler saçılır. Yüzler tebessüm eder.


Nazlana nazlana bahar gelse de, yaz birden kendini gösterecek. Hepimiz birden kendimizi yaz tatilinin içinde bulacağız. Kimimiz, yazlıkta, kimimiz köyümüzde, kimimiz belediyenin yaz kampında olabileceğiz. Artık bahara da,yaza hazırız.. Bahar gelsin, yaz gelsin.. Sonbahar kış biraz beklesin.

Profösör



24 Mart 2012 Cumartesi

Korkunun Ecele Faydası Yoktur

Doğup hayata gözlerimizi açmakla birlikte, bebeklik halinde iken masumiyetimizle nasıl korkuyor idiysek, büyüdükçe de korkularımız değişerek farklı şekillerde yakamızı hiç bırakmamaktadır. Bir bebeğin uyandığında yanında annesini görememesi başlıca ağlamasına neden teşkil eder. Bu ağlayış, düşünerek olmasa da annesinin yanında olmadığını ve kokusunu duymadığını hissederek de, bir nevi yalnızlık duygusu refleksiyle, bebekler kendilerine has bir korku yaşarlar. Bebeklikten çocukluğa geçişte düşme korkusu, bir yerinin acıması ya da kanaması korkusu gibi farklı korkuları da tadacak, bu korkulara nasıl karşı duracağını da öğrenmiş olacaktır. Çocukluktan ergenliğe gelinceye kadar olan dönemde de, çocuklar bir takım terbiyevi yaptırımlarla da karşılaşacaktır. Kendisi için ödül ve ceza gibi sonuçlara götüren işlediği fiillerin karşılığını, ailesinden ve eğitim gördüğü kurumdan alacaktır. İnsan ergenlikle birlikte hayatı kazanma uğrunda gösterdiği çabadan ötürü de, tahsil hayatını bir nevi bir kurtuluş reçetesi olarak gördüğünden, bir stres, baskı ve gelecek korkusu içinde gençliğini bir anlamda buruk bir şekilde yaşayacaktır. Daha sonra da insan, iyi bir iş, iyi bir eş bulamama korkusunu da yaşayacaktır. Evlenecek, çoluk çocuk sahibi olacak, ailesinin nafakası ve çocukların tahsili için kendi hayatını bile feda edebilecektir.

Her insan için, hayatında herşey olabilir, olumsuzluklar, uğursuzluklar yakasını bırakmayabilir. Yaşam boyu kaza, bela ve her türlü iyiliklerin olduğu gibi, kötülüklerin de insanın başına gelebileceğini insan bilir ve bundan dolayı da korku duyar. İnsan toplum içinde itibar kaybetmekten korkar. Küçük düşmekten korkar. Hastalıktan korkar. Kaybetmekten, kazanamamaktan korkar. Hayatını standartların altında, fakrü zarüret içinde yaşamaktan korkar. Kimsesizlik, yalnızlık ve yaşlanmaktan korkar. Sevgi, şefkat, merhametten yoksun kalmaktan korkar. Anlaşılamamak ve terk edilmekten korkar. Rüyada kabuslardan, karabasanlardan korkar. Gölgesinden bile korkanlara rastlamak mümkündür. Bu bir nevi ruhsal hastalığa kadar uzanabilir. En ironik tarafı da bu korkunun, ölüm olmasıdır. Dünyaya gelir de insan dünyadan gitmek istemez. Ölümü kabullenemez. Topraktan gelip toprağa döneceğini asla kabul edemez. Bu durumda gerçeği söylememiz gerekirse, korkunun ecele faydası yoktur.

Asıl olan Allah korkusudur. Allahın rızasını kazanamama korkusudur. Kulun Allah'a olan yaklaşımında Onu incitme ve kırmamak için yaşadığı korkudur. Bu ulvi korkudan mülhem olarak eşimizin, arkadaşımızın, ailemizin ve dostlarımızın kalbini kırmamaktır. Onların gönlünü almak yerine kırmak korkusudur. Bizim en büyük arzumuz; Allah'ı sevmemiz, Allah için sevilmemizdir. Katkısız, hulusi kalp ile bütün korkuların üzerine üzerine gitmeliyiz. Vesveselerden kurtularak bütün korkuları yenmeliyiz. Olumsuzlukları bitirmek ve tamamen yok etmeliyiz. Bütün dünyevi ve beşeri korkulardan kurtulmamız için, Allah'a teslim olmalıyız. Allah'a nankör olmamak ve onu incitmemek için imani bir korku yaşamalıyız. Çünkü korkuların en güzeli Allah korkusudur.

Profösör

20 Mart 2012 Salı

Sinemada Aşk ve Ulvi Değerler

Her insanın mutlaka bir aşk hikayesi vardır. Aşk doğuştan genlere yerleştirilmiş bir kodlamadır. Var oluşun bir ön provasıdır. İnsanlık neslinin devamı, iki cinsin birbirine olan düşkünlüğüyle, birbirine yakıştırdığı eşleri aşkla istemesi, arzulaması, onsuz hayatının hiçbir değeri yokmuşçasına mantık kitabını bile yırtarak, hislerine tercüman olacak bir birlikteliğin yaşanmasıdır. Aşk gemisi duygularla yüklüdür. Gecenin mehtabıyla, yıldızların altında ilerleyen bir yolculuktur. Hayatımızın ve kaderimizin en belirgin ve en egemen bir unsurudur. Aşk doğal bir reflekstir. Zaman ve mekanın ne olacağını, nasıl olacağını kestirmek insanın elinde değildir. Aşık olma vaktiniz geldiğinde mutlaka aşık olursunuz. Sanki gözlerinize mil çekilmiş, ayak bağlarınız çözülmüştür. Artık siz değilsinizdirdir, Bir kimya değişikliği yle birlikte yepyeni bir kimlik ve kişilik özellikleri gösterirsiniz.

Aşkın herhangi bir kanunu yoktur. Sadece kişinin aşık oluncaya kadar olan sürede, kimlik, kişilik özellikleri, aldığı eğitim ve tecrübeleriyle ruhi yapısında zamanla kendi kendine oluşturduğu konumlama, nasıl bir birliktelik aradığıyla ilgili bize fikri birtakım ipuçları verebilir. Herkesin farklı bir özelliği vardır. Kişi için kaderinde hayata bakışıyla ilgili bir takım kaygıları varsa, aşk onun kapısını çalmadan giremez. Edep, hürmet ve geleceğe olan yatırımlarında mutlaka ilkeli, ahlaklı ve başını bir gaye için feda eden yapısıyla ulvi bir mefkureye sahiptir. Böyle kişiler birbirlerini Allah tarafından bahşedilen birer lütuf olarak kabul ederler. Böyle kişiler birbirleri için hem bir dayanak olup, elele çıkacakları sonsuz yolculukta aşktan dostluğa terfi eden, bir birlikteliği yaşarlar

Nice aşk hikayeleri kitap olur. Roman olur. Film olur. Öyle aşk hikayeleri var ki, insanlık dersleri verir. Günümüzde aşk filmleri basit ilişkileri işleyen, aşkın kimyasından süfli arzuları betimleyen yapısıyla bir sömürü düzeninin çarkından başka bir şey değildir. Ne yazık ki aşkı cinsellik ekseninde işlenen, gayrimeşru ilişkileri ön plana çıkaran bir senaryonun şablonuna hiç yakıştıramıyoruz doğrusu. Öyle bir sömürü çarkı ki, dişleriyle sinsice sırıtan bir yaratık gibi kanımızı emmektedir. Herşey filmin kız ve erkek kahramanı üzerinde şekillenirken, her yapmış oldukları eylemler, kanuna, nizama, ahlaka aykırı da olsa hoş gösterilmekte, senaryo, topluma ve sinema izleyicisine bir dayatma şeklinde ortaya konulmaktadır. Bir çocuğun, bir yaşlı annenin, hatta bir köpeğin bile asıl kahraman olup, egemen bir rol zenginliğiyle, insanlık dersi verecek filimler neden yapılmaz anlamakta güçlük çekiyoruz. Adı aşk filmi olarak piyasaya sürülen, asparagasçı, kolaycı, uyduruk, motamot birbirine benzeyen uvertür filmlerinden de kötü film ve dizileri toplum olarak izlemek zorunda mıyız? Sinema başlı başına edebi sanatlardandır. Edebi sanatlar; başta edeb kelimesinin hakkını veren, konularını edebe, adaba, ahlaka, ilme, irfana, insani ve evrensel değerlere dayandırması gerekmez mi? Sinema bir ibret sahnesidir. İbret olunabilecek her şeye karakter yükleyebiliriz. Marifet aşkın, sevginin, arkadaşlığın, dostluğun insani ve beşeri boyutlarının, ulvi değerlerle bezenebileceğini ortaya koyabilmektir.

Profösör

16 Mart 2012 Cuma

Bir Cuma Yazısı

İnsan anlı ak, başı dik, onurlu bir hayatı yaşayabilmesi, bununla birlikte yürüdüğü yol ne kadar kaygan olursa olsun, düşmemek, Hakka ve hakikate olan soylu yürüyüşünü tamamlayabilmesi için, iradesini doğrulukta, iyilikte ve güzellikte kullanması gerekmektedir. Doğruluk, iyilik ve güzellik kavramlarının ne olduğunu, neler olması gerektiğini, inancımızın kaynağı olan, bütün insanlığı kıyamete kadar sevgiyle, şefkatle, merhametle kucaklayan Kuran'ı Kerim'den başka hiç bir rehber bize öncü olamaz. Hiç bir kitap bizi marazalardan kurtaramaz. Mutluluk ve huzur veremez.

Yaşadığımız bu kirli dünyada birbiriyle çarpışan ve birbirine zıd iki yol vardır. Birisi ahlaki, hukuki ve soylu bir yol, diğeri ise, insanı insanlık değerlerinden çıkartan, nefsini azdıran, nefsi karşısında diz çöküp, iradesizliğiyle insanı zulme götüren bir yoldur ki, hem bu dünya, hem de diğer alem için bir çöküş, bir bitim noktasıdır. İnsani varlığımız içinde var olan iyi olma veya kötü olma fikri ve duygusunu ömrümüz boyunca taşırız. Masumiyetimizle doğarız, sonra da aldığımız terbiye ve tecrübelerle, kendimize bir gelecek yol çizeriz. İyi insan olmak da, kötü insan olmak da artık bizim irademizde ve elimizdedir.

Bir tarafta iyilikler vardır, diğer tarafta kötülükler.. Bir tarafta inanç değerleri, diğer tarafta ise inkar.. Bir tarafta mutluluk ve huzur vardır, diğer tarafta mutsuzluk ve huzursuzluk.. Bir tarafta zenginlik, bolluk ve bereket vardır, diğer tarafta ise fakirlik, açlık, sefalet ve muhtaçlık.. Bütün bunları apayrı bir sınıflama içine sokacak olursak, maddi ve maneviyat, soyut ve somut olan bütün değerleri kapsamaktadır. Maneviyatı bırakıp sadece maddeye değer verenler, sadece kendini düşünen bencil, paracı, çıkarcı, dünya heves, zevk ve sefası için gözünü hırs bürümüş, kendisine bile yabancılaşmış kişilerdir. Bu kimliği taşıyan kişiler asla sevilmezler. Bunun yanında maneviyata değer verenlerin içinde bir sevinç, bir coşku, bir heyecan vardır. Bu kimlikteki kişiler maneviyat için maddeyi kullanırlar. Hayatlarını insanlık idealine adamışlardır. Böyle bir mefkuresi olan kişiler hem severler, hem de sevilirler. Asla paranın esiri olmazlar. Tam aksine para onların esiridir.

Herşey, bilen, gören, işiten, düşünen ve akleden için, ayan beyandır. Ya nefsimizi önümüzde diz çöktürüp ona kök söktüreceğiz, ya da nefsimizin oyuncağı ve kuklası olup Allah'a isyan edip cehenneme boylayacağız. Bununla da kalmayıp, dünyada da başımıza gelmeyen bin bir musibette kalmayacaktır.

Profösör

13 Mart 2012 Salı

Ders Almanın Binbir Yolu


İlkokula başladığımızda kitabımız bile yoktu. Bir defter, bir kalemle okula başladığımda yüzümde buruk bir sevincin ifadesi vardı. En azından giydiğim siyah bir önlüğüm ve bembeyaz bir yakalığım vardı. Bu bile beni farklı kılan bir durumdu. En nihayet bir okuma kitabım olunca, bir de bezden yapılmış omzuma astığım bir keseye sahip oldum. Bu kesenin içinde bir okuma kitabım, bir yazı defterim, bir kurşun kalemim, bir silgim ve bir de kalem açacağım yerine küçük bir çakım vardır. İlkokul birinci sınıfta donanımım bu saydıklarımdan ibaretti.

Şimdiki zamana geldiğimizde, herşey bilgisayar ve internet ekseninde bilgi ve iletişimle bilişim çağını yaşamaktayız. Artık bazı okullarda tabletlerle eğitim görülmektedir. Daha da ilerisini düşünemiyoruz bile. Yazının ötesinde, sesli ve görsel olarak bilgi edinebileceğimiz gibi, ileriki yıllarda bir bilgi hapı niye üretilmesin. Nasıl ki insan bir vitamin hapıyla doyabiliyor. Artık bilgi de bir hapa zerk edilse, bu hapı yutan bütün bilgileri hafızasında bulundurabilecek olsa ne büyük bir devrim olabileceğini şimdiden düşünebilirsiniz. Bilimin önü açıktır. Öyle metotlar üretilir ki, hapı yutan iradesini iyi yönde kullanabilecek bir geni de kazanarak bünyesinde taşıyabilir hale gelecektir belki de. Önemli olan bilginin çokluğu ve varlığı değildir. Var olan bilginin iyi, güzel ve doğru bir keyfiyet taşımasıdır. Doğru bilgi, doğru metotlarla kazanılıp, doğru yolda kullanılmasıdır.

Paylaştığım video bir darbı mesel anlatan eğitimcinin, ahlaki değerler kazandırma anlamındaki bir çalışmasının ürünüdür. Video ve televizyon kanalıyla evimize kadar bu tür ders alabileceğimiz darbı meseller gelmektedir. Bu videoda belki de bir dekor eksikliği gözümüze çarpabilir. Önemli olan bize anlatılan öyküden dersler çıkarabilmektir. Ama daha kreatif çalışmalar da olmalıdır. Bu konuda tridimeks dijital çizgi filmlerin bütün dünyada revaçta olduğunu da söyleyebiliriz. Şimdi keyifle videomuzu izleyebiliriz.

Profösör

10 Mart 2012 Cumartesi

Giyim Kuşamda Kıyafet Kültürü

Eğer bir toplum bilinçli toplum ile tüketici toplum arasında gidip geliyorsa, o toplum hayatını, içinden çıkılmaz bir sendrom olarak yaşıyor demektir. Rotası belli olmayan, freni patlamış, hızla yol alan bir kamyonun akıbeti sadece kendisine değil, o toplum içinde herkese olumsuz etkisi olacak bir faciaya yol açacaktır. Başta solumuş olduğumuz kapitalist sistem, liberal hipnotizmasıyla insanı bir tüketici formatına dönüştürüp, efendilerin kölesi ve efendilerine bağımlı hale getirecek, reklam ve pazarlama sonucu birer alışveriş delisi haline getirecek, her türlü enstrümanı kullanmaktadırlar. Kişi, fıtri ve doğal bir hayat felsefesinden kopartılıp, yapay, duygularını semirtecek bir marazi düşünce sistemi içinde paradoks bir hayatı tercihe zorlanacaklardır. Bu teslimiyet ve köleliğin başlangıcı başta cehalettir. İslam anlayışına göre sağlığın, huzurun, mutluluğun ve bereketin başlangıcı önce cehaleti gidermektir. "Allah'ın adıyla oku" emrinin yerine getirilmesiyle cehalet gecenin karanlığının perde perde aydınlanmasıyla giderilmesidir. Kişi okumak, öğrenmek ve bilmekle bilinçlenmenin ilk kapısından adımını atarak girmesi demektir. Akıl sahibi insanlar, inancıyla, irfanıyla, vicdanıyla, iradesiyle, kendisine yön verdiği gibi, bilinçli birey olarak toplumun bilinçlenme mayasını oluşturacaktır. Bilinçli toplum da, hiç bir maddi ve manevi bir tasmayı asla boynuna vurdurmayacak, prangayı ayaklarına taktırmayacak, kelepçeyi de bilekçe olarak kullanmayacaktır.

Zamanımızda moda, varlık itibariyle bir sömürü aracıdır. İnsanın ulvi inanç değerleriyle taban tabana zıt bir olgudur. İslam estetik olanı kabul eder. Bu etiğe, ilkeye ve ahlaki kurallara bağlı bir güzelliktir. İslam giyim kuşamda tekâmüle ve gelişmeye izin verir. Hatta emreder. İnsan giyim kuşamda ya İslam dairesi içinde yaşar, ya da islam dairesi dışında herhangi bir anlayışı benimseyerek giyim kuşamda bir hayatı tercih eder. Eğer kişinin İslami değerlerle ilgili yaşama hassasiyeti varsa, başta cinselliği teşhir eden, fikri ve hissi duygulardan uzak duracaktır. Sonra da kendisi için ahlaki ve estetik düşünce ve duyguların birleştiği bir temayı içeren giysileri tercih edecek, bununla da inandığı değerlere göre bir hayat tarzı belirleyecektir. İslam inancında giyim ve kuşam, kadın için de, erkek için de kesinlikle cinselliği içermeyecektir. Kıyafet sadece giyim ve kuşam değildir. Kıyafet kişinin aynı zamanda taşıdığı hal ve hareketleridir. Çünkü insan giyim kuşamına göre hareket eder. Ya da hal ve hareketini giyim kuşama göre belirler.

Bugün giyim kuşamda moda, dünya trendlerine göre belirlenmektedir. Aynı zamanda eldeki kumaş stoklarına göre de hareket edilmektedir. Giyim kuşam bir inancın, bir dünya görüşünü taşıyan insan üzerinde bir vücut dilini oluşturan en önemli bir unsurdur. Kadın veya erkek taşıdığı kıyafet ve davranışlarıyla bıraktığı imaj, bilinçli bir hanımefendilik ve bilinçli bir beyefendilik değerleridir; ya da her ikisi için ulvi değerleri taşımayan, sıradan birer moda tutkunu mahkümlardır. Bilinçli kullanıcı değil, tam aksine tam bir tüketici mahkümudur. Nice tesettür modacılarının düştüğü handikap da, kreasyonlarında taklitçi, abartılı, kıyafetlerde uyguladığı gereksiz aksesuarlarla, kadını ulviyeti taşıyan bir insan imajı yerine, kendi kafalarınca kadına alımlı, şirin bir kadın görüntüsü vermeye çalışıyorlar. Adı üstünde tesettür, özellikle kadını kadınlık cazibesinin içinde bulunduğu bir kıyafetten alıkoymaktır. Giyim kuşamda kafa karışıklığı içinde olan üretici firmalar ve kullanıcılar, önce vicdanının sesini aynaya bakarak duymalıdırlar. Giyim kuşamda kıyafet başka kültürlerin sömürüsünde bir yama gibi durmamalıdır. Kıyafet inanca, ahlaka, adaba, geleneklere, kültürümüze dayalı düşünce ve duygudan kaynaklanmalıdır. Kıyafet tasarımı ancak bu ulvi değerlerle yüklü, anlayış içinde gelişirse tekamül bulabilir.

Profösör

8 Mart 2012 Perşembe

8 Mart Dünya Kadınlar Günü Anısına

Kadın eş olur, çiçek olur, sevilir, koklanır. Kadın anne olur, hamur yoğurur,  çocuk doğurur,  bebeğine süt verir, emzirir.. Kadın nine olur, anneanne, babaanne olur, eli öpülür..  Kadın abla olur,  bacı olur, hala olur, teyze olur,  saygı duyulur.


Not: Yazı -Tasarım / Grafik: Profösör

7 Mart 2012 Çarşamba

Her Erkek Sevdiği Kadına "Çiçeğim" Desin

8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün tarihi, 1857 senesin de ABD’nin New York şehrinde kadınların yaptığı bir greve dayanır. Bu tarihte ABD’li tekstil fabrikasında çalışan 40.000 dokuma işçisi kadın, daha iyi şartlarda çalışabilmek için grev yapmışlar, buna karşılık polisler bu işçi kadınlara saldırmış, bazıları fabrikaya kilitlenmiş, daha sonra çıkan yangından da 129 kadın işçi hayatını kaybetmiş bulunmaktadır. Bu gün; Birleşik Devletleri’nde de anmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme gelmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul ettikten sonra bütün dünyada kutlamalar yapılmaktadır. Birleşmiş Milletler'in sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York’ta ölen işçilerin anısına yapıldığıyla ilgili bir bilgi verilmemiştir. Sosyalist kesimler bugünü işçi kadınların uğradığı bu zulme istinaden "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlamalar yapmaktadırlar. Oysa kadının uğradığı zulüm sadece emekçi kadınlarla sınırlandıramayız. Kadınların uğradığı bütün haksızlıklar, kadın haklarının korunması gerektirdiğini düşündürdüğü gibi, bu başlı başına bir insan hakları ihlali olduğunu bilmeliyiz.

"8 Mart Dünya Kadınlar Günü" bütün dünyada kadına şiddeti önlemek adına bir takım aktiviteler yapılarak, kadının hak ettiği değerin verilmesi için, sadece senenin bir günü, 8 Martta afişe edilmektedir. Kadının değeri, doğurganlığı üzerinden bakılırsa tek kelimeyle "Anneliktir" Hepten kadınlara ayıp olmasın diye, en azından bu günü bir günah çıkarma kabilinden kadınlar için güzel özlü sözler düzülür. Kadın şudur. Kadın budur; gibisinden atılan hamasi nutuklar ancak bir gün için geçerlidir. Aslında gerçek değer insanadır. İnsana gerçek değer yüklenmezse eğer, ne kadınlara, ne çocuklara, ne yaşlılara, ne hastalara, ne de başka canlılara hakkaniyetle davranılmayacak ve korunmayacak demektir. İnsan kendi varlığında asıl yeri olan kadın cinsini ve annelik vasfını unutarak kendini inkar etmektedir. Erkek ve kadın birbirinden ayrılmayan ve birbirini tamamlayan iki cinstir. Erkek ve kadın ikisi bir arada varsa hayat vardır. Yaşamanın bir anlamı vardır. Kadın ve erkeğin ikisinin bir arada varoluşu demek, ikisinin de eşit haklara sahip olarak varoluşları demektir. Bir cinsin diğer cinsten üstünlüğü ya da aşağılığı yoktur. Çünkü insan yeryüzünün halifesidir. Önce insan birbirine olan gereksinimi, insanlık neslinin devamı için gereklidir. Bu gereklilik fıtri olduğu gibi, adalet, hakkaniyet, ahlak anlayışı içinde medeni yasalarla da eşitlenmelidir.

Bütün kadınlar çiçektir. O halde kadın sevilirse koklanır. Erkeğin kimyası da sevdiği kadınla tamamlanır. Her erkek sevdiği kadına "Çiçeğim" desin, güler yüz göstersin. bütün kalpler yeşersin, tomurcuk versin, çiçek versin.. Bütün kalpler duayla meyveye dursun. Hayat devam etsin. Altın nesiller yetişsin.

Profösör

6 Mart 2012 Salı

Evlilik Programları Kültürümüzle Bağdaşmıyor

Son zamanlarda gündüz kuşağında yayınlanan Türk televizyonlarındaki evlilik programları gerçekten de bize yakışır bir kültürle bağdaştırmamız mümkün değildir. Milyonlarca izleyicinin önünde, evlenmek isteyen kadının ve erkeğin özel durumlarının kamuoyu önünde de paylaşılması her iki taraf için onarılması mümkün olmayan derin yaralar oluşturacaktır. Toplum önünde erkek ve kadının duygu, düşünce ve davranışlarının irdelenmesi bir erkeğinki gibi değildir. Bir kadın ile erkeğin başta iffet ve namus anlayışı bizim ülkemizde aynı değildir. Kadının gayrimeşru bir hayatı onu en aşağılık bir konuma getirilirken, bir erkeğin aynı durumdaki bir hayatı normal olarak kabul görülmektedir. İffet ve namus kavramları hem kadın, hem de erkek için aynıdır. Bu aynilik, hukuk, ahlak ve din değerleri açısından da ayrıma tabi tutulmamasına rağmen, yozlaşmış gelenek ve kültürümüz için erkeği kadından farklı olarak imtiyazlı hale getirmektedir. Milyonların önünde, televizyon kanallarında özellikle bir kadını tartışmalı konuma getirmek demek, sosyal itibar bakımından onu sıfıra indirecektir. Bir kitle iletişim aracı olan televizyon kanalında hele evlilik gibi kutsal bir müesseseyi tartışmalı hale getirmek, daha başından özellikle evlenecek olan kadına itibarını düşürecek bir darbeyi vurmak demektir.

Evlilik öyle bir kurum ki; iki bekar insan vardır, biri erkek ve biri de kadın.. Bu erkek ve kadını, çevreleri çok iyi bilmektedirler. Çevreleri bu iki kişiyi birbirine çok yakıştırmaktadırlar. Samimi bir ifadeyle anlatmak istersek, özellikle bu iki kişinin birbirlerini en azından görmelerini ve tanımalarını isterler. Bu istek o kadar değerlidir ki; bu iki kişiyi tanıyan çevrelerindeki bütün insanlar, bunların baş göz olmasından adeta kendileri de çok mutlu olacaklardır. Bu o çevre içinde gelişen doğal bir referanstır. Evlilik basit bir kurum değildir. İki karşı cinsin, birbirlerini anlama ve birbirleri tarafından anlaşılması demek, koşulsuz birbirlerine değer vermeleri anlamına gelmektedir. Birbirini tanımanın zemini bir televizyon programının platformu değildir. Doğru bir evlilik için ancak iki cinsin; kadın ve erkeğin kademe kademe, birbirlerinin değerlerine hakim olabilme yetisini sistematik olarak kazanabilmesi, sonradan da birbirlerine besledikleri duyguları paylaşabilmesi için evliliğini geleneksel, söz, nişan ve nikahla tamama erdirmeleri gerekmektedir. Aslında yerel yönetimlerin sistematik olarak, böyle bir kurumsal hizmet verebilmeleri isabetli olabileceğini söyleyebilirim.

Her kadın doğuşuyla birlikte, bebekliğinde oynadığı oyuncakların başında bebekler gelir. Kızlar annelerine özenirler. O masumiyet duyguları içinde annesinin topuklu ayakkabılarını giyer, annesinin makyaj malzemelerini kullanmaya çalışır. Annesinin kullandığı başörtülerini kullanmak için, aynanın karşısında kendisi de kullanmak ister. Annesi gibi süslenmek ister. Bir erkek çocuğun baba olma rolü çocukluğunda yok denecek kadar azdır. Kadın beyaz bir çarşaf gibidir. Bizim gibi ülkelerde, elde olmayan nedenlerle bile olsa, küçücük bir leke kadının ömür boyu yakasında bir yaftadır. Erkek ise ak sütten çıkmış bir kaşıktır. Aynı zamanda evlilik programlarını ideal bir buluşma yeri olarak görmemiz mümkün değildir. Bu tür programlar, batı tandansında olup, insanımızın özüyle ve kültürüyle bağdaşmamaktadır.

Profösör

3 Mart 2012 Cumartesi

İleriye Bakarak Yükselmeliyiz

Yaşadığımız hayat, zamanın bizim için canlı bir kesitidir. Hayat deyince aklımıza önce kendi yaşamakta olduğumuz ömrümüz gelir. Yaşamakta olduğumuz ömür, bizim hayatımızdır. Genel olarak hayata baktığımızda, yeryüzünde ilk canlıların var olmasıyla başlar, kıyamete kadar da devam eder. Bizim her birimizin hayatı doğumla başlar, doğuşumuzla, ölünceye kadar olan zaman birimi ise bizim ömrümüzü oluşturur. Her birimizin doğuşundan önceki bir zamanı, bir de doğuşundan sonraki bir zamanı olacaktır. Bir insanın doğuşu, zamanın sıfır noktası olarak kabul edilirse, doğumundan önceki zamana ezeli, doğumundan sonra yaşadığı zamana fani ömür, ölümünden sonraki zamana da ebedi hayat olarak nitelendirmemiz mümkündür.

Hazreti İsa'nın doğumunu hıristiyanlar milad olarak kabul ederler. Tarihi milattan önce ve milattan sonra diye şekillendirirler. Buna göre de miladi takvimi kullanırlar. Biz de batı hayranı olduğumuz için, ülkemizde miladi takvim kullanırız. Pazar günleri Hıristiyanların kilisede ibadet günleri olduğu için tatil yaparlar. Biz de müslüman ülke olarak pazar günleri hristiyanlar gibi haftalık tatil yaparız. Bu da yetmiyormuş gibi, musevilerin havrada ibadet günü olduğu için, biz de cumartesi günleri resmi dairelerde haftalık tatil olarak kabul ederiz. Nedense cuma günleri resmi dairelerde bir saatlik de olsa, cuma namazı izni verilmez. Bu din ve vicdan hürriyetine, fikir ve ifade özgürlüğüne yapılan en büyük darbedir. Yüzde doksan dokuz müslüman olan bu millete yapılanlar zülümdür.


Hrıstiyanlık alemi, bir hristiyanlık propogandası olarak, tarihin sıfır noktasını, zaman ölçeği itibariyle Hazreti İsa'nın doğumu esas almışlardır. Oysa ilim adamları tarihi yazının icadıyla başlatırlar ya, bundan dolayı da Hazreti isa'nın doğumunu milad olarak kabul edip, öncesi ve sonrası gibi bir değerlendirme yapılmasını mantıksız bulup, bir propaganda olarak kabul ederiz.. O zaman herkes nispet olsun diye, taşıdığı inanca göre bir figürü, öncesi ve sonrası gibi değerlendirmelerle tarihin sıfır noktası olarak belirleyeceklerdir ki, bu da yanlıştır. Hristiyanlar noeli dini ve kutsal günleri olarak sayarak yılbaşı kutlamaları yaparlar. Bizim yılbaşını kutlamamız demek hristiyanlık inancını kendi inanç dünyamıza sokmamız demektir. Ayrıca nispet olsun diye de hicri yılbaşı kutlayanlarımız vardır. Dinimizde böyle bir anlayış kesinlikle yoktur.

Bence tarihin sıfır noktası kendi doğum tarihimizdir. Doğduğumuz gündür. Bize göre takvim; bizim doğum günümüzle başlayıp, doğumumuzdan önceki ve sonraki zaman birimidir. Bizim için önemli olan, doğuşumuzla birlikte yaşayacağımız hayırlı bir ömürdür. Bu ömrümüzü nasıl geçirdiğimiz ve nasıl geçirmemiz gerçeğinin bilinciyle hayat sürmemizdir. Sıfır noktası değer olarak nötr olan bir noktadır. Sıfır; matematikte eksi sonsuzdan artı sonsuza giden sayısal değerlerin tam orta noktasıdır. Eksi değerden sıfıra çıkmayı pozitif değer olarak kabul edersek, artı değerden sıfıra düşmeyi de bir nevi negatif değer olarak görebiliriz. Eksi değerlerle artı değerlerin orta ve kesişme noktası sıfır sayısıdır. Her birimiz için zaman kavramının orta ve kesişme noktası, bizim için ezel ile ebedin de orta ve kesişme noktasıdır. Hepimiz sıfırla doğarız, bir geriye bir de ileriye bakarız. Geriye bakışımız bizim için bir düşüştür. İleriye bakışımız ise, bizim için bir yükseliştir. Geçmişimiz; birikimlerimizdir. Yaşadıklarımız ve biriktirdiklerimizin değer olarak pozitif olanlarını arttırmamız; negatifleri de azaltarak, geleceğimizi insanlık ideali doğrultusunda hizmet etmeye adamalıyız. Geride bıraktıklarımıza değil, ileriye bakarak yükselmeliyiz.

Profösör

1 Mart 2012 Perşembe

Bıçak yarası geçer de, Dil yarası geçmez..

Dizini dövmeyen anne; olur anneanne. Kızını dövmeyen baba; olur dede.

İçimde bir his var. İyinin iyisinde. Umut ettiğimiz bir makam var. Gibinin gibisinde. Bugün dünden güzel. Yarın bugünden de güzel.

Darbeyi yapan bir takım medyadır. Yazar, çizer aydın meydandadır. Halk sabırlı, bekler durur. Sabrı taştığında da yumruğunu vurur.

Medya maymunu olmak istemem. Omzu kalabalık darbeci generaller gibi ölmek istemem. Ben bir onur savaşçısıyım; halkımla savaşmak istemem.

Düşünceler manipilasyon, duygular ajitasyon. Öyle bir toplum oluşturduk ki; bir atmasyon bin deformasyon..

Sofradan doymadan kalkalım. Vücudumuzu yormadan kaldıralım. Yemek için gelmedik, yaşamak için geldik bu dünyaya.

Dostumuz, arkadaşımız doğru ve dürüst olsun. Özü sözü bir olan Allah dostu olsun.

Bir twit atalım; derde deva kelamımız olsun. Bir meclise giriyorsak eğer, başta selamımız olsun..

Bir tebessüm, bir gamze, ışıltılı bakıştır. Duygular, düşünceler yüreklerde şimşek gibi çakıştır.

Bir insana gönül vererek severiz. Sevildiğimizi hissedersek eğer,Allah'a şükrederiz. Hem sevilip,seviliyorsak eğer, işte bu hazinelere değer

Alimin ilmi yüceliktir insanı kemalata yükseltir. Cahilin cehli zulümettir insanı sefaletle alçaltır.

Okuyup da adam ol. İlim ahlak sahibi ol. Okuyanın bir eli yağda, bir eli balda olur. Okumayan cahilin yolu cehennem olur.

Profösör
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...