
Oysa insanlar birbirleriyle bakışlarıyla, duruşlarıyle, susmalarıyle bile anlaşabilir; yeter ki karşıdaki insanın anlaşmaya gönlü olsun. Bir bakış herşeyi anlatabilir. Bir parmak sallayış, bir el kol hareketi herşeyi izah edebilir. Anlamak ve anlaşılmak sadece doğru cümle kurmakla da olmaz. Kullanılan dilin bütün grameriyle birlikte edebiyat yapmakla da anlaşıldığını zannetmek insanı yanıltabilir. Önemli olan bizim anlattığımızın ötesinde de karşımızdaki kişinin bizim anlattıklarımızdan neyi ve nasıl anladığıdır. Daha doğrusu bizim nasıl anlaşıldığımızdır.
Harfler, kelimeler, kavramlar birbiri için vardır. Bir şeyi yazmak, bir şeyi konuşmak ve bir şeşi karşımızdakine anlatmaktan maksat; açık ya da gizli olarak karşımızdakinden bir şeyin talebidir. Bu talep, yazma ve konuşma biçiminde olsa da, bazen bir bakışla, bir duruşla ve bir tavıralışla etkin bir anlatım biçimine dönüşmektedir. Harflerle, kelimelerle, kavramlarlarla ve cümlelerle izah edemediğimiz bir isteğimlizi, susarak ve boyun bükerek de yerine getirebiliriz. Karşımızdaki kişi bizi anlamaktan yoksunsa, karşımıza mutlaka bu lisanı anlayan vicdan sahibi bir kimse çıkacaktır.
Biz birbirimizi gönül lisanıyle anlarız. Kurduğumuz cümleler istediğimiz şeyleri gramer olarak yansıtmasa da "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" demektir. Dünyanın bütün dillerini bir tarafa bırakalım, istersek birbirimizle kuş dili kullanalım. Her ne dili kullanırsak kullanalım ancak gönül dili kullanalım. Bizi hiç bir kimse anlamıyorsa eğer, bizi anlayan mutlaka "Bir"i var. Çünkü gönül dili kalpten duayla başlar. Kalpten söylenen bir söz, kalpten yazılan bir mektup, hiç konuşmadan, susup boyun büküş ve duada duruş, bir gönül lisanıdır. Ancak aynı lisanı konuşanlar birbirini anlayanlar ve birbiri tarafından anlaşılanlardır.
Profösör