İzleyiciler

gölge oyunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gölge oyunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mayıs 2020 Pazartesi

Can Sıkıntısı


Karagöz bugün yine acaip ve garaip sesler çıkartıyor;
- Vıy vıy vıy vıyyyy!.. - Vıy vıy vıy vıyyyy!..
Hacivat karşı blkondan Karagöz’ün vıylamasını duyar ve  karşıdan bağırarak;
- Karagözüm Karagözüm!.. Vıylayıp durma, nedir senin ıstırabın, merhemin olayım!..
- Her tarafım tutuldu Hacı cavcavım!.. Otud otur, evde kal; yine otur. Tutuldu kollarım ve bacaklarım. Sızlıyor mangal maşalarım.
Hacivat Karagöz’ün bu yakınmalarına karşılık verir.
- Karagözüm hep kanepede, iskemlede oturmakla olmaz. Hanende hareket edeceksin; bir sağa, bir sola dörneceksin.
Karagöz sinirlenerek karşılık verir Hacı Cavcava;
- Ne sağcıyım, ne solcuyum ne de futbolcuyum. Sağa sola da dönmem ben;  asla dönek biri değilim.
Karagöz devam eder konuşmaya;
- Ben döndersem başım dönecek, başım dönerse duvarlar dönecek, masa, iskemle dönecek. Ben de  düşeceğim yere. Sen de bu zavallılığa güleceksin.
Hacivat Karagözü bu sefer ciddi ciddi uyarır;
- İdman yap iki gözüm Karagözüm kasların çalışsın. Demek istediğim bu!... Bütün bunlar evde oturmaktan ve atıl olmaktan.
Karagöz bu sefer baklayı ağzından çıkartır;
- Hacivatım idman yapayım da, sıkıldım hep evde durmaktan!
Hacivat Karagöz’ü radyodan işittiği bir haberi müjdeler.
- Hadi iyisin iyisin Karagözüm; sana bir müjdem var; biz ihtiyarlara haftada bir birkaç saatlik sokağa çıkma müsadesi var. Yürüyüş yapabileceğiz, kaslarımızı çalıştırabileceğiz. Haleti ruhiyemizi tashih edebileceğiz.
Karagöz sevinir bu habere.
- Hacivatım sen çok yaşa!.. Çocuklar gibi sevindirdin beni.  Seni de sevindirsinler emi!..
Hacivat ve Karagöz birlikte sevinirler bir maniyle mola verirler sohbetlerine.
“Özgürlük zaruretten evde kalmaktır. Bazen de özgürlük sokakta nefes almaktır.”

Profösör

Can Sıkıntısı


HACİVAT VE KARAGÖZ

Karagöz bugün yine acaip ve garaip sesler çıkartıyor;
- Vıy vıy vıy vıyyyy!.. - Vıy vıy vıy vıyyyy!..
Hacivat karşı blkondan Karagöz’ün vıylamasını duyar ve  karşıdan bağırarak;
- Karagözüm Karagözüm!.. Vıylayıp durma, nedir senin ıstırabın, merhemin olayım!..
- Her tarafım tutuldu Hacı cavcavım!.. Otud otur, evde kal; yine otur. Tutuldu kollarım ve bacaklarım. Sızlıyor mangal maşalarım.
Hacivat Karagöz’ün bu yakınmalarına karşılık verir.
- Karagözüm hep kanepede, iskemlede oturmakla olmaz. Hanende hareket edeceksin; bir sağa, bir sola dörneceksin.
Karagöz sinirlenerek karşılık verir Hacı Cavcava;
- Ne sağcıyım, ne solcuyum ne de futbolcuyum. Sağa sola da dönmem ben;  asla dönek biri değilim.
Karagöz devam eder konuşmaya;
- Ben döndersem başım dönecek, başım dönerse duvarlar dönecek, masa, iskemle dönecek. Ben de  düşeceğim yere. Sen de bu zavallılığa güleceksin.
Hacivat Karagözü bu sefer ciddi ciddi uyarır;
- İdman yap iki gözüm Karagözüm kasların çalışsın. Demek istediğim bu!... Bütün bunlar evde oturmaktan ve atıl olmaktan.
Karagöz bu sefer baklayı ağzından çıkartır;
- Hacivatım idman yapayım da, sıkıldım hep evde durmaktan!
Hacivat Karagöz’ü radyodan işittiği bir haberi müjdeler.
- Hadi iyisin iyisin Karagözüm; sana bir müjdem var; biz ihtiyarlara haftada bir birkaç saatlik sokağa çıkma müsadesi var. Yürüyüş yapabileceğiz, kaslarımızı çalıştırabileceğiz. Haleti ruhiyemizi tashih edebileceğiz.
Karagöz sevinir bu habere.
- Hacivatım sen çok yaşa!.. Çocuklar gibi sevindirdin beni.  Seni de sevindirsinler emi!..
Hacivat ve Karagöz birlikte sevinirler bir maniyle mola verirler sohbetlerine.
“Özgürlük zaruretten evde kalmaktır. Bazen de özgürlük sokakta nefes almaktır.”

Profösör

7 Aralık 2017 Perşembe

İşte Hakikat... İşte Yalan!..



Çağdaş dediğimiz modern çağ ne yazık ki paçalarından akıyor da hala kendini kirlettiğinin ve kirletildiğinin şuurunda değil. Daha bebeklikte masum beyinlere yerleştirilen, toplar, tüfekler, tanklar, tabancalar, at hırsızları kovboylar çocuklarımızı ruhen tahrip ediyor.   Aç bırakılmış, ruhsuz kalpler ve daha nice akıl budalaları... Çağımızda daha bebek annesinden doğarken masumiyetini yitiriyor. Doktor, elinde neşter doğal bir doğumu yapay bir operasyona dönüştürebiliyor.  Herşey artık maddeyle, parayla pulla, makamla mevkiyle, şan ve şöhretle ölçülüyor. Hani vicdan, hani insanlık, hani maneviyat bunun neresinde!.. Bir zamanlar anne çocuğuna çaputtan oyuncak bebek yapmasını öğretiyordu. Çocuk babasından  ev, araba yapmasını öğreniyor, birlikte  uçurtma uçuruyordu. Bazen saklanbaç oynanır, bazen güreş tutulurdu. Rüzgar gülü pervaneler, kamıştan düdükler, kağıttan kayıklar daha bir çok oyuncaklar.. Çocuklar masum hayaller kurmasını öğreniyordu. Zaman geçti de ne oldu!..  Çağdaş çöplükte çağ dışı yaşamak artık moda oldu.  Oysa bir ışık, ışığın vurduğu delikli bir sepet, deliklerinden süzülen ışıkla efsunlayıcı bir gölge oyunu. Madem ki en büyük ışık güneştir; güneş hakikati temsil ettiğine göre, sepetin ışıkta hareket ettirilmesiyle bir gölge oyunu.  Güneş hakikattir; oynaşan gölge ise bir yalan. Daha bebek çağında hakikati de,  yalanı da öğreniyor insan.!..

Profösör

29 Kasım 2012 Perşembe

Beni Taklit Eden Gölgem


Bizim çocukluğumuzun tek odalı küçük bir evde geçtiğini söyleyebiliriz. Bir odada hem yemek yenir, hem banyo yapılır hem de yatılırdı. Bizim için burası küçük bir yaşam alanıydı. Odanın bir kenarında yüklük dediğimiz, yatak, yorgan, yastıkları üst üste koyduğumuz bir bölüm vardı ki; bu bölüm altlı ve üstlü tahtadan yapılmış, bir nevi burası dolap görevini yerine getiriyordu. Alt kısmında iki adet çeyiz sandığı, yan tarafta çamaşırları katlayarak yerleştirilmiş bir kaç bohçayı bir arada barındırıyordu. Bu bölümün diğer ucunda ise ancak bir insanın zorla oturabilecek kadar hacmi olan, kontrplak tahtadan yapılmış kapısı bulunan bir de banyomuz bulunuyordu. Odanın sağ duvarında asılı bir gaz lambası, diğer duvarında pantolonlar ve ceketler bir çiviyle asılı olurdu. Bir de dikiş kesesi dediğimiz, içinde iğne, iplik, çeşitli düğmeler ve iplik makaraların bulunduğu bir bez torbadan ibaretti. Kapının kenarında bir süpürge, kapı açıldığında önüne kapanmasın diye koyduğumuz bir ağaçtan yapılmış bir de tokmak bulunurdu. Odamızın bir penceresi, ayrıca kanaviçeli, püsküllü, sonradan üzerine yama yapılmış bir de perdesi bulunuyordu.

Bu şartlarda, her türlü yokluğa ve yoksulluğa rağmen okumayı seviyorduk çocukluğumuzda. Okumak büyüklerimize göre iyi insan olmanın yanında, daha iyi imkanlarda bir hayat sürmek gibi algılansa da, biz çocuk olarak hiç nedensiz seviyorduk okumayı. Biz yaşadığımız bu durumdan da memnunduk aslında. Karnımız doyuyor, kardeşlerimizle güreş tutuyor, kavga ediyor, kapışıyor, sonra da barışıyorduk anında. Okumak bizim için, sadece bilinçlenmek değil, belki hakikati içselleştiriyorduk o küçük yaşımızla. Kısıtlı imkanlar içinde bizi olgunlaştırıyor, bizi pişiriyordu yoksulluğumuzla. Gün olur, akşam olur, tek bir yemek pişirilir tencerede. Avludaki teneke levarnadan mutfak olsun diye yapılmış barakada pişerdi yemeklerimiz. Sonra da oturduğumuz odaya geçilir, yer sofrasına oturulur, yemek derin bir sahana konmuştur. Beş nüfus için bir sahan yemek nedir ki; hele yemeğimiz kuru fasulye olursa; ikinci ve üçüncü kez yemek yedeklenerek, karnımızı doyururduk. Biz çocukların kendimize göre beğenip seçtiğimiz kaşıklarımız vardı. Herkes sevdiği kaşıkla yemek yerdi. Yemek yeme adabında en önemli şey başta besmele çekmek, yemek bitiminde de Allah bereket versin demek çok önemliydi. Bunun yanında biz çocuklara herkesin önünden yemesi istenirdi. Her sahan yemek bitiminde annem bir eline lambayı alarak, diğer elinde de boş sahanla avludaki mutfağa gider; biz de o an sofrada, karanlıkta annemizin yemek getirmesini bekleriz. Annemin mutfağa gidiş gelişi ve lambanın hareketiyle bir ışık oyunu başlardı odamızda.. Penceremizi örten, kepeklerin arasından sıyrılarak lambadan gelen ışık hüzmeleri, sanki bize bir hayal oyunu oynamaktadır. Sanki sihirli bir dünya bizim içimizde, oyun içinde oyun, bizimle oynaşmaktadır.

Odanın ortasında kanaviçeden işlenmiş beyaz bir örtüsü bulunan küçücük bir sehpa, sehpanın üstünde, fitiliyle yanan, bize göz kırpan bir gaz lambası ve sehpanın etrafında köşeleri kıvrık kıvrık olmuş, önümüzde bir ödev defteriyle ödevimizi yaparız. Daha ilkokul birinci sınıfta kargacık burgacık yazılmış defterimin kabı gazeteyle kaplıdır. Annem bir taraftan benim derslerimle ilgilenirken bir taraftan da iğne oyası yapmaktadır. Öbür tarafta iki kardeşim birbiriyle didişmekten yorulmuş bir köşede koyun koyuna yatmaktadır. Evde aynamız yoktu bizim ama aynanın ne işe yaradığını biliriz. Bir nevi insanı yansıtan bir sihirbaz gibidir.. Sadece babamın kullandığı, yuvarlak, arkasında horoz resmi bulunan bir cep aynası bulunurdu. Aynaya bakmak sırlar içine dalmak, sırlarla yaşamak demekti. Aynen buna benzer geceleri aydınlanmak için kullandığımız gaz lambasının da aynı işlevle bir görev yaptığını düşündüğüm bile olmuştur benim. Bazen lambanın önünde duvara yansıyan gölgemi bir dev gibi görürdüm. Lambanın önünde bir ben, benim de duvara yansıyan ve beni taklit eden hareketli bir gölgem. Bir sinema perdesi gibi, bütün efsunuyla üzerimde çok etkiliydi. El kol, kafa ve vücut hareketleriyle duvardaki gölgemle oynaşır gibiydim. Gerçekte ben bir cüceyim ama gölgem sanki masallarda öğrendiğim bir dev gibiydi. Bir gaz lambası, beni duvara yansıtarak, beni taklit eden gölgemi bana göstermek suretiyle, bana okumayı ancak bu kadar sevdirebilirdi.

Profösör
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...