İzleyiciler

29 Eylül 2012 Cumartesi

Kitap Okuyalım.. Kitap okutalım..


Okumak; eskilerin tabiriyle okuyup da adam olmak demektir. Okumak; insan olmak demektir.. İnsan gibi yaşamak demektir. Bu itibarla kitapları bizim en yakın dostlarımız olarak kabul ederiz. Bilgi doğruları öğrenme. Bilgi edinme, yaşama ve yaşatma olduğuna göre, kitaplara duyduğumuz dostluğu bununla izah etmemiz mümkündür. Kitaplar klasik bir bilgi muhafasazıdır. Bu koruyuculuk onu rafta tutma değildir içinde taşıdığı bilgileri, hafızamıza alma, zihinlerimizde doğru düşünme mantığıyla muhakeme etmeyi, bunun anında akledip doğru davranmayı bize gösterir.

Bilgi edinip, doğru davranış göstermemizin ötesinde, herşeyi iyi niyetle yapmayı ve yaptığımız herşeyin insanlık yararına olacağını düşünerek yapma, bu anlamda da ortaya yüreğimizi koyabilme fedakarlığını gösterebilmemizdir. Bilgi taşıyan herşey klasik anlamda bir kitaptır. Okunabilecek, bilgi yüklü her tür çağdaş bilgi taşıyan herşey bir nevi kitaptır. Kompakt diskten, flaş diske kadar bir nevi bilgi taşıması ve koruması anlamında okunacak birer kitap hükmündedir.

Kitabın mahiyeti tamamen iyi, güzel ve doğru kavramlarının dışındaki toplumu ifsad eden, iğfal eden bilgi ve belgeleri içinde barındırmamış olmasıdır. Yoksa kitap kitap olma niteliğini yitirerek, okuyana ve oktana ateş etmeye yönelmiş bir nevi silahtır. Bizi yüce değerlere çıkartacak, düşük davranışlardan önleyecek bilgiler ve belgeler, bizim adam olma ve insanlık değerlerinde bir yaşam sormamızın ilk tohumlarıdır.

Kitap okuyalım.. Kitap okutalım. Okuduğumuz kitapları çevremize hediye edelim. Kitap desteği içeren bütün kampanyalara katılalım. Çünkü insan olarak bizler, toplumsal bir hayat yaşadığımıza göre, kitap dahil bütün değerlerin paylaşılmasını ortak bir şuur olarak kabul ediyoruz. Cehaletin bir kişinin okumasıyla değil; binlerce kişinin okuma seferberliğine katılarak ortadan kalkacağını iyi bilmemiz gerekir.

Yalova'nın Çınarcık ilçesinde yeni açılan İmam - Hatip Ortaokul’umuz için kurulacak kütüphanesine kitap desteği yapıyoruz. Blogerlarımız kitapla ilgili bir yazı yazarak kampanya jpeğini sayfalarında paylaşırlarsa seviniriz. Bu kampanyaya katılacak kitapseverlerimize şimdiden teşekkür ediyoruz.

Okulun Adresi:
Çınarcık İmam-Hatip Ortaokulu
Taşliman Mah.
Gazi Süleyman Cad. Eski PTT yolu
Çınarcık /Yalova


28 Eylül 2012 Cuma

Bir Losyon Şişesi


İnsan sevgiye ve ilgiye muhtaç bir şekilde dünyaya gelir, sevgiye muhtaç şekilde yaşar ve sevgiye muhtaç şekil de ölür gider. Annemizden doğar doğmaz onun kokusunu öncelikli olarak bütün varlığımızla hissederiz. Gözlerimiz yumuk olsa da onun kucağında şefkat bulur, onun kucağında şefkatle sütümüzü emer, beslenir ve büyürüz. Hayatın ilk adımlarıyla birlikte ilk nefes alışımız annelerimizin kucağıdır. His alma duygusunun özü anne kokusudur. O ancak sevginin, şefkatin ve merhametin, Allah'ın lütfüyle bize sunulan en belirgin hissedilen yönüdür. Bütün bunları düşünürken, ne zaman süt kokan bir bebekle karşılaşsam, beni derinden etkileyen ve bebekliğime kadar götüren bütün masum duygular içinde, kendimi bulurum. Varlığımın ta özüne kadar inerim. Hissettiğim kokuyu içime çeker o kokuyla özleştiririm kendimi. Bebeklerin altları değiştirildiği zamanki kokuyu dahi, bir masumiyet çizgisiyle bütün algılarımla onların varlık dünyasında kendimi bulurum. Bebeklerin her kokusunun benim için adeta kutsal boyutları vardır.

Zaman geçtikçe büyürüz.  Aklı başında bir çocuk oluruz. Bazen uslu, bazen yaramaz bir köy çocuğu, bir kentli çocuk, bir sokak çocuğu, ya da köprü altında yaşayan kimsesiz çocuklar oluruz. Hafızamızda kalan beş duyumuzun ayrı ayrı ulaştığı bilgiler, içimizde sakladığımız anılarımızın izleridir. Anılarımızdan geride kalan hayatımızla ilgili, bizi yakıp kavuran, bize acı ve ıstırap çektiren, hüznü tattıran duyguların bu güne dair birer izdüşümüdür. Bu bir bakıştır.. Bu kulağımıza hoş gelen billur gibi bir ses, bir çığlık, bir haykırış, ya da hiç unutamayacağımız bir azardır. Yediğimiz bir yemeğin tadıdır tad aldığımız muhteşem bir lezzettir. Bir dokunuştur. Belki de, sevgiye, şefkate ve merhamete dair bir parmağın sembolik bile de olsa, bir rütiel içinde, bir yaralı yüreğe, yürekten bir dokunuştur. Bir kokudur; öyle bir koku ki, Allah'ın bir lütfu olarak bize bahşedilen bir bebeğin süt kokusu, anne kokusu, ter kokusu, çocukluğunu geçirdiğin bahçe duvarlarının bütününü, boydan boya kaplayan hanımelinin yüzbinlerce çiçeğinin bütün benliğimize kazıyarak bıraktığı anılardır.

Artık hayata bir başka bir başka pencereden ve bir başka açıdan bakmanın vakti gelmiştir. Yalnızlık duygusu bütününü sarıp sarmalamıştır. Tek başına yaşamanın ancak yalnızlık duygusunun hiçlikle arkadaş olduğu duygusuyla, kendini içinden çıkılmaz bir sarmalda olduğunu düşünürsün. Öyle bir duygudur ki bu, insanın gözü yumuk, etrafına bakmadan rastgele bir arayışın, olgusu içinde, kaderine teslim oluşundur. Hepimiz için geride yaşadıklarımız; iyisiyle kötüsüyle, güzeliyle çirkiniyle, doğrusuyla eğrisiyle, beş duyumuzun bütün algılarıyla, hafızamızda bıraktığı anılardır. Eğer mutluluk ve huzura dair yaşadıklarımız varsa, her beş duyu algısı bizim için kutsaldır. Eğer yaşadıklarımız, umutsuzluk ve huzursuzluğa dairse yaşadıklarımız o zaman bizim için hüsrandır.

Her ne yaşıyorsak yaşayalım; gerideki bütün yaşadıklarımız tecrübeye dair bizim için birer kazanımdır. Her şeyde bir hayır olup ve herşeyin hikmet-i sebebi olduğuna göre, bizler geleceğimiz için en iyisini dileriz. İnanırız ki Allah'ın adaleti ve merhameti sonsuzdur. Bu inançla hayatını sürdüren ve kendini en yalnız, en kötü hisseden, bunalımdan bunalıma giren herkes; öyle bir zaman gelir ki, kendisine armağan olarak, posta ile gönderilen bir paket içindeki kutudan çıkan, bir losyon şişesindeki koku, çocukluğunda evinin bahçe duvarlarını boydan boya kaplayarak, duvarları sarıp sarmalayan hanımeli çiçeğinin özünden yapılan bir losyondan başkası değildir. Çocukluğunun masumiyet ikliminde yetişen hanımeli kokularının, özü bir losyon şişesi içinde artık önünde duruyordur. Bu öyle bir koku ki; katkısız masum bir aşkın Allah tarafından lütfedildiği, bir dostluk iklimiyle birlikte yalnızlığın son veriliş anıdır. Bu an mahşere kadar mutluluk ve huzur olarak sürecek bir andır.

Yazı - Çizgi : Profösör

27 Eylül 2012 Perşembe

Bir Garip Ozanın Ardından



Kırk cengaver; kılıcıyla kalkanıyla, hiçbir kale kapısını açamaz.. 

Bir aşık sazıyla sözüyle, kendisinden hiçbir yürek kaçamaz.. 

Profösör

26 Eylül 2012 Çarşamba

Yanan Yürekler Aşık olur


Dünyanın her yerinde, neresinde olursak olalım; insanın içine bir ateş düştü mü, onu yakıp kavurdu mu, bundan doğan acıyı ve ıstırabı kendisi bile fark edemeyebilir. Ancak biz o zaman, onun aşka düştüğünü anlayabiliriz. Bu yüzden bu hale geldiğini söyleyebiliriz. Aşk insanın kendi içinde yanıp kavrulduğunun bir ifadesidir. Yalnızlığının içine gömülmesidir. Çünkü aşkın en hararetlisi tek taraflı yaşandığı zaman olanıdır. Onun için yanılır, kavrulunur, kor olunur, ateş olunur, alev olunur, kül olunur; sonuçta yok olup gider insan. Bunun sonucu delilik, divanelik, meczupluktur. Amiyane bir tabirle "Delidir ne yapsa yeridir sözü de boşuna söylenmemiştir" Onun içindir ki aşka düşünce ağıt yakılır.. Onun için kavuşulmadığında hüzün içinde hüzün boyun bükülür. Onun için baharın sonbahar; onun için yazın kış olur. Onun için sonbaharda düş kırıkların sararmış yapraklar gibi gözyaşlarında dökülür.. Onun için yazın sıcağında üşüyüp; tir tir titrersin. Onun için aşk budur.

En büyük çile aşktır. İnsanın bedenen çektiği acı, ruhen yaşadıklarının yanında nedir ki.. Bıçak yarası geçer de, kalp yarası geçer mi.. Yaşanan bu çileler biter mi.. İnsan bir kere aşka düştü mü, yanıp kül olduktan sonra ikincisi değer mi.. Aşk bir kere yaşanır; uğrunda da bin kere ölünür. Ölmek belki de çilenin son halidir. Onun için birbirini seven kişilere, aşıklar densede, hangi halk aşığının kavuşabildiği bir sevdiği vardır. Halk aşığı kavuşamayınca Hak aşığı olduğunu bütün kitaplar yazar. Oysa aşk kavuşmak için değildir. Yanmak ve çile çekmek içindir. Bu dünyada çile çekmeyen kendini hakikatin içinde bulabilir mi.. Harflerin, kelimelerin, cümlelerin anlamını kavrayabilir mi. Çilekeş, gerçek bir aşık konuştuğu zaman bütün evren susmasını bilir. Bütün evren dillendiği zaman, gerçek aşık da susmasını bilir. Meczupluk ise hayatına tamamen küsme hali değildir. Ancak içinde bulunduğu hal, aşık olmanın sessiz ve dilsiz halidir. Başlı başına hüzün içinde hüzündür. Artık bu durum; Hak karşısında boyun büküş, boyun bükmenin de en son halidir.

Dünyanın her yerinde, ister türkü, ister arabı, ister fransızı, ister rusu, ister itlyanı, ispanyolu, ister hitlisi, çinlisi, japonu; zengin, fakir demeden insanoğlu aşık olur. Dünyanın her yerinde aşk varsa, hüzün de vardır. Nice ozanlar  aşık olur. Nice aşıklar da zamanla ozan olur; türkü söyler, bozlak okur, ağıt yakar. Yanan yürekler acı acı bağırır.. Yaralanan yürekler hüzünle haykırır. Bir Aşık veysel, bir Mahsuni, bir Neşet Ertaş olur; bir ömür yaşar giderler, toprak olur.

Yazı ve Çizgi:  Profösör

25 Eylül 2012 Salı

Sosyal Medya Gerçeği


Milyonlarca hesabı olan, sosyal medya üyesi ve her biri birbirine network ağlar sayesinde bağlı kalarak, yeni nesil bilişim teknolojilerini sonuna kadar kullanabiliyor. Her sosyal medya kanalının, kendine has işlevi ve işlevselliği olması, farklı alanlarda üyelerinin sosyal ihtiyaçlarının karşılanması demektir. Herşey buraya kadar güzel olup, sosyal medyanın kendi işlevi dışında kullanım alanlarının yaratılması da bir o kadar, hesap sahibini bağlıyor ve sorumluluk altında tutuyor. Bu anlamda da, kişiyle ilgili bilgi edinmede, kişinin ahlak ve karakter yapısı hakkında bilgiye rahatça ulaşabiliyoruz. Kişi ister rumuzunu kendi gerçek ismine bulaştırsın bulaştırmasın, bir şekilde bazı noktalarda kesişerek, kendi yapısı hakkında, istemese de, ilgi duyanlara ve merak sahiplerine malumat verebiliyor. Sosyal medya kullanıcıları, blog, facebook, twitter, linkedin, youtube, vimeo gibi daha sayamayacağımız birçok kanallarında, yazdığı ve paylaştığı bütün belgeler de bir şekilde kendini ifade yolu buluyor. Kişinin baştan itibaren geriye doğru hesapları takip edildiğinde hakkında kesin hüküm verebileceğimiz doneleri elde edebiliyoruz.

Kişilerin interneti ne kadar sağlıklı kullansa da, neyi, nerede, nasıl, ne şekilde, kime göre, bilgi paylaşım içinde olması gerektiğini sosyal paylaşım kanalları içinde bilmesi, buna göre kendini konumlandırması aslında yanlış anlaşılmaları da önlemiş olacaktır. Bazen söylediklerimiz ve yazdıklarımızda bir çelişki olmayabilir ama söyleyiş tarzımız ve paylaşım biçimimiz daha önemli hale gelebilir. Kişi kurum ve kuruluşlar kendi itibarını yükseltmek ve prestij kaybını önlemek için, özellikle bir sosyal medya ajansıyla çalışırlar. Sosyal medya uzmanları, müşterisinin ismini, ürününü, hizmetini, markasını daha yücelere çıkartmak için, sosyal medyanın önünde dimdik ayakta durmak ve zaaflarını bertaraf ederek, anlı açık bir şekilde kamuoyunu yönlendirir. Sosyal medya uzmanları, sosyal kamuoyunda müşterisinin durumunu üstlenir, onlar adına yazar, çizer, edite eder. Oluşabilecek krizleri zamanında önler. Bu onun işi ve kariyeridir. Bir hastanın doktoruna, bir talebenin hocasına teslim olduğu gibi, ona teslim olurlar. Sosyal medya uzmanları, hem gazetecilik ve editörlüğü, hem de reklamcılık ve halkla ilişkilerin temel ilkelerine sahiptirler. Biraz felsefe, biraz sosyoloji, biraz tarih, biraz edebiyat, biraz pazarlama, biraz marka yönetme bilgisine sahip olurlar. Her ilimden, her düşünceden, her duygudan dağarcığında bulundurur. Bir etkileşim içinde bu bilgi ve birikimleriyle, sosyal medyada, yazar, çizer, konuşur, anime eder. Bu uğurda hergün saatlerce bilgisayarın başındadır. Önce koruyucu hekim gibi, savunduğu markayı diri tutmaya çalışır ve gelebilecek her tür yıkıcı faaliyete karşı, bertaraf edebilecek ön hazırlığı yapar. Sonra da savunduğu markayı en iyi bir şekilde savunarak ve prezante ederek ustalığını gösterir.

Dahası; örneğin twitterda markasının ismini ve markayla ilintili olgusunu en çok anılan grandtopik çalışmalarında birinci sıraya girmesini sağlar. Bu çalışmayı geliştirmek ve markaya yönlendirmek için de, markanın varlığıyla ilgili değerlerinden yola çıkarak kreatif sözlerle yığınları etkiler. Fotoğraf, grafik, kolajlarla slayt çalışmalarını yayınlar. Bir taraftan sosyal medyanın bütününde organizasyonlar ve yarışmalar yapar. Hediye çekilişleri ve sergiler düzenler. Bir taraftan da raporlar hazırlayarak, müşterisiyle eşgüdüm içinde çalışmasını sürdürür. Sosyal medyada herkes dikkat etmek zorundadır. Yığınlar bizi hep birlikte yücelere çıkartırken, bazen de hep birlikte bizi boşluğa bırakabilir. Artık sanal dünya reel dünyanın önüne geçmiştir. Yakında gazete, dergi, radyo ve televizyon varlıklarını reel dünyaya göne sürdüremeyeceğini iyice anlayacaktır. Zaten şimdiden reel dünyanın pabucu sanal dünya tarafından dama atılmıştır. Görmeyenler bunu geç de olsa göreceklerdir.

Profösör

23 Eylül 2012 Pazar

21 Eylül 2012 Cuma

Mutluluğun Kaynağı

Mutluluk önce öğrenilir; sonra da yaşanır. Mutlu olmak için birçok sebebimiz olsa da, nedense bunun idrakinde olup, işe şükrederek başlayamayız. Bir de; mutsuzluk yaşayan kimsenin önce kendisiyle ilgili inanç sorunlarının var olabileceğini düşünemeyiz. Oysa mutluluğun kaynağı kesinlikle inanç değerleridir. Önce inancımızı yaşamakla başlar mutluluk. Mutsuzluk da, inancımızı uygulamaya sokmayıp ve gaflet içinde yaşamak demektir. İnsan nasıl mutlu olur, sorusunun cevabını NLP kitaplarının hiçbirinde bulamayız. İlahi bir kaynağa dayanmayan, hiç bir öğreti tatminkar değildir. Çünkü mutluluk özü itibariyle ilahi bir kaynaktan beslenir. Bu durumu "Maverayla göbek bağını kopartmış bir dünyanın insanı, ya intihar eder, ya da isyan" diyerek, anarşi, terör ve anomi kavramlarına dikkat çekerek de izah edebiliriz. Elbette kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanırız. Başımıza gelen her türlü sıkıntıdan da Allah'a sığınırız.. Ancak Ona inanır ve Ondan yardım isteriz. Toplumda yaşanan her türlü sıkıntı tek başına bir bireyden kaynaklanır görünse de, toplumsal olarak, potansiyel bir cehaletin yansıması olarak da görebiliriz. Bir kişinin işlediği suçun arkasından bununla ilgili suç ortaklarını ararız. Hatta sivrisinekler ve bataklık misali; bataklığın kurutulması gerektiğini düşünürüz. Eğer toplumda cehalet varsa, her türlü kötülük, çirkinlik ve sapkınlığın olması doğal hale gelir.. Çünkü cehalet karanlık demektir. Zulüm demektir. Mutsuzluğun kaynağı demektir. Aydınlık ise; okumak, öğrenmek, bilmek demektir. Bilmek demek hayatımızı bir şuur halinde yaşamamız demektir. Ancak bir şuur halinde yaşayabiliyorsak gerçek mutluluğu yaşıyoruz demektir. Mutluluğumuzu sadece iki kişi arasındaki sevgi bağına endekslersek, hem bencil, hem de büyük bir kısır döngü içinde olduğumuzu söylememiz yeterlidir.

Çocuğunu teröre kurban eden annenin feryatlarını görüyoruz. Onun içindeki evlat acısını tarif edemeyiz. İçine düştüğü, yüreğini yakıp kavurduğu ateşi söndüremeyiz. Trafik kazasında eşini kaybeden bir insanın yıkılışını ekranlarda izliyoruz. Bir hastanın hastanede doktorların elinden şifa aradığını, kan ve böbrek arayışlarının anonslarını işitiyoruz. Üzülüyoruz. İçimiz acıyıp merhamet duygularımız harekete geçiyor. Bunun yanında kedisini yada köpeğini kaybeden birinin üzüntüsünü, ağlayışlarını ve mutsuzluğunu görebiliriz.. Elbette biz insanız; yaratılıştan sevgi, şefkat ve merhamet gibi duygularımızla yaratılmışızdır. Bu duyguları taşındığımız müddetçe, hiç kimsenin burnunun kanamasına tahammül edemeyiz. Tahammül edemediğimiz gibi, kötülüklerin olmasına da müsaade edemeyiz. Çirkinliklere ve sapkınlıklara izin vermek istemediğimiz gibi, kendimiz de bilerek ve kasıtlı olarak kötülük yapamayız. Buna karşın çirkinliklerden ve sapkınlıklardan kaçınırız. Burada söylemek istediğimiz gerçek; herşeyin "Takdiri ilahi" olduğunu hatırlatmakla birlikte, herkesin kendi bireyselliğinde kendini hesaba çekmesi olmalıdır. İstenmeyen şeyler insanlığın başına bela olarak geldiğinde, bütün insanlık alemi, meseleleri hep birlikte çözmesidir. Aynı zamanda da alınan derslerle şuurlu yaşayan bir toplum idealini oluşturmaktır. Bu ideal insanlık ailesinin huzur ve mutluluğunu, sonsuz sevgi, şefkat ve merhamet mefkuresinde buluşabilmesidir.

Mutluluk önce hakikati okumak ve öğrenmekle başlar; sonra da bu hakikat ışığında hayatımızı şekillendirmekle devam eder. Eğer kendimizden, ya da toplumdan kaynaklanan sorunlar varsa, bu sorunların kökten, hep birlikte halledilmesi gerekmektedir. Önce kendimizi hesaba çekmekten başlamalıyız. Toplumsal bir hayat içinde varlığımızı sürdürürken, bizi olumlu ya da olumsuz yönden etkileyen her tür olayın sorumluluk duygusunu taşımalıyız. Sorumluluk bilinci bireysel olarak başlar, dalga dalga bütün toplumu içine alır. Çünkü insan, görünürde bireysel bir varlık olsa da, paylaştığımız hayat tamamen bütün toplumu içine alan bir hayattır. Bir evde huzur ve mutluluk varsa bize yansıması bu yönde olacaktır. Eğer bir evde huzur ve mutsuzluk yoksa bütün toplumu bu anlamda etkileyecek ve üzecektir.

Profösör

19 Eylül 2012 Çarşamba

Bir Masal Gibiydi


Bir an kentin bütün ışıklarının söndüğünü düşünelim. Caddeler, sokaklar, bulvarlar bir anlık da olsa ışık kirliliğinden kurtarıldığını, binaların içindeki yanan ışıkların pencerelere vurduğunu düşünelim. Trafiğin durduğunu, gürültünün tamamen yok olduğunu, meydanların kalabalıklardan arındırıldığını, sanki sakin bir tatil kasabasında yaşıyor gibi, bir gece vakti yürüyüşünde gökyüzündeki dolunaya eşlik ederek yalnızlığımızı paylaştığımızı düşünelim. Herşey güzel; denizden esen iyotlu yel, yüzümü şefkatle okşadığını, dolunayın suya titreyerek vuruşunu, kalbimizin tir tir titrediğini, nefes alış verişlerimizin hızlanarak kalbimizin bu sessizlik içinde nasıl atabildiğini düşünelim.

Böyle bir zaman ve mekanda, vapur iskelesinin önündeki tarihi tiyatro binasının önünden geçerek meydandaki banklardan birine gayri ihtiyari oturuyorum. Seyyar bir çaycının termosla dolaşarak plastik bardaklarda çay sattığı fark far ediliyor. Elimle işaret ederek ona çay alacağımı ima ediyorum. Çaycı allı güllü elbisesiyle etnik yapısını abartılı olarak yansıtan, esmer bir çingene kızı olarak salına salına yanıma yaklaşıyor.. Ağzını dolduran sakızıyla çay servis etmesi hayli bir ilginçlik gösteriyordu. Bir bardak termostan çay koyduktan sonra, bardağın içine şeker atmak isteyince elimle kullanmıyorum anlamında ona teşekkür ediyorum. Parasını ödedikten sonra, elindeki termosu ve plastik bardakları bir kenara koyarak, yanımdaki boşluğa ilişerek, bana fal bakabileceğini söyleyince utanırım ben diyorum kendisine. Bu konuşmanın arkasından bak dolunay bizi gözetliyor, ortamın büyüsü bozulabilir, istersen fal yerine ikinci bir çay alabilirim sizden diyerek tebessüm ediyorum. İlk bardaktaki çay bitmeden ikinci bir bardağı oturduğum bankın kaidesindeki, küçük düzlük yere bırakıyorum.. Çaycı kız onun da parasını alıp, beni tuhaf bir gözle süzdükten sonra, arkasına bakmadan, benden uzaklaşıp, kaybolup gidiyor.

Bütün ruhumu saran bir garip duyguyla, ikinci çay bardağını elime alıp, yerimden kalkıyorum. Bu karanlık gecenin tek hakiminin dolunay olmasına rağmen kendimi sanki bir zenci caz ustası kadar duygusal ve yaşamın özgürlü içinde saklı olduğunu anlıyorum.. Bu dolunay ve gökteki parlak yıldızların bana hissettirdiği bir caz esintisini ruhuma işlediğinin farkına varıyorum. "Yarın sabah güneş doğacak..Yüreğimde parlayacak..Rüzgarlar yön değiştirip; hüznümü üfleyip götürecek." Dolunay da sanki bu gece, sadece benim için parlıyor. Nesilden nesillere anlatılacak, bitmeyen bir öykü yazılacak olan bir romanın duygu derinliğini burada hissediyor gibiyim. "Aşk ve Hüzün" ancak bu kadar derinden hissedilebilirdi diyebilirim. Çünkü aşk ve hüzün, bir insanlık ailesinin bütünüyle yüreğinde hissettiği acıdır, ıstıraptır, burukluktur, özlemdir. Bütün bu duygularla beslenen bir romanın adıdır. İnanmak, inanarak sevmek, sevilmek ve kavuşamasan da, bu ulvi değeri asla yüreğinden çıkarmamak adına aşkı kıyamete ve oradan mahşere kadar sonsuzluğa taşımanın eylemidir aşk ve hüzün.. Aşk ve hüzün bir hayalin, bir rüyanın iz düşümüdür bu hayatta.. Aşk ve hüzün; bitimsiz bir umudun, heyecanın, coşkunun erdemiyle bir kutlu çağrının adıdır. Bu iki kişinin birlikte yaşadığı bir roman değil; hepimizi ve bütün insanlığı içine alan, bir aşk ve hüzün manifestosudur.

Profösör

17 Eylül 2012 Pazartesi

Isırılmış Elma


Hayat bizim için, ilk günahın ceremesini çekmekle başlar bu dünyada. İlk günah insanoğlu için, yasak olan bir meyvenin ısırılmasıdır. Onun için; ısırılmış bir elma bile, bizi bu fani dünyaya mahkum etmek için yeterlidir. Aklın, hafsalanın almadığı bir noktadır cürüm işlemek ve günaha girmek. Bu bir aşk masalıdır aslında; Adem ile Havva'dan kalan bir yalandır. Kör nefsin iradeye ilk yenilgisidir; buna karşın aklın, fikrin ilk yenilgisidir. Haramın ağzı buruşturan ilk lezzetidir,  belki de mahrem maceranın ilk başlangıcıdır insanlık için.

Profösör

14 Eylül 2012 Cuma

Bir Düşünce Derinliği


Bu evren, bu dünya, bu ülke, bu şehir, bu yaşadığımız hayat asla ben merkezli değildir. Sadece insanlar için fıtrattan tanınan inanç, akıl, düşünce, duygu, bütün yetenek ve becerileri, kesinlikle ben merkezli düşünemeyiz. Bütün bu nimetler Allah'ın bize verdiği, bizim de doğru yolda kullanmamızı öğütlediği bizler için birer lütuftur. Nice ukalalar, nice mütefekkirler, nice sevgi, şefkat ve merhamet sahiplerinin bu duygu ve yetenekleri ancak kendisine cüzi olarak verilen irade ve insiyatif kadar kullanabilmektedir. Yaratılanların başında İnsanlar olarak kendi aralarında, duygu ve düşünce sahiplerinin birbirinden farklı görüşleri ve yaşantıları olduğu gibi, yetenek bakımından birbirinden üstün ahlaki yanları da vardır. Önemli olan kişinin insani olgunlukta züht ve takva sahibi olabilmesidir. Bunun yanında bazı yetenekleri yaratılan hayvanlar için de düşünebiliriz. Bir afrika pumasının şimşek gibi bir ışık hızında koştuğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda da bir yırtıcı hayvanın önünden kaçarak kurtulabilmesi için afrikada yaşayan bir zencinin de, dünya olimpiyatlarında diğer koşucu sporculara fark atması da manidardır. Her yeteneğin bir üstününün var olabileceği, "Çivi çiviyi söker" sözünden hareket etsek de etmesek de, ancak bir Yaratanımızın sonsuz güce sahip olduğunu biliriz ve fıtraten de bunu özümüzde içselleştirmişizdir.

Bu dünyada, yaşadığımız, yaşamakta olduğumuz ve yaşayacağımız her fiil, her olgu, bütün yaratılanların rabbi, haliki ve razıkı olan Allah'la izah edilebilir. Çünkü hepimiz O'ndan geldik, yine O'na gideceğiz. Bu hakikatle, bu dünyaya geliş ile bu dünyadan gidiş arasındaki çizgideki ömrümüzü hep birlikte bu dünya hayatı içinde paylaşıyoruz. İnsan Kuran'ın davetine icabet ettikçe, imanıyla, ameliyle, irfanıyla, kulluğun bir değer ifade edeceğini söyleyebiliriz. Kur'an Allah'ın kitabı olarak herşeyi ayan beyan açıklamıştır. Bütün kainat ancak Allah'ın nuruyla şekillenir ve hayat bulur. Kur'an bütün ilimleri içine alır. Bu yönden de İslami ilimler ve Kuran ilimleri gibi tasnif ancak, Kuran'ın anlaşılmasında usül, erkan ve bir disiplin getirmesidir. Oysa bir doktorun, bir sosyoloğun, bir mühendisin, bir öğretmenin, bir gazetecinin, daha sayamadığımız bütün meslek erbabının, işini başarıyla ve mükemmelen yapabilmesi için, Kuran kültüründen haberdar olması gerekir. Tek başına öğretmenliğin, doktorluğun müsbet ilimlerle izahı yapılsa da, bu ayrımın ötesinde, özellikle insanın sosyo, psiko biyolojik bir varlık olduğunu unutmamalıdır. Kuran'ı kerim hayatın ta kendisidir. Onu sadece başımızın ağrıdığında bir aspirin gibi, başımızın ağrısını geçirecek bitki özlerinden yapılmış mürekkep bir ilaç olarak göremeyiz. Başı ağrıyan kişi, baş ağrısının geçmesi için gripin kullanabilir. Bu bir tedavi şeklidir. Ama şifa kesinlikle Allah'tandır. Bir ilacı "Besmele"yle kullanmak ve Allah'a şükür etmek, sıhhat ve afiyetler dilemek zaten kültürümüzün içinde yer alır.

Bize düşen; iman edip de, sâlih ameller işleyenler zümresi içinde yer almaktır.. Bize düşen; birbirlerine hakkı tavsiye edenlerden olmaktır.. Ayrıca birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden olmalıyız ki; hüsranda olan insanlardan olmayalım. "Cumanız mübarek olsun"

Profösör

13 Eylül 2012 Perşembe

Kalp Kıran, Düş Kırıklığı Yaşar..


Zaman zaman iletişim kazaları yaşayabilir insan. Bizim ne anlattığımız değil de, bir konuyu ne şekilde hangi ruh haletiyle anlattığımız ve karşımızdakinin neyi nasıl aldığı önemlidir. Kalbimiz en sevdiğimiz kişi tarafından bilmeyerek, ya da bilerek kırılabilir. Fakat sevmediğimiz kişi bizim kalbimizi kıramaz, sadece bizi öfkelendirir. Ona karşı bir hınç duyarız belki de. Kalp kırıklığı duygusal iletişimin içinde yer alır. Kalbi iletişim fikirlere, kitaplara sığmaz. Kalbi iletişim ilhamlara ve gönül hazinesine dayanır. Anlamak ve anlaşılmak, öznesi tümleci ve yüklemi olan cümlelerden oluşsa da aynı zamanda da, altıncı his denilen kalp gözlerinin açık olmasına bağlıdır. Gönül evi ruhen insanın huzur bulduğu bir evdir. Mutluluğun kaynağı burasıdır.

Bir söz, bir bakış, bir hareket, belki de bir hece bile bir kitap dolusu metine bedeldir. Bazen suskunluktan bile kalp kırabilir ve kalp kırılabilir. İnsanlar konuşmadan, bakışmadan da iletişim kurabilir. Bazı duygu ve düşünceler zincirleme birbirine bağlıdır. Aradaki bir halka olmasa bile insan karine yoluyla onu çözer. Önemli olan duygu ve düşünce paylaşımında, inanırlığını ve güvenirliliğini kaybetmemektir. İnanmak ve güven duymak kalbi güçlendirir. İnançsızlık ve güvensizlik kalbi yaralar, kalbi acıtır, kalbi bir arayışa sürükler. Öyle bir hal alır ki; bir kalp kırıldığında, kalp kıran bin kez düş kırıklığı yaşar. Bu aynı zamanda kalbi kırılanı da üzer. Çünkü kalbi kırılan kişi, kalp kıranın her zaman iyi olmasını ister ve bu uğurda da fedakârlıklar yapmaktadır. "Kalp kıran kesinlikle düş kırıklığı yaşar"

Hayata bakış mutlaka itidalli olmalıdır. Ne keskin sirke olunmalı, ne de yumuşak bakışlı olunmalıdır. Burada dengeyi sağlamak gerekmektedir. Eğer kişi adabı muaşeret kurallarını biliyorsa, değerlerini karşılıklı olarak paylaşabiliyorsa, mefkuresini gelgeç heveslerle çarçur etmiyorsa, tereddütsüz kendisine inanç ve güven duydurabiliyorsa, bunu da ebediyyen bir dostluk iklimine taşıyabiliyorsa maksat hasıl oldu demektir. Aksi takdirde zaman bize madalyonun öbür tarafını da ne yazık ki içimizi acıtarak gösterecektir. Biz dostlar birbirimizi kırabilir ve birbirimiz tarafından kırılabiliriz. Önemli olan birbirimize olan inancımızı ve güvenimizi kesinlikle yitirmemeliyiz. Yeni bir oluşta, yeni bir süreçte daha çok birbirimize duyulan ihtiyacın doğallığını da bilmemiz gerekir. Hayati konular sadece kişilerin tek başına halledebileceği konular değildir. Bu açıdan dostlarımızın birbirine olan inancı ve güveni olmasına rağmen doğal olarak korumacılık dürtüsüyle bir tedirginlik yaşarlar. Eğer bilgileri dışında gelişmeler olursa kalpleri kırılır. Kırılır ki; çok sevdiği dostlarının başına gelen, istemediği kötü şeylerden dolayı, yaşayacakları düş kırıklıklarından kendisini sorumlu tutar. Çünkü çok arzu edip de, istenilen sonuca varılmayan akibetler kesinlikle düş kırıklığı yaratır. Düş kırıklığı kalbi kanatır. Yüreği acıtır. İnsanın kimyasını bozar. Hiç kimse kalp kırmasın.. Hiç kimsenin kalbi kırılmasın. Kalp kıran da, kırılan da düş kırıklığını paylaşmak durumundadır. Çünkü dostluğun doğasında herşeyi paylaşmak vardır. 

Profösör

12 Eylül 2012 Çarşamba

Bizim Parametrelerimiz


İnsanoğlu öğrenmeye asla kapalı bir varlık değildir. Öğrenmek isteği insanda, yaratılışta kendisi için kodlanmış bir nimettir. İlk emir "Oku" derken, yaratan rabbinin adının hatırlatılması önemlidir. Çünkü öğrenilecek herşey Allah içindir. Onun için yapılacak herşey, bizi doğru yolda huzurlu ve mutlu bir ömür geçirmemizi sağlar. İnsanın okumaması, öğrenmemesi, cehaletle savaşmaması ancak kendi nefsiyle izah edilebilir. Çünkü varlık olarak insanoğlu hayatını idame ettirebilmede okumaya ve öğrenmeye meyyaldir. Bir küçük çocuğun bile, etrafına bakarak taklid etmesi bir anlamda doğal olarak aldığı bilgiler kendisi için rol model olan en yakınları ailesi ve çevresidir. Bir erkek çocuğuyla bir kız çocuğun farklı bilgiyi algılamasının hikmeti de fıtri hakikatlerde yatar. İnsan öğrenmeye aynı zamanda mecburdur. Fakat öğrendiğini uygulamaya gelince de nefsiyle karşı karşıyadır. Meleklerden farklı olarak insan, sırtında ateşten bir gömlek gibi bir nefis elbisesi taşır. Doğruyu, iyiyi güzeli öğrenip bildiği halde insanın gaflette olması, atalette olması, dalalette olmasının anlatımı ancak nefisin varlığıyla mümkündür.

Okumuş cahillere gelince, eğer okumamız bizi yaratan rabbimizin adıyla olmamışsa, artık düşünce ve duygular iğfal olacak, ifsad edip, iflas edecektir. Bir kişinin yanlış düşünmesi, duygularının bozukluğu, hakikati anlamada, içselleştirmede ve hakikate ermede başta doğru akıl etmeyi, muhakemeyi, kaybettirecektir. Bunun yerine duygulu olmak, duyarlı olmayı, doğru düşünmek de tutarlı davranmayı peşinden getirdiği gibi, aynı zamanda insanoğlunun hem dünyevi hem de uhrevi hayatında dimdik ve anlı açık bir şekilde kendisine ebedi bir hayat bahşedilecektir.

İlmi isteyene ben veririm diyen rabbimiz, Alemlerin en büyük terbiyecisidir. Asıl bizim meselemiz okuyup öğrenmemek değil, okuyup öğrendiğimizi hayatımızda uygulamamamızdan kaynaklanıyor. Kuran hükümleri tamamen Allah rızasını esas alıyor. Allah rızasını kazanmak da insan için kulluk, huzur ve mutluluğun kaynağıdır. Çünkü Allah kendi yarattığı kullarını sever ve sevdiği için hidayette olmalarını ister. Kulun en büyük savaşımı kendi nefsidir. Nefis bize durduracağı yerde, biz taşıdığımız zorlu nefsimizi önümüzde diz çöktürmesini bilmeliyiz. Aksi takdirde bütün aletler ve cihazlar yanlış tartacak ve yanlış bilgi verecektir. Elbette okumalıyız, öğrenmeliyiz, öğrendiklerimizle Allah için yaşamalıyız. Nefsimizle mücadeleyi de büyük cihad olarak kabul etmeliyiz.

Parametreler, varlığımızın ve hayatımızın değişkenlikleridir. Bizim parametrelerimiz, iyiye güzele ve doğruya giden parametrelerdir. Bizim değişkenliklerimiz ruhen ve bedenen olgunluğa giden ve Allahın rızasını kazanmaya yöneliktir.

Profösör

10 Eylül 2012 Pazartesi

Ruh İkizi

Son zamanlarda, laf arasında "Ruh ikizi" diye bir kavram çok kullanılmaktadır. Oysa hiçbir varlık diğerinin ikizi konumunda olamaz. Fiziken birbirine, yüzündeki benine varana kadar, tıpatıp benzeyip de, ikiz olarak doğmuş çocukların bile ruhen birbirinden çok farklı olduğunu biliriz. İkizlik sadece fiziki kalıplar içinde görüldüğü için sadece görsel benzerliktir. Bazı huy ve davranışlar da birbirine benzerlik gösterebilir. Sonuç olarak iki insan, iki ayrı varlıktır. İnsanın ruh ikizini bulması demek, evrensel boyutlarda iyi veya kötü, her ne şart olursa olsun, onu kendisi için çok özel bulup mutlu olması, aynı derecede de kendisini onun bir yarı paçası gibi hissetmesidir. Bunun yanında da kendisini, ruh ikizi olarak algıladığı kişinin yarı parçası gibi hissettiği gibi, karşısındakine de bunu aynı oranda doğal olarak hissettirmesidir.

Ruh ikizi kavramı insani bir değerdir. Anlamak ve anlaşılmak esasına dayalıdır. Bu kişiler gerektiğinde hiç konuşmadan göz temasıyla bile kurabilirler. Tek bir bakış binbir bakış içinden seçilebilir. Bu dili herkes kullanamaz. Ruh ikizinin kullandığı dil kalbidir. Kalbin güzel duygularla kemal bulmasıdır. Ruh ikizi kavramı cinsi değildir. Cinsiyet sadece iki karşı cinsin birbirini anlaması, birbirini tamamlaması, bir ve birliktelikleriyle hayata karşı hem özelde hem de genel olarak sağlıklı bir pozisyon alabilmeleridir. Her nereden bakarsak bakalım, iki insanın karşılıklı anlaması, anlaşılması, hayat mücadelesi içinde yaşadıklarının birikimleri içinde daha anlaşılır olmasıdır. Hayatta çile çekmeyen, acı görmeyen, sıkıntı yaşamayan kişilerin, gerçek sevginin, gerçek şefkatin, gerçek merhametin ne olduğunu anlayabilmesi ve özüne inip içselleştirebilmesi mümkün değildir. Bu sebepten ruh ikizi kavramı, herşeyi yüzeysel olarak yaşayan, herşeyi güllük gülistanlık içinde bulan kişilerin felsefesi içinde yer alması düşünülemez. Ruh ikizi kavramını ancak, göbeği maverayla bağlı olan iki dünya insanının, inanç ve ahlak değerleri içinde, duygusal ve düşünsel olarak, ulvi bir mefkurede buluşması olarak görebiliriz. Belki de birbirini anlamada duygusal ve düşünsel olarak herkesten daha iyi karşılıklı anlaşabilme sanatıdır. Bu bir, onlara Allah'ın lütfudur. Bu bir aynı frekansı yakalayıp, birlikte birbirini ahenk içinde anlayabilme becerisi ve ustalığıdır.

Ruh ikizi demek, samimi, hiç bir karşılık beklemeden ve kişisel menfaate dayalı olmayan, sadece gönül rızasını kazanmaya dayalı, ahlaki, duygusal ve düşünsel bir birliktir. Ruh ikizlerinin birbirine olan sevgisi ve saygısı aynı zamanda da bütün insanlığa duyulan sevgi ve saygıdır. Ruh ikizi, inanç değerlerini yaşayan ve yaşatan felsefesiyle, birbirlerini hayat boyunca olgunluk derecesinde yüceltmeye çalışan, aynı zamanda da birbirlerini kırmaktan çekinen gerçek iki dosttur.

Profösör

8 Eylül 2012 Cumartesi

Sonsuzluk Duygusu


Sonsuzluk enine boyuna, uçsuz bucaksız, sonsuz derinlik demektir. Bir açının üçyüzatmış derecesinin bütünü demektir. Sonsuzluğu sadece bir uzay boşluğundan ibaret olarak göremeyiz. Çünkü sonsuzluk bilinen ve bilinmeyen bütün alemlerin varlığıdır. Sonsuzluk fiziken izah edilemediği gibi, ancak metafizikle ilişkilendirilerek anlam kazanan bir değerdir. Sonsuzluk; uçsuz bucaksız gibi görünen bir okyanus, bir sahra, sonsuz bucaksız gibi görünen göklerdir. Sonsuzluğu elle tutulur somut bir kavram yerine, daha soyut bir kavram içinde irdelememiz daha yerinde olacaktır.

Renkler, şekiller, ölçüler ve boyutların bir başka türlü anlatım biçimidir. Bir çiçeğin açması, bir meyvenin olgunlaşması, Martıların uçuşu, denizlerin dalgalanması, bulutların ağlaması, yağmurun yağması, güneşin doğup batması, ayın suda yakamoz oluşturması, yıldızların göz kırpmasını sadece somut fizik kurallarıyla anlatamayız. Bir bebeğin doğması, büyümesi, bir ömür hayat sürmesi sadece fizik kuralları içinde düşünemeyiz. Allah'ın iradesi, kudreti, lütfi keremi olmaksızın bir sineğin bile kanadını çırpmasını düşünemeyiz. Bütün varlıklar onun "ol" demesiyle olduğuna göre, bütün varlıkların sünnetullaha uygun olarak yine Allah'ın izniyle görevlerini yerine getirmesi demektir. Bütün varlıklar sorumluluklarını ilahi bir düzen içinde yerine getirirken, insanoğlu düşünen ve akleden, ahseni takvim bir varlık olarak, kulluk sorumluluğunu kendi iradesine ve inisiyatifine verilmiştir.

Sonsuzluk; Sonsuz bir gücün, sonsuz bir varlığın, bizi yaratan, bizi terbiye eden ve bizi rızıklandıran Yüce Allah'ın kalbimizde yer bulmasıdır. Onun için, O'nun sevgisi, şefkati ve merhametiyle biz kulların zikir ve şükür içinde olmamızdır. Sonsuzluk O'na olan tesbihimizle, tevhidimizle bir damlanın okyanusla buluşması gibi, bir "cüz" iken, bir "kül" olmamız, vuslata ermemizdir.

Sonsuzluk Allah inancının her yerde tecellisidir. Bunu anlamak, bunu kavramak ve kul olarak bunun şuurunda olmaktır.

Profösör

7 Eylül 2012 Cuma

Huuuuuuuu!..


Homurdanarak kalkan
Bir kara tren
Alıp götürdü beni
Beni benden.
Bir gurbet, bir de
Ayrılık acısı,
Acı bir düdük sesi
Yüreğimin sancısı..
Geride kalanlar
Gözü yaşlı.
Bir de anne
ak saçlı.
Arkadan mendil sallayan
Bir ahu bakışlı;
Gözleri mahzun
kalem kaşlı.

Bir mektup yazılır;
Bir pul yapıştırılır.
Kestane kebap denir,
Acele cevap istenir.

Burası büyük postahane
Evlerimiz hane hane.
Artık ocak yanmayacak;
Evin bacası tütmeyecek
Gidenler gelmeyecek;
Gelenler bilmeyecek..

Bir fakir vardı garip;
Kimsesi yoktu ne garip!
Bir sala okundu minarede;
Bir namaz kılındı camide.
Duyduk ki bir mevta var
Garibin tabutuymuş;
Bu dünyada unutulmuş.
Umut fakirin ekmeği ya
Boş yere avutulmuş.

Dört inanan adam
Aldı tabutu omuzlara.
Şimdi de o dört adam
Ayrıldı aramızdan..
Demek dünya fanidir;
Bebekler doğar,
Yaşlılar ölür
Bu bir devridaimdir.

Bir huu diyelim yaşayalım;
Bir huuu diyelim ölelim..
Bu dünya kimseye kalmaz
Bir bilenelim, bin bilinçlenelim

Profösör

6 Eylül 2012 Perşembe

Bir Mızıkam Olsun





Bir mızıkam olsun; çantamda bulunsun.
Denizde, vapurda martılara çalayım.

Bir mızıkam olsun; çocuklara çalayım.
Yüzleri gülümsesin; anneler üzülmesin

Bir mızıkam olsun; notalarım sevenlerim
Hem sevelim, hem sevilelim..

Profösör

4 Eylül 2012 Salı

Bir Nefeslik Paylaşım

Herkes mutluluğun ne demek olduğunu biliyor mu ki!.. Huzura kavuşmadan mutlu olunabilir mi ki!.. Oysa mutluluk bir şuur halidir. Başka bir deyişle kadere, hayır ve şerre inanmak, şuur halinde olmak demektir. Şuur halinde olmak demek de mutlu olmak demektir. Çünkü her istediğimiz düşündüğümüz ve hayal ettiğimiz gibi sonuçlanmayabilir. İşlerin planladığımız gibi olmaması demek, başarısızlık anlamına da gelmez. Herşeyin bir hikmeti vardır.  Buna kısa bir süre içinde vakıf olabiliyoruz. Biraz sabır, biraz da sükunet sonucu, her şeyi yeniden düşünerek tasavvur etmek, kurgulanmak, yeniden duygu ve düşünce olarak güncellenmek demektir. Siyahla beyazı, geceyle gündüzü birbirinden ayırabilmek demektir. Yeniden herşeye karşı kendimizi hazırlamak demektir.

Herkes dünyevi kaygıları için, para pul, mal mülk peşinde koşabilir. Bu fani dünyada mal da olmalı, mülk de olmalı ama, huzur ve mutluluk esas alınmalı. Asıl bizi mutlu edecek değer onurumuz ve itibarımız olmalı. Başımızı sokacak küçük bir ev, iyi bir iş, dostluklarımız olmalı.



Profösör

2 Eylül 2012 Pazar

Bir Kedi

Bir kedi
Bir sıçan tuttu
Oynadı eğlendi
Karnı toktu.

Sonra bekledi
Aklımda kalmasın dedi
Karnı acıktı
Onu oracıkta yedi

Bir tekir
Bir cingöz
Bir mercan
Bir de isimsiz kedi

Profösör

1 Eylül 2012 Cumartesi

Bir Duygu Paylaşımı

Bir Çiçek Açsın

Bu gece ay sanki yanımdaydı
Duygular, düşünceler canımdaydı
Yıldızlar göz kırpadursun
Dolunay suda yıkana dursun

İnsan isterse aya tutulur
Ay isterse güneşle vurulur
Ellerim  ayaklarım zincirlense de
Bu fakir prangalardan kurtulur

Gökte bir yıldız parlasın
Denizde bir gemi yelken açsın
Yüreğimi yakan çöllerde
Bir çiçek açsın koklansın

Profösör 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...