İzleyiciler

oruç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
oruç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Nisan 2020 Perşembe

Müslümanlar Duada


HACİVAT VE KARAGÖZ  

Salgın nedeniyle sokağa çıkma yasağı devam etmektedir. Karagöz sıkıntısından kah şarkı söylüyor, kah ıslık çalıyor, kah mırıldanıyor. Karagöz;
- Dandiri din dan dit dat dattt.  Dandiri din dan dit dat dattt!..
Hacivat diğer balkondan Karagöz’ü takip eder ve seslenir sonunda;
- Hayrola Karagözüm!.. Sofya Radyosu’nda mısın?
Kaaragöz Hacivat’a cevap vermez ve devam eder mırıldanmaya. Aynı nakaratı diline dolamış pelesenk eder.
- Dandiri din dan dit dat dattt.  Dandiri din dan dit dat dattt!..
Hacivat cevap alamayınca Karagöz’e ikinci kez soru sormaz ve sataşmaz. Bir küskünlük haleti ruhiyesyle sığınır kendi suskunluğuna ve sükuta. Bu sefer Karagöz duramaz bir izahat getirir cevap olarak Hacivat’a.
- Hacivat’ım can sıkıntısı can!.. Sen de bir tekerleme bul benim gibi kendine.
Hacivat birden cevap verir Karagöze çıkışarak ve sözlerini bir elif miktarı uzatarak.
- Karagööözüüüümmmm!. Ramazandayız ramazanda!.. Namazdayız, niyazdayız önce bunu hatırla. Sabret, şükret, dua et.  Bunlar zamana da sığar mekana da!.
Karagöz almıştır dersini. Anlamıştır Hacivatın tepkisini! Yine de anlatmak ister suret-i halini.
- Hacivat’ım şarkı, türkü, marşlarla, kafa dağıtıyorum anla işte!.
Hacivat radyo haberleri dinlemektedir. Haberler hiç de içaçıcı değildir. Bütün cihan  bu musibetle muzdariptir. Memleketimizde şu kadar test, şu kadar vak’a, şu kadar  öbür aleme irtihal var denmektedir. Hacivat üzgündür hem de çok!..  Kargöz’e son ikazını da yapar.
- Karagöz’üm  radyoyu can kulağıyla bir dinle, bak haberler ne diyor? Biraz vicdan yap ve kendine gel! Bu  sari marazayla o kadar insan telef oluyor ki; hiç vicdanın sızlamaz mı senin!..
Hacivat iyice kızmıştır Karagöz’e, sanki eline mikrofon geçirmiş gibi sıralar ardıardına cümlelerini. Nasihat verir gibi.
- Ateş düştüğü yeri yakar derler azizim; ölenin ailesi var, anası babası var, çoluğu çocuğu var, komşusu, sülalesi var. Kedisi, köpeği velhasıl sevenleri var... Bütün bunlar matem tutarken, cümle alem üzüntü içindeyken şarkı, türkü, marş da neyin nesi? Dua etmek varken neyin kafası bu?
Karagöz birden gafletten uyanır gibi uyanır. Hak verir Hacivat’a mahcup olmuşcasına.
- Hacivatım bir anlık gaflete düştüm sanırım. Felaket, afet ve musibetlerde tövbe istiğfar ve dua etmek lazım.
Hacivat ve Karagöz mutabık kalmışlardır bu hususta.  Birbirinden helallik alarak birlikte söylerler bu nakaratı.
“Bu illet maraza gitsin de ateş düşmesin kimsenin ocağına... Bütün eller semada, bütün müslümanlar duada.”

Profösör


23 Nisan 2020 Perşembe

Hüzünlü Ramazan

HACİVAT VE KARAGÖZ


Ramazan- Şerif gelmiştir. Fakat bütün kasaba halkı buruk bir sevinç içindedir. Çünkü  bir illet bir musibetle kasaba halkı karşı karşıyadır.  Bundan mütevellid  hem üzüntülü, hem de  hüzünlüdür.  Hacivat  evin balkonunda yalnız başına kukuman kuşu gibi oturmaktadır. Gayri ihtiyari bir söz çıkar Hacivat’ın ağzından.
- Hayy Haaaakk!..
Karşı balkondan  arkadaşı Karagöz duyar Hacivat’ı.  Karagöz lafolsun torba dolsun diye.
- Hayrola Hacivat’ım!.. Ramazan-ı Şerifi balkon sefasıyla karşılıyorsun sanırım.
Karagöz knuşur;
- Hayır Karagözüm, Asıl Ramazan-ı Şerif karşılıyor bizi. Şu halimize baksana, Biz günahkar kulların başında nasıl bir musibet ve illet var!.. Hüzünlüyüm hüzünlü. Üzüntülüyüm üzüntülü. Hani, camiye, cemaate gidebiliyor muyuz! Hem bundan mahrumuz, hem de evlerimize kapandık mahpusuz...
Karagöz topu taca atar)
- Oh ohhhh! Evlerimizde tatil yapıyoruz desene. Devletimiz varolsun evimize kadar her şey geliyor. Zaptiyeler emniyetimizi sağlıyor. İhtiyaçlarımız gideriliyor.  Yardım paketleri, maskeler v e kolanyalar.  En iyisi mi biz yan gelip yatalım. Bir nargile çekmediğimiz kalsın.
Hacivat bu konuşma üzerine çok kızmıştır ve hiddetlenir.
-  Karagözüm ben ne diyorum, sen ne anlıyorsun.  Sözlerimi don lastiği gibi sağa sola çekiyorsun.
Karagöz
- Hacivat’ım yiyip içip yan gelip yatıyoruz evde. Ne güzel işte Kihh kihh kihhh!..
Hacivat daha da hiddetlenir.
- Karagöz’üm aklını başına devşir. Ayrıca nargileyi ve tütünü çırattık hayatımızdan. Anlamak istemiyor musun. Allah’ın evinden mahrum kaldık. Sevgilimizden ayrı düştük gibi bir hisle hüzünlüyüz.
Karagöz bu sefer lafı başka  tarafa çevirir.
- Ne sevgilisi  Hacivat’ım. Sevgilin var da biz mi bilmiyoruz?  Bak sakalımız ağarmış, bu yaşta sevgili mi edineceğiz be yahu? İnsan biraz sakalından utanır.
Hacivat Karagöz’ün sözünün bitmesine müsade etmeden başlar konuşmaya
- Sen sevgilinin ne demek olduğunu da bilmiyorsun.Cemeatle yürekten dertlenmek ve hemhal olmak demektir. Birbirimizin yaarsına merhem olmak demektir. Mevlaya birlikte yalvarıp yakararak birlikte dua demektir. Müezzin niye camiye çağırır bizi; her türlü  musibetten, illettten, afetten, felaketten korumaktır bizi.
Hacivat son noktayı koyarcasına demek istediğini der Karagöz’e. Karagöz;
- Kusura bakma Hacivat’ım. Mizah yapmak istedim; huyum bu benim. Sanırım kaş yapayım derken göz çıkartıyorum. Seni güldürmeyi beceremedim. Hep bu illetten ve musibetten işte!..
Hacivat ve Karagöz birbirine vedalaşırken  nakaratla balkonlarından içeriye girerler.)
“Korona gitsin hüzün bitsin!.. Bütün millet bayram etsin!..”

Profösör



Ramazan-ı Şerif

25 Haziran 2017 Pazar

Bayramlar Kurtuluş Ümidimizdir

Ramazan Bayramı müslümanların kutsal iki bayramdan birisidir. Nasıl ki; hilali görüp bir ay boyunca oruca başlıyorsak, yine ayın bitiminde hilali görüp bayram yapıyoruz. Allah’a şükürler olsun ki; Ramazan bayramını idrak ettik. Sabah namazıyla birlikte camilere akın ettik. Bayram namazını hep birlikte  huşu içinde eda ettik. Günümüzde onca İslam ülkesinde yaşanan savaşlar, zulümler, mağduriyetleri görmemezlikten gelemeyiz. Ümmetin ıstırabı bizim de ıstırabımızdır. Onların sıkıntısını ve üzüntüsünü biz de yüreğimizde hissederiz. Çünkü biz birbirimizi tamamlayan bir vücudun azaları gibiyiz. Herşeye rağmen İslam dünyası Ramazan bayramını kutlar. Bayramın ruhuna uygun olarak  müslümanlar birbiriyle bayramlaşır. İnancından dolayı bayramı bir kurtuluş ümidi olarak kutlar, birbirine sarılır birbirinden güç alır, adeta yeniden dirilir ve yeniden şuur sahibi olur.

Ramazan boyunca hep birlikte oruç tutuyor, iftar ediyor, sahura kalkıyor, yine ramazan ayı sonlarına doğru itikafa giriyor ve kadir gecesini birlikte idrak ediyor ve  namazımızla, niyazımızla oruçlu günlerimizi ibadetle geçiriyoruz. Kendimizle muhakeme, murakebe, muhasebe ediyor; zikrimizle tefekkür ediyor, şükrümüzle Allah’a  olan sadakatimizi gösteriyoruz. Ramazan boyunca hayır hasenat içinde bulunmakla birlikte sadaka-i fıtır ve zekatımızı vermek, diyetimizi ödemek gibi sorumluluklarımızı yerine getiriyoruz. İnsani ve vicdani duruşumuzu İslam’la daha da yüceltiyoruz. Toplum içinde birbirimizle daha da kaynaşıyoruz.  Muhabbet ve ünsiyetle, et tırnak misali oluyoruz. Birbirimize sarılıyoruz. Sevinçte ve tasada bir oluyoruz; birbirimizin derdine ortak oluyor ve birbirimizin yaralarına merhem oluyoruz. Bu durum ve tutum bayramla birlikte  bir şuur haline dönüşüyor. Yeniden nefes alıyor, yeniden diriliyoruz. Birlik ve beraberliğin ve bayramlaşmanın da ruhu budur.

Her toplumda anlaşamazlıklar, kutuplaşmalar, küsmeler, darılmalar olabilir. Esas olan birbirimize insani değeri vermek ve birbirimizin ne dediğini dinlemektir. Birbirimizle diyaloğu kesmemektir.  Malesef İslam dünyası bir bunalım yaşıyor. Mezhebi ve meşrebi taassuplar bizi üzüyor. Bu kadar bölünmüşlük ve parçalanmışlık bizi lokma haline getirir. İslam düşmanlarının iştahını kabartır. Sanki imamesi kopmuş, etrafa saçılmış tesbih taneleri gibiyiz. Oysa İslam tevhid dini. Müslümanların tek bir imameye bağlı olan tesbih taneleri misali bir ümmet şuuru olması gerekir. O halde asgari müştereklerde İslam ülkeleri ve toplumları birbiriyle iletişim içinde olmalıdırlar. Birbirleriyle istişare içinde birbirlerini farklı görüşleri olsa da dadinlemelidirler. Kuvvet birlikteliktedir. Küsler, dargınlar barışmalı, selamlaşmalı, herkes iyi günde ve kötü günde birbirinin yanında durmalı. İnancımız, kültürümüz ve medeniyetimiz bunu gerektirir. Bizi biz yapan değerlere sarılmalıyız. Bizden olmayan, bizim yapımıza uymayan ve bizi yabancıllaştıran kültür emperyalizmin pençesinden kurtulmalıyız. Bugünkü çağda savaş sadece topla tüfekle, tankla uçakla yapılmıyor!.. Önceden inançlı toplumlar bozuluyor ve iğfal ediiliyor. Sonra da tefrika çıkartılarak İslam toplumlarını kıskaca ve kumpasa  maruz bırakılıyor. Bugün, Irak’a, Suriye’ye ve son olarak Katar’a yapılanlar sadece oradaki halkı üzmüyor, bizi de Türkiye olarak derinden yaralıyor. Asıl anagövde biziz. Bu küçük  İslam ülkeleri ise bizim azalarımız. Onlar yaralandıkça, onlardan kan aktıkça, onlar kadar biz de acı çekiyoruz. Ortadoğu coğrafyasına yapalan bütün dış müdaheleler esasen Türkiye’nin önünü kesmek için yapılıyor. Velhasıl zülme karşı şuurlanalım. Bilvesile  kurtuluş ümidiyle Bayramınızı kutluyorum...    

Profösör

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Ramazan Şuuru


Onbir ayın sultanı olan ramazan ayı mağfiret, rahmet ve bereket ayıdır. Ramazan ayına boşuna  onbir ayın sultanı denmemiştir. Bu ayda günahlardan arınmamız, kendimizi yenilememiz biz kullar için bulunmaz bir  nimet, bir lütuf ve büyük bir fırsattır. Senede bir ay, ramazan ayında oruç tutmakla mükellefiz. Oruç sayesinde nefsimizi terbiye eder; yeniden diriliriz. Yüce Kitabımız bu ayda indirilmeye başlamıştır. Kuran'la insanlık muhatap oldukça insanlık gerçek değerlerini bulmuştur. Kuran'la insanlık kendi fıtratını tanımıştır.  Bize düşen Kuran'ın ilk emrine uyup önce içinde bulunduğumuz cehaletten ve karanlıktan kurtulmalıyız. Bunun için; Allah'ın yap dediklerini severek ve ihlasla  yapmak, yapma dediklerinden de kaçınmaktır.

En başta Kuran'la muhatap olmak müminin vazifesidir. Kuran'ı okumak demek, onu anlamak ve bulunduğu zamanın, mekanın, olayların ruhuna inmek gerekir.  İtikat, ibadet, ahlak anlamında bir müminin inancını yaşaması ve kültür haline getirmesi gerekir. Kur'an bütün insanlığı muhatap kabul eden evrensel  yegane büyük bir kurtuluş kitabıdır. Kur’an bütün kainatı hükmeder.  Onunla biz kendimizi, evreni ve ötesini idrak ederiz. Kuran’ı hakkıyla okuyarak ve onu doğru anlamak için gayret sarfetmek gerekir. Kur’an ilimleriyle donanırsak Kuran’ı hakkıyla okuyabilir ve anlıyabiliriz. İnancımız ve yaşantımız Kur’an merkezli olmalıdır. Sadece kendimizi ve bulunduğumuz toplumumuzu değil, dünyanın neresinde olursa olsun bütün insanlığın kurtuluşu için çaba gösteririz. Hepimiz insanlık ailesindeniz. Hepimiz en başta insan olduğumuz için değerliyiz. Onun için yeryüzünde fitne durduluncaya ve ortadan kalkana dek mücadele etmek, adaleti temin etmek ve insanlık onurunu korumak zorundayız.

İşte içinde bulunduğumuz ramazan ayı, işte tuttuğumuz oruç ve nefsi mürakebe için büyük bir fırsat!.. Bu dünya bizim için bir misafirhanedir. Biliyoruz ki bu dünyada rahatlık yoktur. Hepimiz imtihandayız. Önemli olan bu imtihanı başarıyla sonuçlandırabilemizdir.  Aç da kalabiliriz, açıkta da kalabiliriz. Nice savaşlar, nice ayrılıklar, nice hastalıklar, açlık, susuzluk, kıtlık, savaşlardan ölen, yaralanan, evinden yurdundan uzak kalıp mülteci duruma düşen milyonlarca insan. Hepimizin başına gelebilecek kazalar, belalar, musibetler. Elimizde olmayan istemediğimiz tüm gelişmeler... İşte bu durumda payımıza düşen gücümüz yettiği kadar Hakkı yüceltmek ve zulme karşı durmaktır.

Ramazanda oruç tutmak, sadece günün belli bir vakti içinde yemeden, içmeden kesilmek, cinsel ilişkiye girmekele sınırlı değildir. Bundan maksat orucun ruhunu içimize sindirebilmektir. En başta hak yememek, kalp kırmamaktır. Sürekli iyilik yapma düşüncesiyle fırsatları değerlendirmek, küçük büyük bütün günahlardan uzak durmaya çalışmaktır. Maddi manevi bütün kazanımları, toplumla paylaşabilmek, onlarla hemhal olabilmektir. Ramazanın rahmetinin de, bereketinin de, ancak paylaştıkça çoğaldığını farkedebilmektir. Ramazanın mağfireti de, beşer olduğumuzu, hata edebileceğimizi, günah işleyebildiğimizi bilip, bir kul olarak da ancak Allah’a sığınabileceğimizi idrak edebilmemizdir.

İslam büyük bir medeniyet inşa etmiştir. İslam medeniyeti ve İslam kültürünün korunması, tekamülü için bu yolda hizmetlerimizi  kesintisiz sürdürmemiz gerekir. İslam sadece insanlara değil, bütün yaratıklara karşı bir sorumluluk getirmiştir. İnsan hakı önce insanlık onurunu korumakla başlar. Onun için İslamiyet, din, dil, ırk ayırmaz. Zengin fakir ayırmaz. Bize düşen Yaratandan ötürü yaratılanı sevmek ve onları korumaktır.

Profösör







İsraf Haramdır

6 Haziran 2016 Pazartesi

Müslümanlar Şuurlanmalıdır



Yüce Mevlamız orucu farz kılmıştır. İslam'ın şartlarından biri de oruçtur. Yılda bir ay oruç tutarız. Ramazan ayı yaklaştıkça daha manevi bir iklime doğru koşar ve maddi ve manevi bütün hazırlıklarımızı daha Ramazan ayı gelmeden yaparız.  Kur'an sadece müslümanlara değil, bütün insanlığın hidayeti için inmiş yüce bir kitaptır. Müslüman olmanın gereği Kuran'ı rehber edinip,  Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek, Peygamber'in izinden gitmek ve onun ahlakıyla ahlaklanmaktır. Onun için biz müslümanlar mübarek gece ve günleri gafletten kurtuluş ve birer diriliş vesilesi olarak görürüz. İşte bunlardan biri de idrak etmiş olduğumuz, onbir ayın sultanı Ramazan-ı Şeriftir. Şükürler olsun ki; bugün sadece ülkemizde değil, bütün  İslam Aleminde aynı inanç, aynı duygu ve aynı düşünceyle, milyarlarca müslüman topluluklarla birlikte  kulluk şuurunu yaşıyoruz.
.....
Bütün toplumlarda yerleşik olan, kendi inanç ve değer yargıları açısından hukukun da, ahlakın da kaynağı dindir. Din Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla  Peygamberlere gönderilmiş olup, Peygamberlerin tebliğleriyle toplumlarda bir  inanç ve yaşam kültürü olarak yer etmiş, toplumları şekillendirmiş yüce bir değerdir. Ne var ki dinin özünden zamanla sapılmış, insanlık maddi ve manevi olarak parçalanmış, bölünmüş ve kıyım kıyım kıyılmıştır. Güneş balçıkla sıvanmaz denir ya; Hak'kın ve hakikatin güneşi İslam elbette bir mum ışığıyla gösterilemez. İslam'ın nuru kıyamete kadar gönlüllerimizi aydınlatacaktır. İslam'ın en önemli özelliği de adalet duygusudur. Buna bağlı da ahlak anlayışıdır. Sevgi, şefkat, merhamet ancak adalet ve ahlak duygusu temelinde yeşerir. Ramazan ayının değerini bilmeliyiz. Çünkü  bu ay rahmet, bereket ve mağfiret ayıdır. Bu ayda bizler  her zamankinden daha fazla hassas ve birbirimize karşı muamelede daha adaletli, daha ahlaklı olmalıyız.  Hayır işlerinin, yardımlaşmanın ve dayanışmanın en hat safhada olduğu bu aydan fazlasıyla  feyz almalıyız. Fıtır, zekat ve diğer sadakalarımızı bu ayda vererek sorumluluğumuzu yerine getirmek ve bu ayda yetimlerin, kimsesizlerin, fakirlerin, biçarelerin gönlüne girebilmeliyiz.
.....
Kur'an bütün müminler kardeştir derken, Peygamberimiz de mümin müminin kardeşidir diyor. Mekkeli müminlerle, Medineli müminlerin kardeşliği gibi bir kardeşlik, Ensar ve Muhacirin arasında tesis edilmiş bir kardeşlik gibi bir kardeşlik, bütün insanlığın huzuru ve mutluluğu için bir  kurtuluş reçetesidir. Osmanlı da din,  dil, ırk, mezhep ve meşrep farklılığı gözetmeksizin kardeşlik ve bir huzur toplumu oluştururken adaletiyle hükmetmiştir. Ondan bize tevarüs eden adalet duygusudur. Onun  için biz  insanlık idealinde büyük bir itibara ve büyük bir mefkureye sahibiz. Onun için Osmanlı adaletiyle yaşamış, kardeşlik ve huzurla  buluşmuş  topluluklar, günümüzde de İslam Birliği  ve bütün insanlığın kurtuluşu için, bize dua etmeleri bundandır. Ramazan ayı bütün İslam Aleminin birliği ve dirliği için büyük bir fırsattır. O halde birey ve toplum olarak kendimizi sorgulamak olmalıdır. Ramazan ayında İslami, insani, vicdani değerlerle buluşmak ve nefsimizi dizginlemek olmalıdır. Bu ayda hırsı, kibiri, kalp kırmayı bırakıp, önyargısız, ayrım yapmadan herkesin elinden tutmak olmalıdır. Yine bu ayda Hak’kı ve sabrı tavsiye etmek, aynı zamanda salih kul olma yolunda  Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmak olmalıdır. Din hayattır; oruç tutan sıhhat bulur. Ramazan bir şuur ayıdır ve bütün müslümanlar şuurlanmalıdır.

Profösör

Not: Bu makale bugün Yeni Birlik gazetesi Ramazan Sayfasında neşredilmiştir.

27 Temmuz 2014 Pazar

Bayram Mesajı



Bir alın yazısıydı yaşadıklarım. Geriye baktığımda hazan mevsimdir sadece benim hüznüm. Bayramlar olmasaydı, gülümser miydi hiç yüzüm. Bin sadakaya bedeldir benim bir tebessümüm. 

Grafik: Profösör 

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Hakikat içinde bir rüya, rüya içinde hakikat..


Ramazan ayının sonuna yaklaşıyorken kendimizi, İstanbul'un tarihi yarımadasında bulduk. Onbir ayın sultanı olarak nitelendirdiğimiz Ramazan ayı, rahmet, mağfiret ve bereket ayı. Bu ayda kendimi gerçekten bir garip hissederim. Sağlıklı herkes gibi oruç tutma vecibemi yerine getirememenin bir burukluğu ve hüznünü her halimle taşırım. Buna rağmen iftar vaktinde hayatımın en mutlu anlarını yaşarım. Herkes gibi iftar vaktini bekler, müezzinin akşam ezanını okumasıyla birlikte iftar açarım. Bu duygunun feyzi bereketiyle kendimi yeniden dirilmiş, yeniden dünyaya gelmiş gibi hissederim. Bu vesileyle ramazan ayı boyunca bir iç muhasebe içinde olduğumu söylemeliyim.

Cihan devleti Osmanlı'nın dünyayı adaletle yönettiği bu tarihi yarımadaya geldiğimizde dini, milli, tarihi duygularla karışık, insanın yaşadığı bütün mikro ve makro duyguların evrensel boyutlarını da bu tarihi yarımadada hissederek büyük hazlar yaşadığımı söylemeliyim. Devlet olma, halife ve reis olma sorumluluğuyla aç bir aileye sırtında un çuvalı taşıyan Hz. Ömer’i düşündüm. Bu sorumluluk bilincinin dünyayı yönetmedeki Osmanlının fetih ruhunu düşündüm. Dünyada tek bir insanın, tek bir canlının zulümden kurtuluncaya dek adalet duygusunun bizim birey olarak insani, vicdani ve dini vecibelerimizi salih amellerle bezemek olduğunu anladım. Göğsümde bir kez değil, bin kez atan bir yüreğimin bin yürek taşıdığını hissettim. Sevmenin, sevilmenin, yardımlaşmanın, kaynaşmanın ne demek olduğunu anladım.

İşte böyle bir duygunun yaşandığı yerlerden biri de Sultanahmet Meydanı.. Tam iftar vakti koskoca meydanda oturarak bir iftar yapabileceğimiz bir ağaç altı, ya da bir çiçek kenarı bulamadığımızı söyleyebilirim. Yediden yetmişe herkes yerini almış iftarı bekliyordu. Banklara, çimlere, kaldırımlara oturmuş binlerce insan iftarı bekliyordu. Bu güzel manzara içinde kendimize parkın Sultanahmet camisine bakan kısmındaki kaldırımda iki kişilik bir oturma yeri bulabildik. İftariyeliğimiz evden hazırladığımız mütevazı bir sofradan ibaretti. Bazı illerde iftar vakti İstanbul'a nazaran eken yapılıyordu. Ankara’da saat yirmide ezanlar okunmaktaydı. Sanki İstanbul’dan bu ulvi sesi duyar gibi oldum. Telefonumun saatine baktım ev et Ankara'da iftar açılıyordu. Dostlarım için güzel dualarda bulundum. Türkiye’nin her ili, hatta dünyadaki tüm müslümanların iftar vakti benden soruluyormuş gibi, hepsinin sofrasında bulunmak istedim. Özellikle Somali'deki açlık kampındaki insanları düşünürken kendimi tutamadım. Gözyaşlarım gözlerimden değil de yüreğimin derinliklerinden akıyor gibiydi.

"Allah'ü Ekber.. Allah'ü Ekber.." Caminin minarelerinden ezanlar okunmaya başlar başlamaz caminin bütün şerefelerinin lambaları ışıl ışıl yanmaya başladı. Sultanahmet Camisi'nin altı minaresi vardı. Bu altı minarenin dördünde de üçer şerefe, ikisinde ise ikişer şerefeden "Onaltı" şerefesi vardı. Bunda da bir hikmet vardır düşüncesiyle orucumuzu dualarla açtık. Allah'tan hidayet; hastalara şifa, dertlilere deva, borçlulara eda diledik. Sevgi, şefkat ve merhamet diledik. Dostluk ve kardeşlik diledik. Rahmet, mağrifet, bereket diledik. Bu ışıklı şerefelerle birlikte yanan minareler arasındaki "Namaz dinin direğidir" mahyasındaki yazılar ise, müslümanlara önemli bir uyarı niteliğindeydi. Eğer dimdik ve dipdiri ayakta durmak istiyorsak namaza sarılmamız gerekiyordu. Sağ ve sol yanımızda kaldırımda oturarak bu ışıklı ve büyüleyici muhteşem manzarayı içselleştiren iki turist kıza da birer küçük sandviçlerden ikram ederek karşılıklı konuşmadan tebessüm ettik. " Hakikat içinde bir rüya, rüya içinde hakikat" her zaman vardır bunun nedeni nedensiz bir tebessümdür.

Profösör

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...