İzleyiciler

ramazan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ramazan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mayıs 2020 Pazartesi

Can Sıkıntısı


Karagöz bugün yine acaip ve garaip sesler çıkartıyor;
- Vıy vıy vıy vıyyyy!.. - Vıy vıy vıy vıyyyy!..
Hacivat karşı blkondan Karagöz’ün vıylamasını duyar ve  karşıdan bağırarak;
- Karagözüm Karagözüm!.. Vıylayıp durma, nedir senin ıstırabın, merhemin olayım!..
- Her tarafım tutuldu Hacı cavcavım!.. Otud otur, evde kal; yine otur. Tutuldu kollarım ve bacaklarım. Sızlıyor mangal maşalarım.
Hacivat Karagöz’ün bu yakınmalarına karşılık verir.
- Karagözüm hep kanepede, iskemlede oturmakla olmaz. Hanende hareket edeceksin; bir sağa, bir sola dörneceksin.
Karagöz sinirlenerek karşılık verir Hacı Cavcava;
- Ne sağcıyım, ne solcuyum ne de futbolcuyum. Sağa sola da dönmem ben;  asla dönek biri değilim.
Karagöz devam eder konuşmaya;
- Ben döndersem başım dönecek, başım dönerse duvarlar dönecek, masa, iskemle dönecek. Ben de  düşeceğim yere. Sen de bu zavallılığa güleceksin.
Hacivat Karagözü bu sefer ciddi ciddi uyarır;
- İdman yap iki gözüm Karagözüm kasların çalışsın. Demek istediğim bu!... Bütün bunlar evde oturmaktan ve atıl olmaktan.
Karagöz bu sefer baklayı ağzından çıkartır;
- Hacivatım idman yapayım da, sıkıldım hep evde durmaktan!
Hacivat Karagöz’ü radyodan işittiği bir haberi müjdeler.
- Hadi iyisin iyisin Karagözüm; sana bir müjdem var; biz ihtiyarlara haftada bir birkaç saatlik sokağa çıkma müsadesi var. Yürüyüş yapabileceğiz, kaslarımızı çalıştırabileceğiz. Haleti ruhiyemizi tashih edebileceğiz.
Karagöz sevinir bu habere.
- Hacivatım sen çok yaşa!.. Çocuklar gibi sevindirdin beni.  Seni de sevindirsinler emi!..
Hacivat ve Karagöz birlikte sevinirler bir maniyle mola verirler sohbetlerine.
“Özgürlük zaruretten evde kalmaktır. Bazen de özgürlük sokakta nefes almaktır.”

Profösör

30 Nisan 2020 Perşembe

Müslümanlar Duada


HACİVAT VE KARAGÖZ  

Salgın nedeniyle sokağa çıkma yasağı devam etmektedir. Karagöz sıkıntısından kah şarkı söylüyor, kah ıslık çalıyor, kah mırıldanıyor. Karagöz;
- Dandiri din dan dit dat dattt.  Dandiri din dan dit dat dattt!..
Hacivat diğer balkondan Karagöz’ü takip eder ve seslenir sonunda;
- Hayrola Karagözüm!.. Sofya Radyosu’nda mısın?
Kaaragöz Hacivat’a cevap vermez ve devam eder mırıldanmaya. Aynı nakaratı diline dolamış pelesenk eder.
- Dandiri din dan dit dat dattt.  Dandiri din dan dit dat dattt!..
Hacivat cevap alamayınca Karagöz’e ikinci kez soru sormaz ve sataşmaz. Bir küskünlük haleti ruhiyesyle sığınır kendi suskunluğuna ve sükuta. Bu sefer Karagöz duramaz bir izahat getirir cevap olarak Hacivat’a.
- Hacivat’ım can sıkıntısı can!.. Sen de bir tekerleme bul benim gibi kendine.
Hacivat birden cevap verir Karagöze çıkışarak ve sözlerini bir elif miktarı uzatarak.
- Karagööözüüüümmmm!. Ramazandayız ramazanda!.. Namazdayız, niyazdayız önce bunu hatırla. Sabret, şükret, dua et.  Bunlar zamana da sığar mekana da!.
Karagöz almıştır dersini. Anlamıştır Hacivatın tepkisini! Yine de anlatmak ister suret-i halini.
- Hacivat’ım şarkı, türkü, marşlarla, kafa dağıtıyorum anla işte!.
Hacivat radyo haberleri dinlemektedir. Haberler hiç de içaçıcı değildir. Bütün cihan  bu musibetle muzdariptir. Memleketimizde şu kadar test, şu kadar vak’a, şu kadar  öbür aleme irtihal var denmektedir. Hacivat üzgündür hem de çok!..  Kargöz’e son ikazını da yapar.
- Karagöz’üm  radyoyu can kulağıyla bir dinle, bak haberler ne diyor? Biraz vicdan yap ve kendine gel! Bu  sari marazayla o kadar insan telef oluyor ki; hiç vicdanın sızlamaz mı senin!..
Hacivat iyice kızmıştır Karagöz’e, sanki eline mikrofon geçirmiş gibi sıralar ardıardına cümlelerini. Nasihat verir gibi.
- Ateş düştüğü yeri yakar derler azizim; ölenin ailesi var, anası babası var, çoluğu çocuğu var, komşusu, sülalesi var. Kedisi, köpeği velhasıl sevenleri var... Bütün bunlar matem tutarken, cümle alem üzüntü içindeyken şarkı, türkü, marş da neyin nesi? Dua etmek varken neyin kafası bu?
Karagöz birden gafletten uyanır gibi uyanır. Hak verir Hacivat’a mahcup olmuşcasına.
- Hacivatım bir anlık gaflete düştüm sanırım. Felaket, afet ve musibetlerde tövbe istiğfar ve dua etmek lazım.
Hacivat ve Karagöz mutabık kalmışlardır bu hususta.  Birbirinden helallik alarak birlikte söylerler bu nakaratı.
“Bu illet maraza gitsin de ateş düşmesin kimsenin ocağına... Bütün eller semada, bütün müslümanlar duada.”

Profösör


23 Nisan 2020 Perşembe

Hüzünlü Ramazan

HACİVAT VE KARAGÖZ


Ramazan- Şerif gelmiştir. Fakat bütün kasaba halkı buruk bir sevinç içindedir. Çünkü  bir illet bir musibetle kasaba halkı karşı karşıyadır.  Bundan mütevellid  hem üzüntülü, hem de  hüzünlüdür.  Hacivat  evin balkonunda yalnız başına kukuman kuşu gibi oturmaktadır. Gayri ihtiyari bir söz çıkar Hacivat’ın ağzından.
- Hayy Haaaakk!..
Karşı balkondan  arkadaşı Karagöz duyar Hacivat’ı.  Karagöz lafolsun torba dolsun diye.
- Hayrola Hacivat’ım!.. Ramazan-ı Şerifi balkon sefasıyla karşılıyorsun sanırım.
Karagöz knuşur;
- Hayır Karagözüm, Asıl Ramazan-ı Şerif karşılıyor bizi. Şu halimize baksana, Biz günahkar kulların başında nasıl bir musibet ve illet var!.. Hüzünlüyüm hüzünlü. Üzüntülüyüm üzüntülü. Hani, camiye, cemaate gidebiliyor muyuz! Hem bundan mahrumuz, hem de evlerimize kapandık mahpusuz...
Karagöz topu taca atar)
- Oh ohhhh! Evlerimizde tatil yapıyoruz desene. Devletimiz varolsun evimize kadar her şey geliyor. Zaptiyeler emniyetimizi sağlıyor. İhtiyaçlarımız gideriliyor.  Yardım paketleri, maskeler v e kolanyalar.  En iyisi mi biz yan gelip yatalım. Bir nargile çekmediğimiz kalsın.
Hacivat bu konuşma üzerine çok kızmıştır ve hiddetlenir.
-  Karagözüm ben ne diyorum, sen ne anlıyorsun.  Sözlerimi don lastiği gibi sağa sola çekiyorsun.
Karagöz
- Hacivat’ım yiyip içip yan gelip yatıyoruz evde. Ne güzel işte Kihh kihh kihhh!..
Hacivat daha da hiddetlenir.
- Karagöz’üm aklını başına devşir. Ayrıca nargileyi ve tütünü çırattık hayatımızdan. Anlamak istemiyor musun. Allah’ın evinden mahrum kaldık. Sevgilimizden ayrı düştük gibi bir hisle hüzünlüyüz.
Karagöz bu sefer lafı başka  tarafa çevirir.
- Ne sevgilisi  Hacivat’ım. Sevgilin var da biz mi bilmiyoruz?  Bak sakalımız ağarmış, bu yaşta sevgili mi edineceğiz be yahu? İnsan biraz sakalından utanır.
Hacivat Karagöz’ün sözünün bitmesine müsade etmeden başlar konuşmaya
- Sen sevgilinin ne demek olduğunu da bilmiyorsun.Cemeatle yürekten dertlenmek ve hemhal olmak demektir. Birbirimizin yaarsına merhem olmak demektir. Mevlaya birlikte yalvarıp yakararak birlikte dua demektir. Müezzin niye camiye çağırır bizi; her türlü  musibetten, illettten, afetten, felaketten korumaktır bizi.
Hacivat son noktayı koyarcasına demek istediğini der Karagöz’e. Karagöz;
- Kusura bakma Hacivat’ım. Mizah yapmak istedim; huyum bu benim. Sanırım kaş yapayım derken göz çıkartıyorum. Seni güldürmeyi beceremedim. Hep bu illetten ve musibetten işte!..
Hacivat ve Karagöz birbirine vedalaşırken  nakaratla balkonlarından içeriye girerler.)
“Korona gitsin hüzün bitsin!.. Bütün millet bayram etsin!..”

Profösör



Ramazan-ı Şerif

21 Haziran 2017 Çarşamba

Kıskançlık, Haset ve Çekememezlik


Beşer olmamız hasebiyle, bir çok zaaflara yenik düşebiliyoruz. Önemli olan neye meyilli olduğumuzu bilmek, zaaflarımızı farkederek, nefsimizi terbiye etmek için azami gayreti göstermektir. Beşeri zaaflarımızdan biri de kıskançlık yani haset etmektir. Bir başka deyişle çekememezliktir. Oysa her insanın birbirinden farklı olarak özellikleri, yetenekleri ve üstün tarafları vardır. Çünkü her insan bedenen ve ruhen yaratılış olarak farklıdır. Kimimiz kısa boylu, kimimiz uzun boylu, kimimiz siyahi, kimimiz beyaz, kimimiz sarı ırktan olabiliriz. Sosyal hayatta da zengin fakir, mevki sahibi, işçi patron, sağlıklı sağlıksız gibi birbirinin zıddı olan niteliklere sahip olabiliriz. Esasen  bize lütfedilen özelliklerimizi bilmemiz, geliştirmemiz ve bunu hem kendimiz için, hem de çevremiz için kullanmayı bir erdem olarak görebilmeliyiz.  

Ne yazıkki toplumumuzda birbirini kıskanma ve çekememezlik hastalığı her alanda kendini göstermektedir. Sağlam bir bünyede ortaya çıkan herhangi bir hastalık, peşinden diğer hastalıklara da davetiye çıkartıyor. Şeker hastası olan bir kimse, her an için bir kalp hastası, bir böbrek hastası, bir tansiyon hastası olmaya namzettir. İnsan nefsi böyle bir şeydir. Kıskançlık ve çekememezlik zaafına düşen  bir insan, aynı zamanda diğer nefsani zaaflara namzettir dememiz yanlış olmaz. Bütün nefsani zaaflardan kurtulmamız için, dört elle Kuran’a sarılmalı ve Peygamberane bir hayat yaşamamız gerekir.
Cenabı Allah “Kıskandığı vakit  haset eden kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım de” buyuruyor. Kıskançlık ve haset felaketler getirir. Çünkü kıskançlık hayra değil, şerre delalet eder. Nitekim Kabil ile Habil arasındaki kavga kıskançlığa dayanıyordu. Sonuçta Kabil, kardeşi Habil’i katletmesiyle  insanlık tarihinde ilk cürüm işlenmiştir. Bu da gösteriyor ki; kıskançlık ve haset sadece sıradan bir kötü duygu değil, insanı cehenneme kadar götürecek hırsı da, intikamı da içinde barındıran komplike bir kötü eylem ve istenmeyen ahlaki davranıştır.

Bizde olmayan, olması mümkün görünmeyen bir takım yetenek ve kazanımları, başkasında görerek kıskanmak, başkasının başarılarını takdir etmemek, iyi taraflarını görmemek ve kötülemek bir anlamda çekememezliktir. İnsan önce kendini tanımalı ve kendi yeteneklerini bilmelidir. Eğer başkasında gördüğü yetenek ve hasletlerin kendinde de bir nebze olduğunu düşünüyorsa, yeteneklerini geliştirecek, çok çalışacak, gayret edecek, sonra da “Allah’ım bana yardım et!..” diye dua edecek. Sadece çalışmak yetmez; aynı zamanda Allah’ın inayetine sığınmamız gerekir. Elbette toplum tarafından takdir edilen insanlar özenilir, ve gıpta edilir. Asla kıskanılmamalıdır. Rekabet içinde de olsak birbirimize başarılar dilemeyi ihmal etmemeliyiz. Kıskançlık içinde olanlarımız varsa da, bunun ruhi bir hastalık olduğunu bilmeli, bundan kurtulmak için de bütünüyle ahlaki terbiye ve tezkiye içine girmelidir. Bu durumun tıbbi yönü var ise, günümüz hekimlerine başvurması da gerekebilir.

Bir Hadisi şerifte “Sakın haset etmeyiniz. Zira haset, ateşin odunu yediği gibi, sevapları ve iyilikleri yer bitirir.” buyruluyor. Kurtuluşumuz için sevap işlememiz gerekiyorsa, bütün günahlardan uzak durmalıyız. İyilik yaptıkça da kötülüklerden korunaklı hale geliriz. Nefsin zaaflarına karşı savaş hali, bizi daha çok Allah’a yaklaştırır. Onun rızasını kazanmak için şeytanın vesvesesine ve tuzaklarına karşı tedbirli olmak suretiyle;  kıskançlık, haset, çekememezlik gibi diğer zaaflara da düşmemiş oluruz.

Niyazi Özdemir


5 Haziran 2017 Pazartesi

Birlik ve Dayanışma


İnsan fıtratı gereği tek başına bir  değer ifade etmez. Fakat toplum halinde inancını fiiliyata döktüğünde bir değer ifade eder. Aksi takdirde yalnızlığın bencilliğinde boğulur. Çünkü birlikte rahmet, bereket ve bolluk vardır. Ayrılıkta ise azap ve ıstırap vardır.  İnsanların bir araya gelmesi, toplum halinde yaşaması demektir. Birbirleriyle olan yardımlaşması ve dayanışmasıyla mutlu olur ve huzur bulur.  Çünkü birlik ruhu demek; bütün varlıklarımızla birbirimizin yanında olmak demektir. Eğer karanlıktan kurtulmak ve aydınlanmamız isteniyorsa bunun birbirimizin kandiline yağ damlatmakla mümkün olacağını bilmemiz gerekir. O zaman aydınlanır ve nurlanırız.

Her insanın kendi karekteri ve meşrebine göre bir işi, bir mesleği ve bir görevi vardır. Herkes ihtiyacını birbirinden giderir. Maddi ve manevi olarak yardımlaşma ve dayanışma konusunda şuurlu olmak zorundadır. İnancımıza göre müminler kardeştir. Kardeşlik birlik olmayı ve birlikte olmayı gerektirir. Eğer aramızda tam anlamıyla muhabbet ve ünsiyet oluşturmuş isek, Allah’ın rızasını kazanmak için iyilikte de, kötülükte de kardeşliğimizi ve birliğimizi sürdürmeliyiz. Şuurlu bir toplum olduğumuzda başımıza gelebilecek musibetlerden  korunmuş oluruz. Ümmet olma şuuru da bunu gerektirir. Milli mücadele ve Çanakkale savaşları yedi düvele karşı kazanılmıştır. Çanakkale zaferi bütün İslam ümmetinin zaferidir. Hatta bütün mazlum milletleri de sevindirmiş, milli  bağımsızlığı ve kurtuluşları için bir umut olmuştur. İslam ümmeti bir anlamda Osmanlı bakiyesidir. Osmanlının onların nezdinde büyük bir itibarı vardır. Onlar da ümmet olmanın şuuruyla Çanakkale savaşlarında şehit vermişlerdir. Bütün ümmet, kadınıyla  erkeğiyle, varını yoğunu elinde ne varsa milli mücadele için göndermişlerdir.

Bugün dünyadaki mücadele ve savaşlar, hep Hak ile batılın mücadelesidir. Müslümanlar şuurlandıkça  bütün insanlığın yüzü gülecektir. Barışın, huzurun, mutluluğun, adaletin ve ahlakın yegane teminatı İslam’dır. İslam hakkıyla yaşandıkça, topluma hakim oldukça birlik içinde olur ve dirlik içinde yaşarız. Çünkü İslam, birliğin ve Tevhidin dinidir. Cemaat olma şuuru ümmet olma şuurudur. Bir cemaat bir başka cematin alternatifi değildir. Bütün cemaatler ümmet olma disiplini içinde birbiriyle ayrılmaz bir bütündür. Bütün kalpler Allah için çarpar. Bu zihniyeti taşıyanlar sevgide, şefkatte, merhamette birliktedirler. Bize düşen Allah ve Resul’üne tam bir teslimiyetle itaat etmektir. Birbirimiz arasındaki anlaşmazlıkları Kitap ve Sünnet’le gidermeliyiz. Birbirimize karşı adaletli olmalıyız.  Beşeri ve nefsi zaflarımıza yenik düşmemeliyiz. Birbirimizle çekiştikçe gücümüzü kaybederiz. Parçalandıkça ve bölündükçe kolayca yutulan bir lokma haline geliriz. Oysa birlik ve beraberlik maddeten ve manen büyüme demektir. Hiç bir güç böyle bir toplumu altedemez demektir.

Birlik ve beraberlik aynı duygu ve düşüncede şuur sahibi olmak demektir. Birlik ve beraberlik aynı mefkurede buluşmak demektir. Yardımlaşma, dayanışma, kaynaşma bunun gereğidir. Birlik ve beraberlik eşgüdümlü hareket etmek demektir. Dolayısıyla ailede birlik, karı koca ve çocuklar arasında tesis edilmesi gereken kutsal bir  birliktir. Çünkü inançlı bir aileyle seciyeli ve ahlaklı nesiller yetiştirilecektir. Yakın akraba, dost, ahbab ve arkadaş arasındaki  birlik, önce sadakat demektir. Milletçe birlik milli şuur ve vatanseverliktir. Ümmetçe birlik İ’layı Kelimetullahtır. Merhum Akif  “Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez. Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.” diyerek bizi uyarıyor. O halde  birlik ve dayanışmamızı sürdürmeliyiz. Çünkü birliğimiz; dirliğimizdir. Vesselam.

Niyazi Özdemir

4 Haziran 2017 Pazar

Devlet ve Zihniyet

İnsanız... Sosyal bir varlık olmamız hasebiyle de, ancak  toplum halinde hayatımızı idame ettirebiliyoruz. Yeme içme, giyim kuşam, eğitim, sağlık, emniyet ve diğer bütün  insani ihtiyaçlarımızı birbirimiz sayesinde karşılayabiliyoruz. Toplum halinde mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamak ancak birbirimizle kaynaşarak mümkün olacaktır. Birlik ve beraberlik dediğimiz şey de budur. İnancımızın gerektiği değerlere ne kadar sahip çıkabiliyorsak o kadar mutlu ve huzurlu olabiliriz. İnancımız ve kültürümüzle medeniyet kurabiliyoruz. Kurumlaşarak insanlığa hizmet etmenin yolunu yordamını bulabiliyoruz.
.....
Soğuk savaş döneminde devlet ve millet arasında uçurumlalar vardı. Bu bütün Batı ülkelerinde de, bariz bir şekilde kendini gösteriyordu. Ülkemizde Batılı olma, Batıyı öykünme hali, halk üzerinde ve milletin iradesi dışında çöreklenmiş bir olugarşik yapı devletle milletin arasında bir duvar gibiydi.  Yaşadığımız onca ihanet şebekeleri ancak  milli şuur hareketiyle bertaraf edilecektir.  Şu an devlet, millet  kaynaşmasının tohumları atılmaktadır. Yeşerdikçe, büyüdükçe, milli birlik ruhumuz da güçlenecektir. Merkezi yönetim ve Yerel yönetimler yönetişim anlayışıyla hizmetlerini sürdürdükçe halkla daha içiçe kaynaşmış olunacaktır.
.....
Yerinde yönetimler hizmetlerinin  verimli olması açısından, merkezi yönetimden yetki devriyle, sosyal hizmetler sekteye uğratılymadan sürdürülmektedir. Artık Merkezi yönetimler de, Yerel yönetimler de hizmetkar olarak milletin ve halkın emrindedir.  Öteyandan Cumhuriyetimizin   niteliklerinden biri de, sosyal hukuk devleti oluşumuzdur. Artık belediyeler "çöp -  çamur -  çukur "  belediye hizmetlerinden, halkımızın ihtiyaç duyduğu her tür hizmetleri ayağına kadar götürmektedir.  Mesela günümüzde  cenazesi olan aileler belediyenin oluşturduğu ekiplerce ziyaret edilmekte ve taziyeler yapılmaktadır. Bunu da ramazanda  iftar vermek gibi, sosyal ve kültürel  hizmetlerden biri olarak saymamız gerekir.  Çoğu belediyelerimiz öncülüğünde verilen iftarlar,  isminin açıklanmasını  istemeyen, hali vakti yerinde olan mümin kardeşlerimizin bir girişimi ve hayrına yapılan bir iştir. Böyle bir tertibi reklamdır gibi algılamak ve bunu sosyal medya üzerinden yaymak, dini de, diyaneti de, devlet ve zihniyeti de bilmemek demektir. Böyle tepkiler  büyük bir  talihsizliktir. Bazı yörelerimizde her gün bir esnaf iftar verir.  Duyduğum kadarıyla  bunlardan biri de Üsküdar'dır. Üsküdar Belediyesi sadece iftar organizasyonunda ev sahipliği yapar. İsterse iftarı devlet de hükümet de verebilir. Bunda hiçbir sakınca yoktur. Bilakis vermelidir de. Belediyeler bu durumda kendisine kurumsal olarak, böyle bir hizmet atfetmiştir diyebiliriz. Bir düşünelim;  nasıl bir dar bakıştır bu!.. Devlet  operalardan tutun da, diğer bütün kültür ve sanat hizmetleri verecek ve verenleri destekleyecek, aman iftar vermeyelim haksızlık olur, savurganlık olur diyebilecek!.. Bu sandığınız gibi, Hazreti Ömer  devlet işinde devletin mumunu yakması, kendi işine gelince de kendi mumunu yakması gibi bir adalet anlayışı değildir!..
.....
Hak dediğimiz kavram sadece yiyecek içecekle, parayla pulla, makamla mevkiyle, şan şöhretle ölçülmez. Hak dediğimiz şey bildiğimiz iki kefeli teraziyle ölçülmez. Hak dediğimiz şey eşitlikten de öte bir adalet ve ahlak anlayışıdır. Hak dediğimiz şey kemiyetle değil, keyfiyetle bellidir. Milletin mutluluğu ve huzuru aynı zamanda devletin bekasıdır. Hak dediğimiz şey inancın, vicdanın, insanlığın ve müslümanlığın getirdiği irfani bir bakıştır. Hülasa devletle milletin kaynaşması, devletle  milletin İslam’la barışması ve bağdaşması demektir.  

Profösör 

Şükrün Manası


Ramazan ayı; sabrın, kanaatin, şükrün, zikrin, ibadet ve duanın  en çok yapıldığı kutsal bir aydır. Ramazan ayı; hayrın, infakın, sadakanın ve yakınlaşmanın en çok yapıldığı bir aydır. Ramazan ayı; sevginin, şefkatin ve merhametin ayıdır. Ramazan ayı; sen ben demeden, biz siz ayrımı yapmadan, hep birlikte Allah’ın ipine sarıldığımız ve Allah’ın divanına durduğumuz mübarek bir aydır. Bu ay; gariplerin, yetimlerin, öksüzlerin, fakirlerin, miskinlerin yüzlerinin güldüğü ve hoşnut olduğu bir aydır. Çocukların, yaşlıların, hastaların ve engellilerin en çok gönüllerinin alındığı yüce bir aydır ramazan ayı. Allah’a şükürler olsun ki; ramazanın ve orucun idrakine vardık. Bu ayda tövbe istiğfar etmek, ihlasla ibadetlerimizi yerine getirmek, Gücümüz yettiğince maddi ve manevi birikimlerimizden infak etmek, bütün müminleri kardeş bilmek kadar bizi mutlu eden eden ne olabilir ki!..  Onun için hepimiz birbirimizi sevmeliyiz... Sevdiklerimizi  de Allah için sevmeliyiz. Alllah’ın rızasını ve gönlünü kazanmak için sevmeliyiz.
.....
Ramazan ayına hayır ayı dememizin sebebi, bu ayda hayırdan başka bir şey düşünmememiz ve şerre karşı da set çekmemizdir. Namaz, oruç, haç, zekat, kelime-i şahedet İslam’ın şartı olarak vasıflandırılsa da, Allah’ın daha nice emirleri vardır!.. İyilik yapmak ve hayır işlemek gibi... Ana babaya, hısım akrabaya ve bütün ihtiyaç sahiplerine yönelik yapmamız gereken iyilikler gibi... İyiliği sadece maddeyle sınırlamak sığlığına ve fakirliğine düşmemeliyiz.  Bir kardeşimiz için ettiğimiz  dua da iyilik yapma yerine geçer. Çünkü veren Allah’tır. Biz sadece, çalışıyoruz, gayret ediyoruz; gerisini Allah’a bırakıyoruz. Allah bunun karşılığını veriyor. Allah verdiğinde de dağıtmasını biliyoruz. Evimizde ve elimizde  bir şey yoksa, asla yok demiyoruz, yine de Allah’a şükrediyoruz. Bir nefeslik ömrümüz var; o nefesi de bize Allah veriyor diyerek  iman ediyoruz. Varlıkta da, yoklukta da sadece Allah’a güveniyoruz.  O’na ibadet ettiğimiz gibi ancak O’ndan yardım istiyoruz.  Aslında yok diye bir şey yok. “Yok diye bir varımız var!.. Öyle ki; yoklukta bile varımızı paylaşıyoruz” Varken dağıtıyoruz; yok iken şükrediyoruz. Velhasıl inanan insanın ve kemalata eren insanın fikri de, zikri de şükrü de bundan ibarettir.
.....
İman dil ile ikrar, kalb ile  tasdik etmektir. İnandığımız bir değeri kalbimize yerleştirmesini bilmeliyiz. Şükrederek de bize lütfedilen nimetlerden,  zenginliklerimizden ve maddi, manevi kazanımlarımızdan  paylaşmasını bilmeliyiz. “Elhamdülillah” demek yetmez!.. İnfak etmekle ancak şükrün manasını idrak etmiş oluruz. İhtiyaç sahiplerinin ihtiyacını gidermek, yaralarını sarmak, onların gönlünü almak, yüzlerini güldürmek, onları  hoş tutmakla birlikte Allah’ın rızasını kazanmak, şükrün gereğini hal ile yerine getirmek demektir. Elhamdülillah, şükürler olsun demenin manası ve hikmeti bu olsa gerek.  İslam bütün kaideleriyle gönül dinidir. Onun için dinde zorlama yoktur. Kimse kimsenin inancına, mezhebine, meşrebine karışamaz. Bize düşen  şuurlu müslümanlar olarak, Allah’ın ayetlerine kalbimizi açmak,  etrafımızda tebliğ ve irşat görevimizi gönül kırmadan kaal ile ve haal ile yerine getirmektir. Bir kul olarak önce kendi nefsimizi terbiye etmek, zaaflarımızdan kurtulmak, amellerimizle Allah’a kul olabilmektir. Esas olan budur!... Züht de, takva da, nefsi terbiye, şükür ve infakla kazanılır. Unutmayalım ki; veren el alan elden üstündür.


29 Mayıs 2017 Pazartesi

Ramazan Şuuru


Onbir ayın sultanı olan ramazan ayı mağfiret, rahmet ve bereket ayıdır. Ramazan ayına boşuna  onbir ayın sultanı denmemiştir. Bu ayda günahlardan arınmamız, kendimizi yenilememiz biz kullar için bulunmaz bir  nimet, bir lütuf ve büyük bir fırsattır. Senede bir ay, ramazan ayında oruç tutmakla mükellefiz. Oruç sayesinde nefsimizi terbiye eder; yeniden diriliriz. Yüce Kitabımız bu ayda indirilmeye başlamıştır. Kuran'la insanlık muhatap oldukça insanlık gerçek değerlerini bulmuştur. Kuran'la insanlık kendi fıtratını tanımıştır.  Bize düşen Kuran'ın ilk emrine uyup önce içinde bulunduğumuz cehaletten ve karanlıktan kurtulmalıyız. Bunun için; Allah'ın yap dediklerini severek ve ihlasla  yapmak, yapma dediklerinden de kaçınmaktır.

En başta Kuran'la muhatap olmak müminin vazifesidir. Kuran'ı okumak demek, onu anlamak ve bulunduğu zamanın, mekanın, olayların ruhuna inmek gerekir.  İtikat, ibadet, ahlak anlamında bir müminin inancını yaşaması ve kültür haline getirmesi gerekir. Kur'an bütün insanlığı muhatap kabul eden evrensel  yegane büyük bir kurtuluş kitabıdır. Kur’an bütün kainatı hükmeder.  Onunla biz kendimizi, evreni ve ötesini idrak ederiz. Kuran’ı hakkıyla okuyarak ve onu doğru anlamak için gayret sarfetmek gerekir. Kur’an ilimleriyle donanırsak Kuran’ı hakkıyla okuyabilir ve anlıyabiliriz. İnancımız ve yaşantımız Kur’an merkezli olmalıdır. Sadece kendimizi ve bulunduğumuz toplumumuzu değil, dünyanın neresinde olursa olsun bütün insanlığın kurtuluşu için çaba gösteririz. Hepimiz insanlık ailesindeniz. Hepimiz en başta insan olduğumuz için değerliyiz. Onun için yeryüzünde fitne durduluncaya ve ortadan kalkana dek mücadele etmek, adaleti temin etmek ve insanlık onurunu korumak zorundayız.

İşte içinde bulunduğumuz ramazan ayı, işte tuttuğumuz oruç ve nefsi mürakebe için büyük bir fırsat!.. Bu dünya bizim için bir misafirhanedir. Biliyoruz ki bu dünyada rahatlık yoktur. Hepimiz imtihandayız. Önemli olan bu imtihanı başarıyla sonuçlandırabilemizdir.  Aç da kalabiliriz, açıkta da kalabiliriz. Nice savaşlar, nice ayrılıklar, nice hastalıklar, açlık, susuzluk, kıtlık, savaşlardan ölen, yaralanan, evinden yurdundan uzak kalıp mülteci duruma düşen milyonlarca insan. Hepimizin başına gelebilecek kazalar, belalar, musibetler. Elimizde olmayan istemediğimiz tüm gelişmeler... İşte bu durumda payımıza düşen gücümüz yettiği kadar Hakkı yüceltmek ve zulme karşı durmaktır.

Ramazanda oruç tutmak, sadece günün belli bir vakti içinde yemeden, içmeden kesilmek, cinsel ilişkiye girmekele sınırlı değildir. Bundan maksat orucun ruhunu içimize sindirebilmektir. En başta hak yememek, kalp kırmamaktır. Sürekli iyilik yapma düşüncesiyle fırsatları değerlendirmek, küçük büyük bütün günahlardan uzak durmaya çalışmaktır. Maddi manevi bütün kazanımları, toplumla paylaşabilmek, onlarla hemhal olabilmektir. Ramazanın rahmetinin de, bereketinin de, ancak paylaştıkça çoğaldığını farkedebilmektir. Ramazanın mağfireti de, beşer olduğumuzu, hata edebileceğimizi, günah işleyebildiğimizi bilip, bir kul olarak da ancak Allah’a sığınabileceğimizi idrak edebilmemizdir.

İslam büyük bir medeniyet inşa etmiştir. İslam medeniyeti ve İslam kültürünün korunması, tekamülü için bu yolda hizmetlerimizi  kesintisiz sürdürmemiz gerekir. İslam sadece insanlara değil, bütün yaratıklara karşı bir sorumluluk getirmiştir. İnsan hakı önce insanlık onurunu korumakla başlar. Onun için İslamiyet, din, dil, ırk ayırmaz. Zengin fakir ayırmaz. Bize düşen Yaratandan ötürü yaratılanı sevmek ve onları korumaktır.

Profösör







İsraf Haramdır

4 Temmuz 2016 Pazartesi

Arefe ve Bayram


Mübarek ramazanın son günündeyiz. Oruç tutan kardeşlerimiz de bugün oruçlarının son günü. Yani bayram arafesindeyiz. Bir ay boyunca yemeden, içmeden ve bir takım insani arzularımızdan feragat ederek, gündüzlerimizi oruçlu geçirdik. Şükürler olsun ki, bu ramazan ayını da hep birlikte idrak etmiş olduk. Daha çok ibadet, daha çok iyilik ve kalplerimizi daha çok nurlandırdık. Sevgi, şefkat, merhamet nedir, sabır nedir daha çok müttali olduk. İnsanen ve vicdanen daha sorumluluk sahibi olduk. Daha şuurlu mümin ve müslüman olmak için azmettik ve gayret sarfettik. Şimdi ramazanın son günündeyiz ve bayram hazırlıklarıyla da bayram sevincini şimdiden yaşıyor, heyecanla bekliyoruz. .

Ramazan bayramı dini bayramlarımızdan biridir. Diğeri de Kurban bayramıdır. Arefe gününden bayram hazırlıkları yörelerimize göre değişkenlik oluştursa da, bayramlarda olmazsa olmazların başında tatlı hazırlıkları gelir. Cevizli baklavalar, revaniler, kalburpastırmalardan tutun da dibileler, revaniler, irmik tatlıları ve sütlü tatlılara kadar,  büyük bir tatlı yelpazesini kapsar. Gurbette yaşayan akraba, dost ve arkadaşlarımız bayram ziyareti için yollara düşerler. Artık bayram sabahı ve bayram günleri hasretlik giderilecektir. Büyüklerin elleri öpülecek, hediyeleşilecek, küçüklere bayram harçlıkları verilecek ve sevindirilecek. Bayramdan önce arefe günü mümkünse fakirlere  fitreler verilecek, oruç tutmayanlar diyetlerini ödeyecekler. Yine ramazan ayı içinde genelde zekatlar verilecek, İslam’ın gereği  maddeten ve ruhen tertemiz bir şekilde bayrama girmiş olacağız.

Elbette bayram öncesi  yeni elbiselerimiz olacak; ya da temiz kıyafetlerimiz olacak. Herşey bayram için arefe gününden hazır olacak. Ev temizliği  elbise temizliğinin yanısıra bayram boyunca yemekler hazır olacak. Gelen giden ziyaretçiler ağırlanacak. Bir yandan büyük küçük bayram ziyaretine gelenlere şekerler, çikolatalar tutulacak, bayram tatlıları ikram edilecek. Mendiller, çoraplar, eşarplar gibi küçük hediyeler verilecek. Yine bayram öncesi akraba ziyaretleri yapılacak. Bazı yörelerimizde kabir ziyaretleri gerçekleştirilecek. Artık bayrama hazırız demektir.

Bizim çocukluğumuzda bayram bir başkaydı. Altmışlı yıllarda yeni bir elbise, ayakkabı ya da ihtiyaç duyulan bir şey ancak bayramda alınırdı ve bayramda yepyeni olarak kullanılırdı. Onun için bayram iple çekilirdi. Bayram öncesi çocukların köyde bir de otantik bir organizasyonu vardı. Bütün köyün çocukları arefe gün toplanır, ellerinde annelerinin elde dikmiş olduğu bezden keseler bulunurdu. Ellerinde boş keseler taşıyan köy çocukları sıraya girer, başlarında da en büyük olanı onlara komut verir ve çobanlık yapardı. Hep bir ağızdan “Hayır gayır sahipleriiiiii” şeklinde tempo halinde bağırırlar ve kapı kapı evler ziyaret edilirdi. Hayır sahibi kimse, onları zaten kapıda beklerdi. Çocuklar yine sırayı bozmaz, tek tek hayır ne ise onlara dağıtılırdı. Hayır dağıtımı bitince çocukları yöneten kişi, hayır sahibine “Allah hayrını kabul etsin” derdi. Sonra da sırasıyla bütün haneler dolaşılır ve ziyaret edilirdi.

Çocuklara dağıtılan hayırlar evde ve elde ne varsa o dağıtılırdı. Kuru üzüm olur, kuru incir olur, kestane, ceviz olur, hatta para bile dağıtılırdı. Nedense para dağıtılınca çoçuklar bir hoş olurdu. Kimisi lokma döker, lalenki dağıtan bile olurdu. En son köy meydanında kahveler ve bakkallar ziyaret edilir, çerezler toplanırdı. Sonra da paydos olur, bu organizasyon böylece son bulurdu. Artık çocukların bayram boyunca yemişleri ve cerezleri  arefe gününden hazır olurdu. Paraları da olurdu. Bayram günü de çocuklara anne ve babaları, dedeleri, nineleri velhasıl büyükleri ayrıca harçlıklarını verirlerdi. Şimdiden baynramınızı kebrik ediyorum.

Profösör


Not: Bu makalemiz bugünkü 
Yeni Birlik gazetesi 
Ramazan sayfamızda neşrolmuştur.



21 Haziran 2016 Salı

Rahmet, Bereket, Mağfiret Ayı


Ramazan ayı rahmet, bereket ve mağfiret ayıdır. Elbette Ramazan ayı sabır ayıdır, hoşgörü ayıdır. Huzurun,  sükunetin, kardeşliğin karşılıklı yardımlaşmanın ve kalp güzelliğinin en çok yaşandığı bir iklimdir Ramazan ayı... Camilerimizde,  minarelerimizde sadece kandiller, mahyalar ve şerefeler yanmaz; aynı zamanda  imanımızın gereği, yerine getirdiğimiz ibadetlerimizden dolayı da kalbimizdeki kandillerimiz yanar. Böylece hep birlikte bu manevi iklimde birbirimlize daha da yakın oluruz. Hep birlikte Allah'ın ipine sarılmaktan ve kardeşlikten büyük haz duyarız. Birbirimizi sahipleniriz. Birbirimizin sevinçlerine, mutluluklarına ortak olma, ayrıca birbirimizin sıkıntılarına çare bulma ve yaralarına merhem olma konusunda daha da duyarlı oluruz. Çünkü Cenab-ı Allah ancak müminlerin kardeş olduğunu bize hatırlatarak, müminler olarak   bizim hep birlikte Allah'ın ipine sarılmamızı emrediyor.

Birlik olmak, kardeş olmak demektir. Kardeş olmak da birlik olmak demektir. Ancak birlik olur da tefrikaya düşmez isek, Kuran'ın buyruklarıyla hareket edersek Allah'ın rahmetini, bereketini ve mağfiretini kazanmış oluruz. Allah'ın rahmetini, bereketini ve mağfiretini kazananlar şuur içinde yaşayanlardır. Şuurlu toplum hiçbir zaman gaflete düşmez ve huzur içinde yaşayan toplumlardır. Ramazan ayı onbir ayın üzerinde değer olarak  tutulduğu bir fırsat ve bir şuur ayıdır. Bu ayda daha çok manevi değerlerin bilindiği, insani ve ahlaki faziletin daha çok yansıdığı,  toplumsal yardımlaşmanın daha çok arttığı,  birlik ve dirlik ayıdır. Bu ay hepimizi huzura götüren ve Kuran'ın indirildiği nurlu bir aydır.  Peygamberimizin buyurduğu gibi “İnanarak ve karşılığını yalnız Allah'tan umarak Ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahları bağışlanır". İşte bundan dolayıdır ki; bu ay rahmet, bereket  ve mağfiret ayıdır.

Ramazan ve oruç tutmanın insan üzerindeki maddi ve manevi etkilerini  anlatmakla bitiremeyiz. Ramazan ve orucun hikmeti parmakla sayılamaz. Ramazan orucunun bildiğimiz ve bilemediğimiz, insan vücudu ve yaşantısı üzerindeki etkileri ancak sonsuzlukla ifade edilebilir. Oruç insan ruhunu ve davranışlarını disipline sokar. İnsan nefsini dizginleyerek aynı zamanda insanı terbiye eder. İnsan iradesini iyi yönde kullanabilmesini kolaylaştırır. Birey ve toplum olarak Ramazan ve orucu idrak etmek demek, hakikatin farkına varmak,  birey ve toplum olarak İslami, insani, vicdani olarak da farkındalık oluşturmak  demektir. Ramazan ve oruçla birlikte sabretmeyi, hoşgörlü olmayı, bize ihsan edilen nimetlerin kıymetini bilmeyi öğreniriz. Ramazan ve oruç bizim tek başına yalnız yaşamamızı önler. Benliğimizi, kimliğimizi ve kişiliğimizi güçlendirir. Bununla birlikte bencilliğimizi törpüler, bizi diğer kardeşlerimizle bir tutar, onlarla kaynaştırır. Birbirimize olan muhabbetimizi arttırır. Bundan dolayıdır ki; bu ayda günahlarımızdan arınırız. Bundan dolayıdır ki bilincimizi taze tutarız. Ramazan ve oruç ayı sadece kendi ülkemizde bir iklim oluşturmaz. Bütün islam ülkelerinde ve dünyanın her yerinde, nerede bir  müslüman kardeşlerimiz varsa, hepsi de bu iklimde yerini bulur.  Bu  iklimle Ramazan ve oruç kültürü oluşur. Bu kültür her Ramazan ayı geldiğinde  birlikte yaşanır ve birlikte yaşatılır. Bu kültür ümmet bilincidir. Bütün insanlığa olan yansıması da sevgi, şefkat ve merhamettir. Onun içindir ki; Ramazan ayı rahmet, bereket ve mağfiret ayıdır.


..........
Not: İlahiyatçı Yazar / Niyazi Özdemir hocanın Buünkü Yeni Birlik gazetesindeki Ramazan Sayfasında neşredilen makalesini bloğumda paylaşıylorum.
..........

Profösör

13 Haziran 2016 Pazartesi

Güzel Ahlak

Ahlak arapça bir kelime olup, bir çok karşılığı olan önemli bir kelimedir.  Ahlak, huy, seciye, mizaç anlamına gelmekle birlikte, tabiat, natura, fıtrat,  meşrep ve felsifik olarak da etik anlamlarında da kullanılmaktadır. Terim olarak baktığımızda ahlak; insanın fiil ve davraınşlarının iyi olması ve kötü davranışlardan da kaçınmasıdır. Bunu yaparken de hiçbir çıkar gözetmeksizin kendiliğinden meydana gelen ve doğaçlama olarak ortaya çıkan iyi, güzel ve doğru davranışlardır. Biz buna "Ahlak-ı Hamide, yani güzel ahlak da diyoruz. Güzel ahlakın özü İslam'dır. Peygamber efendimiz de "Muhakkak kı ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" der. O halde İslam ahlakı Kuran-ı Kerim'e dayanır.  İslam'da ahlak dediğimizde de Kuran'ın buyurduğu iyilikleri yapma, kötülüklerden kaçınma durumudur.  Yani hal ve hareketimizi aynı zamanda insan olarak bizim, kendi  irademizi bu yönde kullanmamızı güzel ahlak olarak nitelendiririz. Güzel ahlak insanı kademe kademe olgunlaştırarak kemale erdirir. Öyle bir hal alır ki; artık düşünmeden kendiliğinden doğaçlama ve bir refleks olarak ahlak güzelleşir ve insanı güzelleştirir. Güzelleştikçe insan maneviyat olarak da yüceleşir.


Kur'an hükümlerinin en baştaki amacı adaleti temin etmek, ikinci amacı ahlaklı ve seciyeli nesiller yetiştirmektir. Üçüncüsü de maslahatın korunmasıdır. Müslüman en başta  adil olacak ve ahlaklı olacak ki bu değerlerle ahlaken takdir ve itibar gören bütün davranışları kendi nefsinde toplayabilsin.  Sevgi, şefkat, merhamet, edep, haya, nefse hakimiyet, tevazu, mahviyet, müsamaha, fedakarlık, feragat, acz, fakr, zikir, şükür, tefekür, sabır ve sebat gibi nice yüce kavramlarla buluşabilsin ve hemhal olabilsin. İşte o zaman İslam"ın cihanşümul, evrensel değerleriyle donanarak  güzel ahlakı yakalamış oluruz. İşte o zaman toplumda kardeşlik ve dostluk oluşur, hep birlikte barış içinde mutlu olur ve huzur içinde yaşarız.

İslam’da ahlakı nazari ve ameli olarak iki kısma ayıranlar vardır. Elbette güzel ahlakın dayandığı nokta Kuran’ı Kerim’dir. Nasıl ahlaklı olunur Kur’an bizi aydınlatır. Peygamberimizin ve Ashabın yaşayış biçimi de bizim insan olarak örnek alabileceğimiz en büyük değerdir. Efendimiz her yönüyle insanlık için, güzel ve örnek alınacak bir insandır. Onun Peygamber olması aynı zamanda ismet yani masumiyet sıfatını taşımış olmasıdır. Peygamber efendimiz henüz kendisine risalet gelmeden, Mekke’deki müşriklerin bile ona ahlaken güvenmesi manidardır. O “Muhammed-ül Emin” dir. Bütün Mekke halkı ve bütün kabileler onu sevmiştir. Kendisine Risalet geldiğinde de adaletle, ahlaklı ve hakkaniyetle davranarak İslam Dinini tebliğ etmiş ve herşeye rağmen Hatemennebiyyin olarak İslam’ı yüceltmiştir.

Kuran’da güzel ahlaka örnek olarak Hazreti Muhammed gösterilir ve “Muhakkak ki sen yüce bir ahlak üzerinesin” denmektedir. Yani Peygamber efendimizi bütün insanlığın ahlaken onu kendisine  örnek alacağı bir değer olarak görmemiz gerekir. Ancak inanan insan İslam’ın prernsiplerini hayatında  uygulayarak kendisine çeki düzen verir ve güzel ahlaka sahip olabilir. Batılı nice felsefeciler ve bilim adamları Hazreti Muhammed’in üstün ahlakını bariz bir şekilde takdir etmişlerdir. Hz Aişe ye Peygamberimizin ahlakı ne idi? diye sorduklarında “Onun ahlakı Kur’an dı” diye cevap vermiştir. Peygamber efendimiz adeta yürüyen bir Kur’an gibiydi. Kuran’a sımsıkı sarımlak, Peygamber ahlakıyla ahlaklanmak; güzel ahlak sahibi olmak demektir. Efendimiz’in ”Mü’minlerin iman açısından en mükemmel olanı ahlakı en iyi olandır.” sözünü unutmyalım. İyi niyetle işlediğimiz amellerin karşılığı mutlaka iyi olacaktır. Böylece güzel ahlaktan maksat da Allah’ın rızasını kazanmaktır.

Profösör

Not: Bu makalemiz bugünkü 
Yeni Birlik gazetesi 
Ramazan sayfamızda neşrolmuştur.





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...