Bizim geleneklerimizde önemli günlerin yeri çok değerledir. Özellikle dini bayramlarımızda küçükler büyükleri ziyaret edip gönüllerini alırken, bunun tam tersi büyükler de zaman zaman çocuklarının yaşadıkları yerleri ve durumlarını öğrenmek ve onlara maddi ve manevi desteklerini esirgememek için çocuklarına ziyarete gelirler. Bu anlayış hala devam etmektedirler. Bir dönem dini bayramlar yaz aylarına tekabül ettiği için, yaz tatillerinde bayram ziyaretleri ne yazık ki ihmal edilmektedir. Biz de gidemediğimiz ziyaretlerin telafisi için, memleketimize gitmeye karar verdik.. Zaten havalar ısınmaya başlar başlamaz annemde de bir köye gitme isteği depreşir. Orası, burası ağrır.. Ihıldar, sızıldar.. "Haydin artık beni köye kim götürüp bırakacaksa bıraksın.. Sıkıldım artık buradan" demek istediğini anlarız. Bu yaşa kadar araba kullanma merakım olmadığından en küçük kardeşimin kaptanlığında hep birlikte akşamın sekizinde İzmir'e hareket ettik.
Sabah namaz vaktinde köyümüzdeki evimizin kapısına dayandık. İçimi garip bir duygu kapladı. Evimiz bir dere kenarıydı, ama derede bir gram su yoktu. Yaz geldi mi bizim oturduğumuz küçük bahçedeki evimizde, sıcaktan durulmuyordu. Hele akmayan "Manda" deresindeki taşlıkların harareti evimize vuruyordu. Fakat sabahın serinliğini hissedilince, bir anda içimi sükûnet ve huzur kaplamıştı. Kapıyı açtık, içeriye girer girmez pencereleri açarak iki oda bir ara holden oluşan evimizi havalandırdık. Hepimiz bir yol yorgunluğu uykusundan sonra kardeşim ve annemle ilk resmimizi fotoğraf makinemize kaydetmiş olduk.
Evimiz köyümüzün en sonunda bulunmaktadır. Geceleyin Aydın dağlarından gelen esinti, evimizin bulunduğu doğal koridorda, serinletici bir klima etkisi yapmaktadır. Geceleri sabaha kadar oturarak keyif çatabilirsiniz. Köyümüzün karanlığı bile aydınlığı kadar güzeldir. Yeter ki gökyüzünde bir mehtap bir de yıldızları olsun.
Bir taraftan köyümüzdeki yakınlarımızla görüşürken, bir taraftan da köyümüzün dışındaki yakın yerlere de ziyaretler ediyorduk. Bunlardan biri de Birgi kasabasıydı. Burası Ödemiş'e bağlı bir kasaba.. Meşhur âlim İmam Birgivi hazretlerinin ismiyle ün kazanmış bir kasaba. .Burayı ziyaret ettiğimden dolayı da çok mutlu oldum. Cami avlusu bahçesinden bir manzaraya dahil olarak, burada da bir hatıramız olsun istedim.
Bu arada Birgi kasabasında bulunan evlerin hepsi tarihi eser olduğu için UNESCO’ nun fonlarından yararlanılarak bir bir restorasyon görmüş. Bütün kasaba büyüleyici bir manzara içinde bize misafirperverlik gösterdi. Birgi'nin biraz yüksek yerde olması, havasıyla, suyuyla ve otantik yapısıyla bizi de etki alanına almaya yetmişti. Bu kasabaya sadece İzmir ve civarından değil, Türkiye'nin her yerinden, hatta dünya ülkelerinden ziyaretçileri eksik olmuyordu.
En sonunda bu kasabadan ayrılmadan büyük âlim İmam Birgivi hazretlerinin kabrini ziyaret ederek, bu yüce zatın insanlığa, ilim ve irfana yaptığı hizmetlerinden dolayı teşekkür ettik. Kabri başında bu vesileyle bu büyük zatın hürmetine bütün dostlarım için dualarda bulundum. Tek tek adlarını zikrettiğim dostlarımın bu ziyaretten de nasibdar olmalarını canı gönülden istedim. Bu resmim ise, belki bir hüzün yansıtsa da yüz ifadem, belki de bir mahcubiyetin ifadesidir. "Bana bir harf öğretenin kölesi olurum" sözünün bir yansıması olarak bu büyük âlimden ders gören, ilim irfan gören bütün öğrencilerine de şükranda bulundum. Ben de bir fakir öğrenci olarak, bu büyük hoca ve alimin ancak türabı olabilirdim.. Hatta türbedarı olurum. Bu duygularla, Birgivi hazretlerine huzurunda selam vererek veda ettik.
Dünyaca ünlü Tire pazarını dolaştıktan sonra, Tire'nin yamaçlarında bulunan "Dere kahve" mevkiine uğradık. Burası nefis bir dinlenme yeriydi. Derenin iki tarafı, butik çay ocakları, kıraathaneler ve oturma yerleriyle misafirlerini ağırlıyordu. Otantik bir yer sayılan bu tarihi mekân, Tire'nin bundan önceki belediye başkanlığını yapan kardeşimiz "Sıtkı İçelli" nin unutulmayacak çalışmalarıyla kazandırıldığını hatırlatmak isterim. O'na gönülden teşekkür ediyoruz
Susayınca su içilir ya; ben de eski bir yapının taş duvarından gelen ve suyunu küçük bir yalağa akıtan musluktan su içmenin zevkini tattım. Bir taraftan su içerken bir taraftan da aklıma gelen şu cümleler dudaklarımdan dökülüverdi. "Bak bu çeşmenin su içecek tası yok.. Kalpleri kırmayalım yapacak ustası yok" .. Sonra da kitabesi bile bulunmayan bu adsız çeşmenin banisine bu hayratı için dualar edip, teşekkürde bulundum..
Böyle büyüleyici ve otantik mekânın da gizemli sahipleri olduğunu da söyleyebilirim. Adsız bir çeşme olabileceği gibi. Bu ortamda kimsenin adını ve sadını bilemediği adsız bir zatı muhteremle tanışma şerefine nail oldum. Bu bilinmeyen adsız adam bir meczubdu. Nasıl ve nerede cezbeye kapıldı bilinmez ama ben bu zatın cezbesine kapıldım diyebilirim. Cebimden bir kâğıt para çıkarıp vermek istedim. O kâğıt parayı almayıp, bana kendi cebinden çıkardığı küçük bir madeni para gösterdi. Bu paranın değeri on kuruştan ibaretti. Cebimde on kuruşum bulunmadığından kendisine bir lira uzatarak ve bu bir lirayı almasını razı ettikten sonra bu otantik yer olan "Dere kahve" mevkiinden ayrılmış olduk.
Zaman su gibi akıp geçti. Bir hafta ne çabuk geçti anlayamadık ama, dolu dolu bir seyahat yaptığımız için hepimiz mutlu olduk. Bu arada Tire pazarı ve diğer yerlerden teknik sorunlardan dolayı fotoğraf alamasak da, bu paylaşımlarımızı paylaşmak istedik. Dönüş yolculuğumuz da Tire'nin Salı pazarından aldığımız organik doğal ürünleri aracımıza yükledikten sonra başlamış oldu.. İstanbul’a dönüş yolculuğunda bir ara ana yoldan saparak, bir göl kenarında mola verme şansını yakaladık. Böylece dönüş yolculuğumuz huzur ve mutlulukla tamamlanmış oldu.
"Profösör"