İzleyiciler

Hacivat ve Karagöz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hacivat ve Karagöz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mayıs 2020 Perşembe

Kontrollü Sosyal Hayat


HACİVAT VE KARAGÖZ 

REPLİKLERİ

Memleketimizde altmışbeş yaş üstü haftasonunda  dört saatliğine sokağa çıkma izni verildi. Yaşlılarımız özgürce güneş gördü ve parklarda nefes aldılar. Karagöz;
- Bir gençler bir yaşlılar bir de orta yaşlılar. Parselledik zamanı desene Hacivat’ım!.. ihtiyar oluşumuz da tescillendi, Topun ağzındayız. bir taraftan da üzülüyorum.
Hacivat karşı blkondan Karagöz’ün üzülmesine üzülür.
- Karagözüm Üzülmemelisin!.. Daha geçen gün yok başım ağrıyor, yok kolum, bacaklarım, mangal maşalarım sızlıyor  diye vıyaklamıyor muydun? Bak işte nasıl da iyi geldi az daz olsa, bu sokağa çıkma özgürlüğümüz.
- Elbette  Hacı cavcavım!.. Pazar günü sokağa çıktık, çocuklar gibi şendik. Hakikaten iyi geldi  Hacıvat’ım!..
Hacivat ‘ıın Karagöz’e ağrı ve sızılarını hatırlatması Karagöz’ün Hacivat’a hak vermesi Karagöz’ün üzülmesi için bir kalmadı bir bahanesi. Hacivat;
- Karagöz’üm  inşallah haftaya da dışarıya çıkabiliriz. Bu gidişle Pazarı iple çekeceğiz.
Karagöz sinirlenerek karşılık verir Hacı Cavcava;
- Keşke hergün sokağa çıkabilsek! Çocuklar gibi sevinebilsek!.. Yine parklara gidebilsek!.. Özgürce nefes alabilsek!..
Karagöz’ün bu sözüne karşılık yine uyarır hacivat Karagöz’ü.
- Karagöz’üm tuhaf tuhaf konuşma. Az sabır. Dellerdirmeyelim bu illeti. Yavaş yavaş bu da olacak. Dahası Kontrollü sosyal hayat devreye girecek bunu bilmelisin.
Karagöz emme basma tulumbası gibi kafasını sallar.
- Önümüzde bayram var, seyran var. Şarışalım, öpüşelim, hasret giderelim. Muhabbet ünsiyet kesbedelim.
Hacivat yine uyarır Karagöz’ü;
- Orada dur Karagöz’üm.  Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Kültürümüz de değişecek.
Karagöz bu illetin bütün insanlığı nasıl hizaya getirdiğini tefekkür eder ve pandeminin ne menem şey olduğunu idrak eder. Birlikte sohbete veda ederler.
“Evde kalıp hapis olduk demeyelim. Kontrollü sosyal hayatı özümseyelim.”

Profösör

11 Mayıs 2020 Pazartesi

Can Sıkıntısı


Karagöz bugün yine acaip ve garaip sesler çıkartıyor;
- Vıy vıy vıy vıyyyy!.. - Vıy vıy vıy vıyyyy!..
Hacivat karşı blkondan Karagöz’ün vıylamasını duyar ve  karşıdan bağırarak;
- Karagözüm Karagözüm!.. Vıylayıp durma, nedir senin ıstırabın, merhemin olayım!..
- Her tarafım tutuldu Hacı cavcavım!.. Otud otur, evde kal; yine otur. Tutuldu kollarım ve bacaklarım. Sızlıyor mangal maşalarım.
Hacivat Karagöz’ün bu yakınmalarına karşılık verir.
- Karagözüm hep kanepede, iskemlede oturmakla olmaz. Hanende hareket edeceksin; bir sağa, bir sola dörneceksin.
Karagöz sinirlenerek karşılık verir Hacı Cavcava;
- Ne sağcıyım, ne solcuyum ne de futbolcuyum. Sağa sola da dönmem ben;  asla dönek biri değilim.
Karagöz devam eder konuşmaya;
- Ben döndersem başım dönecek, başım dönerse duvarlar dönecek, masa, iskemle dönecek. Ben de  düşeceğim yere. Sen de bu zavallılığa güleceksin.
Hacivat Karagözü bu sefer ciddi ciddi uyarır;
- İdman yap iki gözüm Karagözüm kasların çalışsın. Demek istediğim bu!... Bütün bunlar evde oturmaktan ve atıl olmaktan.
Karagöz bu sefer baklayı ağzından çıkartır;
- Hacivatım idman yapayım da, sıkıldım hep evde durmaktan!
Hacivat Karagöz’ü radyodan işittiği bir haberi müjdeler.
- Hadi iyisin iyisin Karagözüm; sana bir müjdem var; biz ihtiyarlara haftada bir birkaç saatlik sokağa çıkma müsadesi var. Yürüyüş yapabileceğiz, kaslarımızı çalıştırabileceğiz. Haleti ruhiyemizi tashih edebileceğiz.
Karagöz sevinir bu habere.
- Hacivatım sen çok yaşa!.. Çocuklar gibi sevindirdin beni.  Seni de sevindirsinler emi!..
Hacivat ve Karagöz birlikte sevinirler bir maniyle mola verirler sohbetlerine.
“Özgürlük zaruretten evde kalmaktır. Bazen de özgürlük sokakta nefes almaktır.”

Profösör

8 Kasım 2017 Çarşamba

Atatürk Kültür Merkezi


İletişimde algı ve olgu

İletişimde algı ve olgu birbirini tamamlar. Algıoluşturuldukça olgu oluşur. Olgu oluştukça da yeni algılar oluşur ki bu da çığ gibi büyür gider ve birbirini tetikler. İletişim mecraları her ne olursa olsun, içinde taşıdığı değerler önemlidir. Bir kitabın, bir gazetenin, bir radyonun, bir televizyonun ihtiva ettiği, yaydığı bilgiler ve haberlerin mahiyeti çok önemlidir. Bu mecraların işlevsellikleri  insanlık değerleriyle ne kadar örtüştüğü ve bu mecraların neye hizmet ettikleri niyetlerinden bellidir. Bu kitap iyidir, bu gazete kötüdür, bu radyo dinlenir ya da bu televizyon izlenmez gibi yargıya varabiliriz. Bu mecraların iyi olup olmama yargısı bunları takip eden izleyicilerin hayata bakışı ve yaşantısıyla bire bir ilgilidir. Bir şeyin iyi yada kötü oluşu doğru düşünme mantığına sahip olmamızla ölçülür. Bu ölçünün sağlıklı olabilmesi için inanç değerlerine sıkı sıkıya bağlı olmak, bizatihi inandıklarımızı birey ve toplum olarak  hep birlikte yaşamamızla oluşur.

Doğru mecralar

İletişimde algı dedik; çünkü algı altıyı dokuz, dokuzu altı yapabilir. Çünkü algı Ahmet’i Ahmet olarak bildiği gibi, zamanla Ahmet’i Mehmet olarak da gördürebilir, zannettirebilir bizi yanıltabilir. Bu bir nevi hasüsülasyon gibidir. Önce iletişimle algı doğru mecrada, doğru muhteviyatla yapılmalı ve hakikate giden yolun bir parçası olmalı ki; ancak o zaman gerçek algıdan söz etmemiz gerekir. Ahlak dediğimiz zaman huy, şecere, doğa, natura, maya, fıtrat, yaratılış gibi kelimeler akla  gelir. Ahlak dediğimizde  doğru davranışlar akla gelmelidir. Çünkü ahlak fıtrattan gelen ve karekter eğitimiyle  kazanılan doğru reflekslerimizdir. Ahlaklı dediğimizde aklımıza doğru davranışlar gelmelidir.  Algı dediğimizde de, doğru algıya bütün varlığımızla hazır hale gelmeliyiz. Bu da eğitim süreciyle kazanmış olduğumuz  yetilerimizdir.

Moral değerler

İletişimde olgu dedik; çünkü olgu bizi doğru düşünmemizi, doğru hissetmemizi ve doğru davranmamıza ışık tutacak bir değerdir. Algısı doğru olanın, olgusu da doğrudur. Doğru düşünme, doğru hissetme, doğru karar verme ve iradeyi doğru yönde kullanmakla birlikte doğru eyleme geçmektir. İster hayata bakışımızla ilgili olsun, ister işimiz, eşimiz, aşımızla ilgili olan konular olsun her şeyi olgunlukla karşılarız. Olgunluğun izdüşümü pozitif değerler ve maneviyattır. Herşeye bakışımız adalet ve ahlak temelinde, her şeye yaklaşımımız da moral değerlerle olmalıdır.

Anlamak ve anlaşılmak

Doğru iletişim bizim ne anlattığımız değildir. Esas olan bizim anlattığımızdan muhatabımızın ne anladığıdır. Bu klasik hale gelen sözü sık sık duyarız. Bu söz iletişimci için bir uyarıcıdır. İster vaiz ol, ister hatip ol, ister mürşit ol önce karşımızdaki kişinin ve toplumun haleti ruhiyetini iyi bil. Empati yap ve kendini onun yerine koy. Onunla dertleş, yarenleş ve onunla hemhal ol ki; onu anlayabilesin. Onu doğru anladığın takdirde onunla kurduğun iletişim doğru iletişim olacaktır. Aynı zamanda doğru iletişim kalbidir. İletişim, sözle, lisanla, kelamla yapıldığı gibi, bir bakışla, bir parmak sallayışla, bir duruşla önce senin insan olup olmadığının fotoğrafını verir zaten. Senin tasvirini çıkartıp veren odak noktası olan kalbindir senin.

Arifler anlar

Senin bir tebessümün, bir yetimin başını okşayışın, kuşa kurda karda kışta yem verişin, bir yaşlının hatırını soruşun, bir hastaya ziyaretin, bir engellinin engelini unutturuşun, çocuklara, kadınlara, yaşlılara, hastalara karşı sevgi,şefkat ve merhametle yaklaşımın, asaletin, zarafetin, hamiyetperverliğin, mütevaziliğin aynı zamanda  bilge oluşun kadar maddiyatla ölçülemeyen zenginliğin yerini ne tutabilir ki!.. İnsan hiç konuşmadan suskunluğuyla bile karşısındakiyle iletişim kurabilir. Muhatabını etkileyebilir. Muhatabını negatiften pozitife çevirebilir; onu transformasyona sokabilir. Yeter ki insan kutsal değerlere inansın, onlara sahip çıksın, inandığını yaşasın, bütün saydığımız bu değerler üstüne nice değerler zincirleme olarak eklenecektir. İletişim, algı, olgu, bütün bunlar itibarlı bir kimlik, bir kişilik ve markalaşan bir logo gibi kişide kendini gösterecektir. Böyle kimlik ve kişilikte olanlar ilmiyle amil bilge insanlardır. Ancak bizim halimizden bilge sahibi ilmiyle amil olan  arifler  anlar.

Markaların izdüşümü

Amblem, logo, sembol ve armalar bir anlamda prestiji ifade ederler. Bunlar bireysel ve kurumsal hizmetlerin grafiksel ifadesi, aynı zamanda temsil ettiği değerlerin bir itibarıdır. Bir kelime ile, bir sembolle gönüllerde taht kuran markaların izdüşümüdür. Hizmet doğru yapıldıkça markaların yıldızı parlar ve güçlenir, hizmette kusur arttıkça da markaların yıldızı söner ve güç kaybeder. Demek ki iletişimin bir yanı doğru olmak, doğru hizmet etmek ve doğru algı oluşturmaktır. Doğru algı oluşturmanın da bir tık ötesi doğru olgudur ki; bu da toplumda marka sevgisi ve marka sadakati oluşturur

Amblem ve logo anlayışı

Amblem, logo, sembol ve armalar bir ürünün, bir hizmetin, bir yapının, müstakil bir sanat eserinin simgesel bir değeridir. Grafik sanatıyla ve anlayışıyla  somut bir görselliği, şekli ve biçimidir. Bir anlamda temsil ettiği değerin varoluş felsefesidir. Hizmetlerin manevi tılsımı ve fiziki ifade şeklidir.

Varlıkları bile yeter

Her kurumsal ve kurumsallaşmış değerlerin günümüzde amblem ve logolarla kendini ifade etmesi kusursuz hizmet veren markalara açıktan bir itibar kazandırabilir. Her ürün ve hizmet kurumsal bir logo ve ambleme ihtiyaç duyabilir, kendini bu şekilde kurumlaştırabilir, kendini ancak böyle ifade edbilir. Fakat  ticari bir meta olmayan nice değerler vardır ki amblem ve logoya ihtiyaç duymazlar. Onların kurumsallığı taşıdıkları kutsallıklarıyla ancak izah edilebilir. Onların kurumsallıkları ambleme, logoya bağlı değildir, varlık sebebleriyle ilgilidir. Onların varlığı herşeyi ifade eder. Herhangi bir konuda ve konumda mabedlerin görsel ifade şekilleri, mimari üslubunun çizimi,  iletişim mecralarına yansımasıyla hasıl olur.  Bir ambleme, bir logoya, bir arma ve sembole ihtiyaç duymazlar.

Dünya görüşü


İstanbul Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nin tamiri ve tadilatıyla ilgili Cumhurbaşkanlığı tarafından bir sunum gerçekleştirildi. Kısa adı AKM olan bu kültür varlığının işlevsel bakımından eskisine göre kat kat fazla ve çağdaş anlayışla tasarlanmış bir bina oluşu bizi heyecenlandırıyor. Eski yapı ön cepesyle çağdaş bir yapı olarak Taksim’deki duruşu fena değildi. Bir nevi eski görsel imajı korunarak eklenen simgesel değer içine yerleştirlen büyük turuncu bir küre. Dikdörtgen biçiminde bu binanın cephesi, çerçeve çerçeve olarak kabul edersek içersinde bir küre ile, bu kültür varlığı, sanat ve estetik açıdan yeni şekliyle, değerli bir görsel  imaja sahip oluyor. Felsefi anlam olarak da küre globalleşen bir dünyayı temsil ediyor demektir. Binanın ön cephesini geometrik değerlerde dikdörtgen kabul edersek, tam da ortasındaki bu küre aynı zamanda yuvasında bir göz olarak bakışı, görselliği, hatta dünya görüşlerini ve  hayata bakışı simgeliyor olabilir. Bu düşünceden yola çıkıldıysa isabetli bir görsel şölen bu sanat harikasında derinlemesine anlam kazanıyor..

Hilal semboldür

Atatürk Kültür Merkezi’nin mimari tasarımında isminin, ambleminin ve logosunun nereye konulacağıyla ilgili bir yer bulamadım doğrusu. Eğer düşünülseydi böyle bir yapının cümle kapısı ve cephesinde mutlaka yapıyla insicamlı bir bölüm mutlaka olacaktı. Koca Sina’nın eserlerine bir bakın, özellikle mabedlerde bir amblem bir logo yoktur. Bu tür binaların işlevsellikleri önemlidir. Genel geçer bütün ümmetin ittifak ettiği ve benmsediği “Hilal” minarelerin ve kubbelerin tepesinde bir alemle İslam temsil edilir. Diğer İslam dışı dinlerin mabedlerinde de aynı durum vardır. Müslümanlıkta yeryüzü mescid hükmündedir. Esas olan mabedin yapısı değil, içinde ibadet eden müslümanların cemaat olmaktan aldıkları feyiz ve birbiriyle ne kadar yardımlaştığı ve kaynaştığıdır. Biz sadece yapının suiletini görür görmez işte bu Sultanahmet Camisi’dir. İşte bu, Çağlayan Adliyesi’dir. İşte bu Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’dir. İşte bu Ayasaofya’dır. İşte bu TBMM’dir diyebilecek, algısı ve olgusuyla bir idrake sahip olamamızdır. Ancak o şuurda bir insan, bir müslüman ve bir vatandaş olarak duyarlı olabiliriz.

Enternasyonal özellik

Atatürk Kültür Merkezi’nde elbette doğudan, batıdan, güneyden,kuzeyden, her türlü kültürden sanattan gösteriler sunulacaktır. Çünkü böyle kültür merkezlerinin ve opera binalarının işlevi globalleşmedir. Böyle bir bina işlevselliğiyle örneğin Sultanbeyli’de olmayıp neden Taksim’dedir!.. Çünkü Taksim bütün yabancıların uğrak yeridir. Bir anlamda böyle bir ihtiyaca cevap verir anlayışıyla AKM Taksim’de bina edilmiştir. Aynı zamanda enternasyonal sanat ve gösteri merkezi oluşuyla da yabancı sanatçı ve toplulukları da bundan böyle bünyesinde ağırlayacaktır.

Herkese yer verilmeli

İnsan olarak farklılıklarımızla birbirimizi kabul ettiğiğimizde toplumdan bir parça oluruz. İnsan ancak hoşgörüsüyle birbiriyle kaynaşır, birbirinin eksiğini ve hatasını giderir. İşte o zaman insan toplumun bir mütemmimi olur. Bu abidevi sanat ve gösteri merkezinde Itri’den Dedeefendi’ye, Hacivat Karagöz’den Nasrettin Hocaya, Keloğlan’dan günümüz İslam ve Türk gösteri sanatçılarının yapıtlarına  kadar yeni bir nefes ve yeni bir formla yer verileceğine inanmak istiyorum. Herkes kendi çöplüğünde ötmesini bilmeli ve herkes kendine göre yoğurt yemesini bilmeli. Herkes kendi inancını, sanatını, kültürünü icra etmeli. Önce söz bize düşmeli  ve işte sanat, işte kültür, işte uygarlık budur demeli.


Mehmet Akyıl

8 Kasım 2017 Çarşamba
Saat: 5:35
İstanbul












8 Ocak 2016 Cuma

Hacivat ve Karagöz Gibi...


Hacivat ile Karagöz birbiriyle arkadaş ve iki kadim dostturlar. Zaman olur birbiriyle tartışır kavga ederler; zaman olur, birbiririyle atışır,  küsüşürler.  Ne Hacivat Karagöz'süz, ne de Karagöz  Hacivatsız asla yapamaz.  Hacivat ileriyi gören, aklını iyi kullanan ve muhakemesini iyi çalıştıran, bir anlamda sorumluluk sahibi  adamdır. Buna karşılık Karagöz ise, biraz duyarsız, gamsız, vurdumduymaz, denileni anlamak istediği gibi anlayan, sorumsuz  hareketleriyle Hacivat'ın tam zıddı bir zattır. 

Hacivat ve Karagöz her ikisi de bu zamana kadar Tük kültüründe yer almışlarsa eğer, bizlere  ibretlik dersler vermelerindendir. Yediden yetmişe hepimiz onların oyunlarını izler, oyunlarından feyz alır, hal ve hareketlerine gülümseriz. 

 Aslında işin esası hayatımızda bizi dengede tutacak karşıt bir fikre, duyguya ve davranışlara belki de  ihtiyacımız vardır. Karşıt fikirli insanlar olarak birbirimizin farklılıklarını bizi pişiren, olgunlaştıran ve  bilinçlendiren birer değer olarak neden görmeyelim!.. Karşımızdaki muhatabımız düşmanımız olsa bile, biz onu  hakikate sımsıkı sarılmamızı sağlayan bir hızımız ve ifademiz olarak görmeliyiz.  Keşke Hacivat ve Karagöz gibi olsak. Karşılıklı tartışsak ve kavga etsek te, tatlı bir rekabet içinde en sonunda hakikat ile buluşsak. Çünkü beyaz siyahla anlaşılır, siyah da beyazla kazanılır.

Profösör

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...