İzleyiciler

31 Aralık 2012 Pazartesi

Ben Bir Kurbağayım !..




Bir arkadaşımla iş görüşmesinden sonra yol ayrımına geldiğimizde, selamlaşıp, herkes yoluna devam edecek iken, birden bire arkadaşım dönüp bana "Kurbağa gibi arkamdan bakıyorsun" demez mi!. Kurbağalar nasıl bakar bilmem ama, kurbağaların gözlerinin pırtlak olduğunu bilirim ben. Fakat kurbağalar baktıklarında ne hisseder, ne hissettirir, ancak bu sözü bana söyleyen arkadaşım bilebilir. Belki de bu konuda onun, bizim bilemediğimiz yaşanmışlığı ve birikimleri vardır. Arkasından bu sözün üzerine ayrıntılı olarak düşünmeye başladım. İçi lifllonlu, kışlık, kısa, yeşil bir montum var benim. İçine sadece gömlek giysen bile, üstüne de montu çeksen sıcak tutar insanı, içi hamam gibidir. Kardan kıştan, soğuktan korur insanı. Ben kilo aldıkça, göbeğim çıktıkça, sanki boyumun kısaldığını hissederim. Belki bu halimle su birikintilerinde vıraklayan bir kurbağaya kendimi benzetirim hemen. Bazen kendi kendime dalga geçer, şimşek yağmur isterim. Gölde, suda yüzerim. Pırtlak gözlerimle sağı solu süzerim. Belki de mizah yeteneğim beni terk etmemiştir eskisi gibi, yeni yılda da yazar, çizerim. Bu kurbağa gibi maskot halimle, beni izleyenleri güler, gülümsetirim. 

Yine o günün gecesinde, uykumun derinliklerinde ne rüyalar gördüm ben, ne rüyalar.. Anlatamam. Bu sefer kurbağanın kralıymışım ben. Anlayın artık, bir şaşaa, bir debdebe, âlemlere kaymışım ben. Madem ki kralım; başımda taç olmalı değil mi? Ama başımda bir taç değil de, upuzun bir sarık dolanırmış. Öyle bir sarık ki; dolandıkça dolanıyor, koskoca Kanuni Sultan Süleyman oluyormuşum. Demek ki; kurbağaların ne kralı, ne hükümdarı, ne şahı değil; esasında ben kurbağaların padişahı oluyormuşum. 

Binbir heyecan ve telaşla uyanıyorum ki; ben yine aynı benim. Rüya aleminde başı sarıklı, kurbağaların padişahıydım ya!. Ama uyanınca üzülüyorum. Çünkü ben sıradan bir insan olduğumu düşünüyorum.. Sadece kurbağa gibi bakan bir beni ademim ben. Öyle de olsa, içime bir kurt düşüyor, lavaboya koşuyorum. Alelacele hemen aynaya bakıyorum; "Aman Allah'ım!.." bir de ne göreyim; bir insan iken ben, insandan yemyeşil bir kurbağa dönüşüvermişim hemen!..

Profösör

25 Aralık 2012 Salı

Öhhö.. Öhhö.. Öööhhhhhhööööööööööö!..


Öhhö.. Öhhö.. Öööhhhhhhööööööööööö!.. Affedersiniz; Bu bir kuru öksürük.. Öksürdükçe peşi peşine öksürürsünüz. Sanki ciğerleriniz yerinden sökülür gibi olur. Öksürdükçe de öksürme isteğiniz daha da artar, daha da ilerler. Boğuluncaya kadar öksürük sürer gider. Bu meret öksürüğe her insan, hayatında mutlaka bir kaç kez yakalanmıştır. Nedense doktora gitmek istemezsiniz. Oysa doktorun vereceği hap ve şuruplarla rahat edeceğiniz kesin olmakla birlikte, belki de doktora gitmeden evde bu rahatsızlığı keyif yaparak atlatmak istersiniz. Üşütmüşsünüzdür. Göğüsleriniz acır, sanki cam kırıkları batıyor; rahat nefes almakta güçlük çekiyorsunuzdur. Sırtınızdan sanki bıçak saplanmıştır; sırt kaslarınız kaskatı kesilmiş, tutulmuşunuzdur.

Öhhö.. Öhhö.. Öööhhhhhhööööööööööö!.. Aynı zamanda bu meret öksürük balgam da çıkarttırır. İkide bir lavaboya giderek burnunuzu, genzinizi ve boğazınızı temizleseniz de, yatağınıza döner dönmez tekrar balgamdan rahatsızlık duyarsınız; gönlünüz kalkar öğürmeye, böğürmeye başlarsınız. Demek ki; kötü bir üşütme sonucu çekilmez bir insan ve asabi olmuşsunuzdur. Ocakta bir demlik nane limon kaynar, ya da sıcak sıcak bol limonlu ıhlamur veya ada çayı içersiniz. Bu arada arkalarınıza kupa yakılsın, itinayla kupa çekilsin istersiniz. Arkasından zeytinyağı ve ispirto ile masaj yapılıp, vücudun iyice ovulsun istersin. Velhasıl her hasta olan insan gibi, baştanbaşa ilgi ister, alaka ister, sevgi, şefkat istersiniz. Sonra da bütün bu seanslar biter bitmez, terleyip, vücuttan toksinlerin atılması, dim dik ayağa kalmak için, bir güzel yorganı başınızdan yukarıya çeker yatağa gömülürsünüz.

Öhhö.. Öhhö.. Öööhhhhhhööööööööööö!.. Aslında bu insafsız öksürükten kurtulmanın bir çok yolu ve metodu vardır. Ya doktora gider, ilaç alır kullanırsınız, ya da evde geleneklerden gelen tedavi şekillerini uygulanması için etraftan özel ilgi ve alaka beklersiniz. Dikkatsizlikten, geçer diye nemelazımlıktan dolayı üşütmüş olsanız da, eninde sonunda bir şekilde iyileşip, eski sağlığına kavuşursunuz. Ama öyle rahatsızlıklar vardır ki; bundan kurtulmanız asla mümkün değildir. Debelendikçe debelenirsiniz; battıkça da batarsınız. İnanç ve umudunu yitirmemek kaydıyla her ne derde düştüyseniz, her ne zaafınız varsa, her ne musibete uğradıysanız, üşütmenin ve hasta olmanın belirtisi nasıl öksürükse eğer, buna rağmen nefes alabiliyorsanız, nefes almanın şükrü de hayata tutunmanızdır. Bütün bu dertlerden kurtuluşun sihirli formülü inanç ve umuttur. En zor anlarımızda, bütün duvarlar üzerimize üzerimize geldiği durumlarda, yalnızlığımızın içinde kaybolup, boğulduğumuzda bile yegane kurtuluş, Allah'a en yakin olmanızdır.

Profösör

22 Aralık 2012 Cumartesi

Kargaları Güldürmeyelim

Kuşların içinde karganın yeri çok ayrıdır. Hayvanlar içinde tilki ne kadar kurnaz ise, karga da o kadar akıllıdır diyebiliriz. Kargaları köyde, tarlada, bahçede görsek de şehirlerde de kargayı görmek çok mümkündür. Bazen apartman bahçesine gelir, serçelerle birlikte yiyecek ararlar. Ağaçlardan düşen meyvelerin çekirdeğine varana kadar, attığımız ekmek kırıntılarından da nasibini alıp giderler. Bir cevizi yükseklerden gagasından bırakarak, bahçedeki parke taşlarına bilinçli bir düşürme yapıp, kabuk içindeki nüveye ulaşmaya çalışırlar. Bu akıllıca eyleme cevizin kırılmasına kadar ısrar ederler.

"Şu yaptığını kargalar görse katıla katıla gülerler" sözü, akıllı ol demektir. Bir karga kadar bile aklın yok senin demektir. Kahvaltı etmeden sabah kalktığımızda eğer balkona çıkıp etrafa bir göz atmak istersek, kara kargalardan bir kaçını görebiliriz. Onlar sabah sabah bulduğu yiyeceklerin bir kısmını yaprakların altına saklamayı da bilir ki; başkaları yiyecek tanelerini toplamasın isterler. Daha sonra da ihtiyaç duydukça, sakladıkları yerlerden çekirdekleri alarak yuvalarına götürürler.

Kargalar inatçıdır da, yapacakları işler için plan program da yaparlar. Apartman balkonunda işine yarayacak dişine göre birşeyler görseler, hemen onu oradan almadan gitmezler. Önce bir gözetleme yaparak; sonra da, bir hamlede almak istediği şeyi gagasıyla alarak, süratli bir şekilde oradan uçarak uzaklaşırlar. Günlerden bir gün, üstümüzdeki komşu hırsızlardan korumak amacıyla bileziklerini siyah bir çorap içine koyduktan sonra, balkondaki dolabın üzerine koymuşlar. Bir karga da bunu farketmiş. Belki de uzaktan dikkatini çekmiş olabilir. Balkonda kimsenin olmadığı bir zamanda onu oradan alarak uzaklaşmak isterken, gagasıyla taşıdığı şeyin ağırlığından olacak ki, bahçeye düşürmüştü. Biz de balkonda kahvaltı yaparken olaya şahit olduk. Yere düşen bir objenin metalik hoş sesler çıkardığını işitince, iyice merakımız artmakla birlikte, bahçeye çıkıp gökten düşen bu nesnenin siyah bir çorap, içinde de, beş adet altın bileziğin olduğunu görünce, hayretlere düştük. Bu sahipsiz emanetin mutlaka bir sahibi olabileceğini düşünerek, emniyetli bir yere sakladık. Üstümüzdeki komşu bileziklerin yokluğunu ancak bir ay sonra farkettiğinde bileziklerinin kaybolduğunu, bütün apartman sakinlerine duyurur. Bilezikler çorabın içinde ve bizde emniyet içinde durmaktadır. Bu olay bir ders niteliğinde olup, hatırlandıkça da tebessüm ederiz. Bazen kıymetli eşyalarımızı akleder saklarız ama, bizden de akıllı kargalar bunu takip edip, bizim aklımızın önüne geçebilirler. Akıllı olalım. Aklımızı iyi kullanalım. Kargaları arkamızdan güldürmeyelim.

Profösör

19 Aralık 2012 Çarşamba

Köpeklerin Vicdan Muhasebesi


Akşam karanlığında bir adam, iş yerinden bir elinde çantası, diğer elinde kedi ve köpeğine çarşıdan aldığı ve içinde hayvan maması bulunan bir poşetle evine dönerken, kentin gürültüsünden, kirliliğinden, yorgunluğundan kaçarcasına adımlarını hızlı hızlı atarak, onu sarıp sarmalayacak, huzur ve mutluluk bulduğu sıcak yuvasına bir an önce kavuşmak istemektedir. Onu eşi ve iki çocuğuyla birlikte evin diğer iki üyesi karabaş ve tekir de, bu adamın gelişini sabırsızca ve heyecanla beklemektedirler. Ne var ki; hiç bir zaman, nedense bir türlü lambaları yanmayan bir alt geçitten geçmek üzereyken karşısına üç serseri çıkar. Serseriler sırıtarak ve dişlerini göstererek adamcağıza saldırıp, elindeki çantayı almak isterken, bir boğuşma yaşanır. Adamcağız kendini korumak ister ama bir türlü bunu başaramaz. O tek başına mücadele ederken, karşı taraf üç kişidir. Adamcağız kendisini savunamaz, ancak "İmdaaat!" diye bağırsa da, yoldan geçen hiç bir insan dönüp de o yana bakmaz bile. Herkes yoluna devam eder. Demek ki burada adam bile öldürseler, kimse gıkını çıkartmayacak derecede insanlık ölmüştür. Herkes kendini düşünür ve gemisini kurtaran kaptandır. Birgün kendi başlarına da bu tür olayların gelebileceğini hiç düşünmezler. Böyle bir durumda da insani ve vicdani bir sorumluluk da duymazlar.

Hunharca saldıran üç kişinin karşısında adamcağız yere düşer düşmez, nereden geldiği bilinmeyen üç sokak köpeği, bütün gücüyle saldırganların üzerine atlar. Saldırganlar yere düşen adamı bile görmezler, üç köpek üç saldırganı yere yatırmış haklamaktadır. Bu saldırganlara yoldan geçen sorumsuz insanların vermesi gereken dersi, sokak köpekleri hiçbir karşılık beklemeden insanlık adına iyi bir ders vermişlerdir. Saldırganlar köpeklerden kurtulur kurtulmaz tabanları yağlayıp, arkasına bile bakmadan olay yerinden kaçmayı kendileri için bir kurtuluş saymışlardır. Saldırıya uğrayıp da, sokak köpekleri tarafından saldırganların elinden kurtulan adamcağız kendine geldiğinde, kaygısızca yoldan geçenler için bir ah çeker. "Bir köpek kadar insanlarda fikir yok, muhakeme yok, sorumluluk duygusu yok. Duygu yok. Vicdanın lügatlarda yeri bile yok." diyerek evdeki hayvanları için çarşıdan aldığı, torbasında bulunan mamaları "Kime niyet kime kısmet" deyip, sokak köpeklerine pay ederek, onlara teşekkür borcunu yerine getirir.

İnsanlar birbiri için var olduklarını acaba ne zaman öğrenecekler!. Oysa hayvanlar bile bunun farkında ve bunun bilincindedir. Amerika'da bir metroda adam kesseler kimsenin kılı kıpırdamamaktadır. Bu çağda insanın insana karşı sevgisi, şefkati ve merhameti artık kalmamıştır. Oysa okyanuslarda balinalar nedeni bilinmeyen bir doğa olayı karşısında, sahile vursa, bütün insanlık onların kurtulması, sıkıntılarının giderilmesi ve tekrar okyanusta hayat bulmaları için ayağa kalkmaktadır. Onlar için bütün dünyada seferberlik bile ilan edilmektedir. İnsanlık önce kendi varlığı, kendi onuru ve vicdanı için kendini hesaba çekmelidir. Çünkü hayvanlar kendilerine zarar verilmedikçe, insanlara hiç bir kötülüğü olmamaktadır. Onlar da insanın insana yaptığı kötülüğü bir türlü akıl erdirememektedir. İnsanlarda olmayan köpeklerin bu sorumluluk duygusu vicdanidir. Ancak bu bir vicdan muhasebesidir.

Profösör

11 Aralık 2012 Salı

Zıt Kutuplar


New York dünyanın şatafatına kapıldığı bir simülasyon merkezidir. Caddeler, gökdelenler, mağazalar, alışveriş merkezleri, dünyanın her bir yerinden, beyazından, zencisine, sarısından melezine kadar her ırktan, her anlayıştan bin bir çeşit insanın bir arada yaşadığı dev bir şehirdir. Bu şehirde mutluluk hiçbir megapolde görülmeyecek kadar imitasyondur. Bir taraftan Las Vegas gibi kumarın, barın, pavyonun ışıklı animasyonlar içinde kaybolanların bir eğlence kenti olmakla birlikte, New York'la dirsek teması halindedir. Hollywood gibi sanat erbabının, elit ve imtiyazlı sınıfların kurtlarını döktüğü, hayatım romandır dedirten filim sanayinin birer mezesi haline getirildiği kenti de eklersek, Amerika sanki bir rüyalar ülkesidir. 

Oysa zenginlerin, malikânelerinde som altından yapılmış tuvaletlerine kadar, varlıklarını sergilediği, imtiyazlı sınıfın sahte gülüş ve kahkahalarından nasıl birer kalpsiz canavar olduklarını anlayabilirsiniz. Son model şahsa özel imal edilen otomobiller içinde kurularak, caddedeki çöp konteynerinden, karnını doyurmak için yiyecek arayan bir sokak adamının düşkünlüğünü küçümseyici gözlerle süzerek baktığını daşahit olabilirsiniz. Amerika başlıbaşına  zıt kutupların ülkesidir. Bir tarafta depdepe ve zulüm sürerken bir tarafta, çerden çöpten yapılmış  barınaklar, mukavva kutular içinde geceleyen insanlar. Bir tarafta aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyen goril gibi göbekli ağzı purolu ayılar.. Bir tarafta sevgi, şefkat, merhamet görmemiş nice aç, sefil insanların oluşturduğu kalabalıklar.

Ataları afrikadan zorla getirilmiş bir zencinin, tekerlekli yapma bir çöp toplama çuvalını taşımakta olduğunu görürseniz eğer, mutlaka kulağında bir kulaklık bulabilirsiniz. Kölelik yaptıkları efendilerine protesto etmek için yakılan şarkılar dinlenmektedir. Cazın zenci ustaları cazı icra ederken, imtiyazlı sınıf dediğimiz efendiler, hiç utanmadan zencilerin bu müziğini de çalıp, kendileri için bir eğlence unsuru haline getirmişlerdir. Ne yazık ki dünyanın her yerinde bir iyiler bir de kötüler vardır. Bob çöp toplayan bir zencidir. Bir barakada yaşamaktadır. O beyaz bir kadına aşıktır. Beyaz kadın da bir başkasına aşıktır. Bob O'na bir türlü ulaşamamaktadır. Kendi içinde yanıp kavrulmaktadır. Kulağında da bir kulaklık, dudakları bir aşk şarkısını mırıldanmaktadır.

Profösör

10 Aralık 2012 Pazartesi

Bir Elma İki Şak Olursa


Bir kırmızı elma değil miydi Adem'i baştan çıkartan. Yasak meyveden bir ısırık almak  değil miydi Adem'i cennetten kovdurtan. Deveyi hendekten atlatan bir tutam ot gibi, bir kuru yaprağı uçurumun kenarına iten bir rüzgar gibi, iradesiz adım atmanın bedeli değil miydi dünyaya gelmek.. Bir bebeğin nedensiz ağlaması kadar masum değil miydi duygularımız. Aşkın meyvesi değil miydi çocuklarımız. Kaç kere yemin ettik; hesaplı, kitaplı düşüncelerimize yenildik. Bir düşünce ki, düşünceler içndeki düşünceye düşüverirsin. Bir duygu ki binbir dehliz içinde, bir kurtuluş reçetesiyle çıkıverirsin. 

Kırmızı bir elmayı iki şak ediyorsak eğer, yarısı sana, yarısı bana diyorsak eğer, bir kıssadan bin hisse alıyorsak eğer, şanslıyız demektir.

Profösör

6 Aralık 2012 Perşembe

Bir Damla Gözyaşı


Bir damla gözyaşı binlerce masum canın karşılığıdır. Binlerce masum canın akan kanı, bir masum kızın gözyaşıdır. İnsanlık sınav verecekse eğer, topuyla tüfeğiyle, tankıyla, uçağıyla değil, vicdanıyla olacaktır. İnsanlık kurtuluşa erecekse eğer, savaş füzeleri, atom bombalarıyla değil, yüreğinde atan sevgi, şefkat merhametle olacaktır. Eğer Filistin’de, Gazze'de bir kız çocuğu ağlıyorsa eğer; hiç kuşkunuz olmasın; o bir Leyla Halid'dir.

Profösör
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...