İzleyiciler

27 Kasım 2019 Çarşamba

Okunacak kitap... Yakılacak kitap!..


Ne yazık ki cahiliye toplumunda yaşıyoruz. İlim irfan, şuur ve hakikat varken,  insanı semirtecek, düşüncesini, duygularını nefsinin esiri haline getirecek bir zihniyet ve zillet içinde yaşıyoruz. Güzel bir coğrafyada ve anadoluda yaşıyoruz; fakat anadolu irfanından uzak yaşıyoruz. Kitap okuyalım ve adam olalım diyoruz; Kitabı duvara asıyoruz. Bir tabu gibi ona bakıyoruz. Kitab’ın gerekliliği olan hakikati doğrudan Kitaptan değil; başka başka mahvillerden öğrenmeye çalışıyoruz. İnternetle birlikte öyle bir bilgi kirliliği içindeyiz ki; çık çıkabilirsen işin içinden; sanki bir dipsiz kuyudayız. Kitap okudukça öğrenilir ve doğru öğrendiklerimizle amel edilir. Allah’a kulluğu bilmeyen insan nasıl olur kamil insan? Bencilliği yenmeyen insan, nasıl olur müslüman?  Kitap bizi sadece Allah’a götürüyorsa ve kulluk bilinci veriyorsa kitaptır. Kitap bizi Peygambere tabi kılıyorsa, kitap kitaptır. Okunacak Kitap Odur. Kitap bizi Allah’a kul, Peygambere tabi etmiyorsa o kitap kitap değildir. O kitap yakılacak kitaptır.  Kitap insanlığın kurtuluşuna vesileyse O kitap okunacak kitaptır. Kitap insanı köleleştiriyorsa, imtiyazlı olanları tanrılaştırıyorsa o kitap kitap değildir. O kitap yakılacak kitaptır. 

20 Kasım 2019 Çarşamba

Ağlayan Çocuk



Bu hıçkıra hıçkıra ağlayan masum bir çocuk mudur, yoksa bu içini çeke çeke ğlayan yetişkin bir adamın ruhu mudur!.. Gördüğümüz bu sureti hal masum bir çocuğun ağlayışı olsa da, belki de yetişkin bir adamın  masumiyet feryadıdır. İnsan bu!.. İyisi var, kötüsü var. İnsanın helal süt içmişi var, harama bulaşmışı var. Karşımıza kim çıksın; her insanın bir görünüşü var, bir de görünmeyen sırrı var.  Her sureti halin, bir de sureti sırrı var.  Her şey göründüğü gibi değil; sevinci, neşesi olduğu kadar, bir de hüznü ve üzüntüsü var.  Zahiren insanı anlamak mümkün değil, kendini melek  yerine koyan var, içindeki şeytanı çıkartan var. Var oğlu var. Gören göz, işiten kulak, koku alan burun, dokunan parmak ne kadar işlev görse de kalbe işleyen bir sır var. İnsan; bulunduğu yer ve zaman ne olursa olsun halden hale geçiş var. Bir alimden bir zalim, bir zalimden bir alim olurmuş. Ağlamak ise son çare, son kurtuluş. Bir masum çocuk kadar ağlayabilsek keşke!.. Sonuna kadar zembereği kurulmuş bir saat gibi boşalsak sonuna kadar, için için ve hıçkıra hıçkıra. Ve nihayet bir annenin şefkatli eli saçlarımızı okşasa!..

15 Kasım 2019 Cuma

Kitaplık Radyo Programı



Çizim ve grafikler şahsıma ait bir afiş çalışlması. Dört renk kare bir tasarım. Sosyal medya için de kullanılabilir durumda. Bir de tek renk duatone bir filtre çalışması aynı konsept.





Profösör

13 Kasım 2019 Çarşamba

Bir Sevgi Dirilişi


İlkbaharın çiçek açışı, yeşillenişi ve dirilişi kadar, sonbaharın da sararıp solan kuru yaprakların yere düşüsü de insanı derinden düşündürüyor. İşte bir yaşam öyküsü; açan çiçkler soluyor ve  yeşeren yapraklar sararıp kuruyor. İlahi bir kanun bu, bir tabiat döngüsü, sanki bir ömür törpüsü. Sanki nefes alıp vermiyoruz; daha doğarken  ölüyoruz ve ölümü şimdiden bekliyoruz. Hakikat sevgiden ibarettir desek, bunu idrak etsek, okusak tabiatı, akledip muhakeme etsek herşey birer ibret ölüm gibi. Ölümsüzlüğe götüren bir tek hakikat var o da muhabbet ve ünsiyet gibi. Seveceksiniz ve kaynaşacaksınız. Birey olmaktan ve  bencillikten kurtulup birlik ve birlikte olacaksınız. İşte o zaman insansınız. Bir kuru yaprak diğer bir kuru yaprağı buluyorsa toprakta, birbirinin değerini biliyor demektir. Hakikatin gereğini yapıyor demektir. Yaprak yaprak üstünde, taş taş üstünde ve toprak toprak toprak üstünde. Sonrası bir ölüm sessizliği; ölüm sessizliği içinde bir sevgi dirilişi... 

7 Kasım 2019 Perşembe

Mevlid Kandili

Kanadı Kırık Kelebek


Ne zordur anadolu; evlenmek bile başlık parasına bağlıdır. Çöllünün oğlu Ehmet askerden gelmiştir ve sevdiğiyle evlenmek isteyecektir. Neyazık ki elde avuçta paraları yoktur ve fakirdir. “Taşı toprağı altın deyip” İstanbul’a çalışmaya gidecektir. Gün gelir yatağı yorganı sırtına alır, tahta bavuluyla çıkmıştır yola. Tiren son durak olan Haydarpaşa garına varmıştır. İstanbul deniziyle, vapurlarıyla, uçan martılarıyla, sarayları, camileri, kubbeleri, kuleleri, köprüleriyle kendini karşılıyordu. Birden yalnızlaştı, korktu  ve içi ürperdi. Bu kooskoca şehirde ne yapardı, nasıl yaşardı. Bereket  bu şehirde bir emmioğlusu vardı. Başlık parası için evinden köyünden, anne babasından, daah önemlisi  sevdiğinden ayrı düşmüş kavruk bir genç adam kendini toparlamak için  bir banka ilişir.  Kendiliğinden  "Kader bu ya; yazılmış bir kere, bu çile çekilecek." der. Bir de ne görsün; onu karşılar bir kelebek. Oraya buraya çarparak uçmaya çalışan bir kelebek... Sanki kucağına düştü düşecek. Şuurunu kaybetmiş gibiydi zavallı kelebek. Genç adam birden hislendi ve kalbi pırpır etti. "Zavallı... Bir kanadı kırılmış."  dedi. Neydi bu küçük kelebeğin derdi ki; buralara kadar gelmişti. Onun yeri bu koca kentin betonlaşmış evleri ve meydanları değildi.  Aslında onun yeri kırlar, bahçeler ve çiçeklerdi. Evet bu zavallı kelebek; kanadı kırık bir kelebek! Ahhh... Ah !.. Kelebeklerin ömrü uzun olmaz ki!.. Bir mevsimlik yaşamda kırık bütün duygular; açlıklar, susuzluklar, kıtlıklar, hastalıklar, savaşlar, kavgalar ve hüzünlü ayrılıklar. Bu kelebek sanki benim gibi!.. Benim bu koca şehirde yalnızlığım gibi. Genç adam hüzünle kelebeğe bakarak avucuna aldı. Kanadı kırık haliyle ona sevgi, şefkat besledi. Merhamet etti. Sonra “bu kelebek de  benim gibi can taşıyor." dedi. Sanki dua ediyor gibiydi. Ahhh!.. Bir kanat çırpıp canlansa da, uçsa. Uçsa da sevdiğine kavuşsa. İşte o zaman ölmeye değerdir bu yalnızlıkta ve bu sonsuzlukta. Sesini yükseltti ve titrek sesiyle yalvarıyordu. "Uç!..” dedi. “Haydi uç!.. Kanadı kırık kelebeğim uç!.. Uç ki; senden güç alayım ve mutlu olayım der gibydi. Ama nafile. Kelebek artık hareketsiz ve canlılığını yitirmişti. Genç adam ağlamaklı oldu; sevdiğinden ayrı düştüğü kadar kırık kanatlı kelebeğinden de ayrı düşmüştü. Ne yapabilirdi ki. Bu koca koca şehir kabus gibi üzerine çöküvermişti. Bu  kırık kanatlı kelebeğin kendini karşılayışı da hüzünlü gidişi de hüzünlü oldu. Çünkü ayrılık ölümden beterdi. Derinden bir “Ahhhhh!..” daha çekti ve "Onun da kanadı kırık, benim de kanadım kırık" deyiverdi.

6 Kasım 2019 Çarşamba

Suret-i Hal



Her şeyin bir görünen ve bir de görünmeyen yüzü vardır. Alemi şuhud bu alemde görebileceğimiz herşeydir. Alemi gayb ise görünmeyen ve bilinmeyen alemdir. Biz her iki durumun da okunan bir hakikati olduğuna inanırız. Bugün gökyüzüne baktıysanız eğer, gömyüzündemi ayın hali budur. Ay bu haliyle yarımaydan biraz fazla ve dolunaya doğru evrilme biçimindedir. Biz biliriz ki ay dünya gibi güneşin bir uydusudur ve ışığını güneşten alır. Ay ile dünya ile güneş arasına dünya girdikçe gün be gün dolunaydan yarımaya, yarımaydan karpuz dilimi hilale kadar şekil değiştirir. Tekrar hilalden yarımaya, yarımaydan dolunaya yeniden hayat bulur. Arapça öyle zengin bir dil ki, araplar deve yavrusunun doğumundan sonrası bütün yaşadığı yıllar için farklı farklı isimler vermiştir. Aynı şekilde de, ayın her hali için araplarda bir ismi vardır. Ay da, yıldızlar ad, güneş de ışığını birbirinden alır ve bu Kudreki ilahinin kakikatidir.

Bu çalışma  "Suret-i Hal" ismiyle müsemma fotoğraf okumaları için hazırlanmış bir poster çalışmasıdır. Arkafon üzerine yapılan vektörel grafik çalışılmıştır. 

Profösör









Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...