İzleyiciler

26 Mart 2011 Cumartesi

Çocukluğumun İlk Sanat ve Estetik Ruhu


Nedense resim dersini çok seviyorum.  Resim yapmayı seviyorum. Akşamları da babamdan yardım istiyorum. Akşamları evde ders çalışıyoruz. Ortada bir küçük sehpa. Üzerinde küçük bir kanaviçe ile işlenmiş çiçekli örtü. Üzerinde bir gaz lambası bize göz kırpıyor. Ben henüz yedi yaşındayım. Gölgem lambanın ışığıyla birlikte duvara yansıyarak sanki sinemaskop bir sihirli odanın içinde mutluluğumu yaşıyorum. İlk kez babam bana resim yapıyor. Dün gibi hatırlıyorum. Babam sabit kalem kullanıyor. Islandığında mürekkep salıyor. Onunla yazılan ve çizilen şeyler silgiyle bile çıkmıyor. Daha sonra bu kalemleri postacıların kullandığını gördüm. İmza bilmeyenler başparmağını ıslatıp bu kalemle üzerinde karalandığı zaman bir nevi ıstampa görevi görüyor. Parmakla evraka imza basılıyor. Parmak basmak da oradan geliyor sanırım. 

Babam bana resim çiziyor. Üç tane kara selvi çiziyor, Yanında da üç tane ev. Bir otobüs ve otobüsü bekleyen bir de adam çiziyor. Ben çok beğeniyorum. ben de onun gibi nasıl çizerim uğraşıyor ve çaba gösteriyorum. Nihayet bir şeylere benzetiyorum. Seviniyorum, çocuk gibi seviniyorum. Oysa  daha çocuğum ben. Öğretmenim beğeniyor resmimi. Aferin diyor. Teşvik görüyorum. Sanat ve estetik sanki benim bilmediğim ve ben de var olan bir duyguyu öğreniyorum.

Yıl 1970 ilk kez tarama ucuyla tanışıyorum. Daha önce güzel yazı yazmak için öğretmenlerimizin aldırdığı divit uca benzemiyor. Karikatür çizimleri için ve kaligrafik yazılar yazmak için sihirli bir uç. İyi ki tanışıyoruz, karikatürler çizmeye başlıyorum o zaman. Kaligrafik yazılar yazarak kalpleri fethediyorum.

(Yukarıdaki videoda bir kaligrafik yazı çalışmasını sizlerle paylaşmak istedim. Siz de tarama ucuyla tanışın. Desen çizin. Kaligrafik yazı yazın. Mutlu olun. Mutlu edin.)

Profösör

22 Mart 2011 Salı

Terbiyeye Dair

"Bir küçük çocuk büsbüyük bir fili terbiye edebilir. Fakat; büyük bir adam, küçücük bir pireyi asla terbiye edemez"  Profösör

21 Mart 2011 Pazartesi

Herkes Bir Anlam Çıkartabilir


"Bu kara kedinin ağaçta ne işi var diye sormayın.. Kısa ve öz; kafasına koymuş yuvadaki yavruları yiyecek.. "   Profösör

12 Mart 2011 Cumartesi

Bir Felaketin Düşündürdükleri

Japonya'da 8,9 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Deprem ve ardından oluşan tsunamide yaklaşık 400 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin de kayıp olduğu bildirildi. 

Dünya tarihine baktığımızda nice felaketler, nice tufanlar birer ibret vesikası olarak yerini almıştır. En gelişmiş ülkeler büyük felaketlere ve afetlere sebebiyet veren etkenlere karşı önlem alabilir mi? Alışılagelmiş iklim şartlarına göre önlemler alınmaya çalışılsa da insanlık aciz kalabiliyor. Tsunamiler, kasırgalar, hortumlar, yanardağ püskürtmeleri, çekirge istilaları, buzulların erimesi neyin habercisi? İnsanlık kendini sorgulaması gerekmektedir. Hepimiz bir zincirin halkasını oluşturmuyor muyuz? Bir halkanın koptuğunu düşünebilir misiniz? Bu kurtuluş zinciri bize ne kadar güven telkin edebilir ki? Çevrecimiyiz? Çevrecilik deyince ne akla gelmelidir. Fıtri ve doğal yaşama karşı ne kadar acımasızız? Yüzyılda bir görülmemiş kar yağsa ve bu duruma mahkûm kalsak, hemen suçlanacak merciler ararız. Muson yağmurlarını önleyebilir miyiz? Muson yağmurları ekvator ülkelerini sele bassa da orda bu yağmuru bekleyen milyonrlarca insan var. Yağmur yağsa da hasat mevsimi başlasa. Bereket olsa. Açlık bertaraf edilse diye düşünürler. Muson yağmurları başladığında bütün köy halkı günlerce sokakta dans ettiklerini duymuş muydunuz? 

Bizim umduğumuz ve beklentilerimiz afet ve felaketlere duçar kalmadan doğanın dengesi bozulmadan bir yaşam felsefesiyle bilinçlenmektir. Bir çivinin naldan düşmesi, bir nalın at ayağından yere düşmesidir. Bir nalın atın ayağından düşmesi demek, atın da tökezlemesi demektir. Bir atın yere yuvarlanması demek, üstündeki şehzadenin attan düşmesi demektir. Bir şehzadenin atından düşmesi demek, canından olması demektir. Bir şehzadenin ölmesi demek, ordusunu yönetememesi ve murebeyi kaybetmesi demektir. Muarebeyi ve savunmayı kaybeden ordunun da ülkeyi kaybetmesi demektir.

Bu böyle uzayıp gidecektir. İşin felsefesine gelince, en büyük tedbir bildiğimiz her türlü doğru, iyi ve güzel kavramlarıyla bilinçlenmek, yine toplumu ifsad eden bütün eğrilik, çirkinlik ve kötülüklere karşı savaşmak demektir. Her insan kendi nefsinde bunun muhasebesini yapacaktır. İnsanlık en büyük kötülüğü kendisine yapmaktadır.  Bunu yaparken de kendisini var eden ve varlık sebebi oluşturan bütün maddi ve manevi değerlere karşı da nankörlük etmektedir. 

Her konuda bilinçlenmeliyiz. Birbirimizi bilinçlendirmeliyiz. İnsan olmalıyız, Allah'a kul olmalıyız, maddi ve manevi değerlere sahip olmalıyız.

Profösör

10 Mart 2011 Perşembe

Bir Teşvik Ve Motivasyon Başarı İçin Bir Vesiledir


Küçük bilogdaşımız, geleceğimizin büyük yazarı Zülal'e ömür boyu başarılar, mutluluklar ve hayırlı bir ömür diliyorum. Bilog yazılarına başladığı için kendisini tebrik ediyorum. Bu kitap kapağı tasarımını kendisine armağan ediyorum. Bu kitap kapağı kendisi için bir teşvik ve motivasyon oluşturur da "Profösör"ü  zaman zaman hatırlamış olur.

6 Mart 2011 Pazar

Bir Reklam Ajansına İş Başvurusu

Reklam ajansına bir kutu yolladı hayatı değişti

(Defalarca okuduğum, reklamcılık konusunda bana şansın ve hayal gücünün
hiçbir, imkansızlık karşısında zayıf kalamıycağını ispat eden ve beni tetikleyen
gerçek alıntıdır.TK)

Her şey bir tehdit mektubuyla başladı. Serdar Erener’in reklam ajansı Alamet-i Farika’ya iş başvurusunda bulunmak istiyordu. Gazeteden kestiği harflerle "Cellocan elimizde, Özlem’i işe almazsanız sorumluluk size ait. İmza Özlem, pardon bir dost" yazdı ve gönderdi. Kağıdın sol tarafına da bir Cellocan fotoğrafı iliştirmişti.

Hemen akabinde Alamet-i Farika’ya Özlem’in CV’si de ulaştı. Beyaz bir dosya kağıdına okuduğu okulları, çalıştığı şirketleri sıralamak yerine kendini anlattığı kocaman bir kutu hazırlamıştı. Çünkü ne okuduğu üniversite ne de daha önce yaptığı işlerin metin yazarlığıyla alakası yoktu. Orman mühendisiydi ve uzun yıllar müzik sektöründe çalışmıştı. Kutu tıklım tıkıştı. Yüzücülük madalyaları, yara bandı, çivi, vida, okunmuş çikolata, minik bir kutu süt... Hepsinin bir nedeni vardı. Yara bandı ve çivi gibi şeylerle "Küçük çözümler, büyük işler başarır" demek istiyordu. Çikolatanın üzerine "okunmuş" yazarak da Türkiyeli olduğunu anlatıyordu. Sonuçta Özlem Küçükyılmaz(32) işe alındı. Hikayesi kariyer seminerlerinde anlatıldı. Ve sayesinde Alamet-i Farika’ya kutu yağmaya başladı. Şimdi reklamcı olmak isteyen gençler Özlem Küçükyılmaz gibi kutu ile işe başvuruyor. Ama Özlem onlara daha yaratıcı olmalarını öneriyor. "Kutu bir kere yapılmış bir şey. Başka bir şey yapmak lazım. İnsanın kendini ifade edebileceği bir yol mutlaka vardır."

Adana’da doğdu. Muhalif tarafını sendika ile uğraşan babasından, sosyal tarafını kozmetik mağazası sahibi annesinden aldı. Ortaokul, lise yıllarında okul sonrasında annesine yardıma gidiyordu. Bu sayede insan ilişkileri gelişti, bakımlı kadın nasıl olur öğrendi. Sosyal bir çocuktu. Bütün müsamerelere katıldı, başrolleri hep o kaptı. İyi bir yüzücü olmak tek tutkusuydu. Hayatının 12 yılında hiç durmadan kulaç attı.

18 yaşında üniversiteyi kazanıp İstanbul’a geldi. Okul, İstanbul Üniversitesi Orman Mühendisliği Fakültesiydi. Bu bölümün karakteriyle ve hayalleriyle uzaktan yakından alakası yoktu. Sekiz yaşından beri yazar olmak istiyordu. Ama nedense bu konuda bir hamle yapmıyordu. Yazdığı şiir ve öyküleri kimseyle paylaşmıyor, sadece duruyordu. Besbelli bir mucize bekliyordu.

Üniversiteden mezun olduğu yıl aşk çıkageldi. Hemen evlendi, hemen hamile kaldı ve bir kızı oldu. 2 yaşına kadar kendi baktı. Kızı üç buçuk, kendi 28 buçuk yaşındayken boşandı. Bu arada Dream Design Factory’nin müşteri tarafında çalışıyordu. Müzik sektörüne geçti. Farklı firmalarda satış, pazarlama yöneticiliği yaptı. Tarkan’dan Nazan Öncel’e, Mustafa Sandal’dan Özcan Deniz’e kadar bir çok ünlünün telif haklarını onların adına kovaladı. O sırada da şiir, öykü ve şarkı sözü yazıyordu ama her zamanki gibi kendine saklıyordu.

32 yaşına bastığı gün kendine gelmeye, yazmakla ilgili çabalamaya karar verdi. Kafasında uçuşan senaryolardan birinin kurgusunu tamamladı, bir sitcom projesine dönüştürdi ve BKM ile görüşmeye gitti. BKM çok beğendi ama dramaya ihtiyaçları vardı, Özlem’e bir dram senaryosu siparişi verdiler.

ÇOK ÜŞÜR, ŞİİR YAZAR, ANNE..

Senaryolarını okuyanlardan hep aynı öneriyi duyuyordu: "Kıvrak bir kalemin var, reklam yazarı olmayı denesene..." Deneyecekti de kendine pek güveni yoktu. 32 yaşındaydı, hiç deneyimi yoktu, üstüne üstlük orman mühendisiydi. Bir gün gazetede gördüğü bir ilan onu motive etti.

Serdar Erener’in sahibi olduğu reklam ajansı Alamet-i Farika eleman arıyordu, yaratıcı olduğunu düşünenleri görüşmeye çağırıyordu. Oturdu CV’sini yazdı ama yazdığı şeyden hiç memnun kalmadı. "Bu ben değilim ki" diye düşündü. Daha yaratıcı bir şey yapmazsa işe alınmayacağını biliyordu. İlk iş CV’sini poşet bir dosya kağıdına koydu. Üzerine küçük pos-itlerle gerçek Özlem’i anlatan kelimeler yazdı: "Çok üşür, şiir yazar, anne, sıcakkanlı, hızlı..." Ertesi gün sokakta gezerken iki rozet gördü. Birinde "Hayatta her şey olabilir", diğerinde de "Bakalım bugün neler olacak" yazıyordu. Hemen satın aldı. Kendini, hayata bakışını anlatacak bir kutu hazırlayacaktı. Kutunun en üstüne de bu rozetleri iğneleyecekti.

İlk iş edebiyata olan ilgisini yansıtmaktı. Şiirlerini, öykülerini ve senaryolarını itinayla kutunun zeminine yerleştirdi. Yazma tutkusundan ötürü gelişen kırtasiye bağımlılığını anlatmak için bir sürü kalem ekledi. Hayatının dönüm noktası olan kitabı unutamazdı: "Nazım Hikmet’in Kemal Tahir’e Mektuplar kitabı benim için çok önemlidir. Kitabın ilk sayfalarında Nazım Hikmet’in bir şiiri var. Şiirin bir yerinde ’kayısı gibi’ diye bir laf geçiyor. İlk okuduğumda o laf beni rahatsız etti. Kitabın ortalarına doğru Nazım Hikmet, Kemal Tahir’e yazdığı bir mektubunda şöyle diyordu: ’Şiirim hakkında yaptığın tenkitleri okudum. Gerçekten de kayısı gibi lafı lüzumsuz, çıkaracağım.’ Bu cümleyi okuduğumda ayaklarım yerden kesilmişti. İyi yazı yazacağımın ilk sinyali budur."

Senaryo ve kitaplardan sonra kutuya çift taraflı bant, ataç, kilit ve vida gibi araç gereçler koydu. "Küçük çözümler, büyük işler başarır" demek istiyordu. 12 yıllık yüzücülük deneyiminde kazandığı madalyalar ilk defa işe yaradı. Onlar sayesinde disiplinli ve sabırlı olduğunu anlattı. Para kazanmanın da önemli olduğunu vurgulamak için kutuya 50 kuruş attı. Reklamcılık sektörünü takip ettiğini, Love Mark, aşkla bağlanılan markalar terimini bildiğini anlatmak için küçük bir kutu Pınar süte kalpler bağladı.

Yedi yaşındaki küçük kızından bahsetmemek olmazdı. Defne’nin okuma yazmayı ilk söktüğü gün yazdığı notu kutuya koydu. Notta "Anneciğim sen olmasaydın ben ne yapardım" yazıyordu.

HIZLIYIM, ÇÜNKÜ TEMBELİM..

Yazdığı birkaç şarkı sözü tesadüf eseri birilerinin kulağına gitmiş ve ünlü şarkıcıların albümlerinde yer almıştı. Emel Müftüoğlu, Yonca Lodi ve Sedat bunlardan üçüydü. Üçünün CD’si de kutudaki yerlerini aldı. Kutuyu açanların gülümsemesi için "İstediğiniz kişiye sekiz dakikada nasıl evet dedirtirsiniz" isimli kitabı da koydu. Üstüne de "Bana cevap vermeden önce lütfen bunu okuyun!" yazdı. Bir de ilaç prospektüsü yerleştirdi. "Enine boyuna incelerim, etkileri ve yan etkileri hep göz önünde tutarım" demek istiyordu. Türkiye’yi iyi tanıdığını da marketten aldığı çikolatanın üstüne "Bu okunmuş bir çikolatadır. Bunu yiyen bana evet der" yazarak anlatıyordu. En sona bir itiraf saklamıştı. Oyuncak aslancık, hem aslan burcu olduğunu hem de aynı ormanlar kralı gibi yan gelip yatmayı sevdiğini anlatıyordu. "Bir işi çabuk yapıyorsam, tembellik moduna çabuk geçmek içindir" diyordu.

Fotoğraf büyük sorundu. Özlem vesikalık çektirmekten nefret ediyor, hiçbirinde kendi gibi çıkmıyordu. Çareyi kutuya büyük ebatlı, çerçeveli fotoğraflar koymakta buldu.

Sonunda dolup taşan bu kutuyu Alamet-i Farika’ya gönderdi. İlk görüşmede neyi ne için koyduğunu anlattı. Herkes çok etkilendi ama diğer başvuruları da değerlendirmek için Özlem’i yaklaşık iki ay beklettiler. Özlem bu iki ayda da boş durmadı. Taciz telefonları, e-mailler ve mektuplar yollamaya devam etti. Bir gün "Ne zaman karar vereceksiniz, dokuz doğurdum" diye telefon açtı. Ertesi gün dokuz tane bebek resmi postaladı.

Ve 10 Ocak’ta işe başladı. İki aylık bir deneme süresinin ardından metin yazarı oldu. Ekibe alışması, diğer reklamcıların bir orman mühendisini kabullenmesi zor oldu ama oldu. Özlem, "Bu yaşadıklarım bazen bana rüya gibi geliyor" diyor. 

(Not: Alıntıdır.)


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...