Hepimiz çağdaş dünyanın insanları olarak bir çeşit ruh hastalığına yakalanma potansiyeline sahibiz. Çağdaş insanın yaşadığı bu dünyadaki iklimin doğal olmadığını düşünüyorum. Yaşadığımız hayat; doğallık olmayınca da tasavvur ettiğimiz hayat da, sanki sırtımızda bir kambur gibi durmaktadır.
İnsan ruh ve beden olarak, bir hamur gibi yoğrulmuştur. İnsan ana rahminde şekillenmesini tamamladıktan sonra, doğumla birlikte dünyaya gelişi bir varoluş gerçeğidir. Yaratılış ve fıtrat gereği, ancak maddi ve manevi değerlerin bir arada bulunmasıyla ve birbirini tamamlamasıyla, en tabii, yaşam hakkını elde edebileceğine inanıyorum.
İnsan tabiatına aykırı olarak, bir yaşam felsefesi oluşturuyorsa ve bu felsefe etrafında hayat sürüyorsa, potansiyel bir ruh hastası adaylığını da sürdürüyor demektir. İnsan duygusuyla, düşüncesiyle ve davranışlarıyla, kendisine yabancıl olduğu gibi, etrafına da olumsuzluk olarak yansıtacaktır. Başta inandığı değerlere karşı ters düşecektir. İnandığı değerlere ters düşmek demek, iyiyi, kötüden, güzeli çirkinden ve doğruyu yanlıştan ayırt edebileceği yeteneğini kaybedecek demektir. İman başlı başına en temel değerdir. İman varsa, amel peşinden gelmelidir. İman yoksa o kişide amel aranması da eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. O halde neye, nasıl inandığımızı iyi bilmemiz ve imanımızı her fırsatta kontrol altında tutmalıyız. Asla umutsuzluğa kapılmamalıyız. Yaşadığımız bu dünyada ve bu sosyal hayatta herkes birbirinin aynası durumundadır. Üzüm üzüme baka baka karardığına göre, insanlar da birbirine görerek, bir anlamda, hep birlikte bir yaşam felsefesi oluştururlar. Hayata bakışı da bir zihniyet olarak düşüncelerini ve duygularını etkilediği gibi, davranışlarını da belirler. Herkesin bir kaygısı varsa onun da kaygısı vardır. Herkesin üzüntüsü ve ıstırabı varsa onun da üzüntüsü ve ıstırabı kaçınılmazdır. Sürü misali, herkes uçuruma gidiyorsa, o da sürünün peşine takılır, uçuruma düşmesi artık onun bir kaderidir. Bu dünya ona göre "Böyle gelmiş böyle gider" sözünün bir yansımasıdır. Böylece bir kısır döngü içinde ömrünü tüketir.
İnsan yaşadığı basit bir fiziki hastalığında bile, gripte olduğu gibi yatağa düşebilir. Eğer o kişi yalnız bir insansa, bir su vereni yanında yoksa yalnızlığı bütün hücrelerine kadar hisseder. Böyle bir insan bunalıma girebilir. Travmalar yaşayabilir. Her fiziki hastalığın mutlaka bir ruhsal boyutu vardır. Bunun gibi, her yapılan kötülüğün, çirkinliğin ve yanlışlığın insana getirebileceği ruhsal bir hastalık vardır. Sağlıklı olmanın fiziki boyutları canlılık, hareketlilik olduğu gibi, ruhsal boyutları da, huzur ve mutluluktur. Hastalıklı olmanın fiziki boyutları, bitkinlik durgunluk olabildiği gibi, hastalıklı olmanın ruhi boyutu da yalnızlık, umutsuzluk ve birbiri içine girmiş müzmin travmalar, panik ataklardır.
Sağlıklı yaşamanın en temel şartı, inanç değerlerinin hakkıyla yerine getirilmesidir. İnancımız başta yapaylıktan uzak bir fıtri hayatı tavsiye eder. İnsanın fiziki ve ruhi rahatsızlıklara yakalanmaması için disiplinli bir hayat tarzı sunar. İyi düşünüp akletmemizi ister. Her değere sadece kafa gözüyle değil, aynı zamanda kalp gözüyle bakmamızı sağlar. Felaha ermemiz ve kurtulmamız ancak buna bağlıdır. Yoksa insanlık karamsar bir dünyanın iğneli fıçılarında asla iflahı mümkün olamaz. Nitekim çağdaş dünyanın da en büyük rahatsızlığı ruhi bunalım değil midir?
Profösör