Bir zamanlar, klasik bir anlatımla tarif etmek gerekirse siyasi kulvar iki ana damar üzerinden ifade ediliyordu. Bu durumda işverenden yana, sömürüden yana olursanız sağcı, işçiden yana, emekten yana olursanız solcu kavramlarının içinde kendinizi buluyordunuz. Daha doğrusu işçi kesimi çok çalıştırılan, sosyal hakları olmayan, alın teri gasp edilen, hakları çiğnenen bir kesim olarak meydanlarda sesini yükseltiyordu. Bütün solcular kapitalizm ve liberalizme karşıydılar. Her fırsatta da işçiler mitingler, yürüyüşler, grevler yapıyor, hak arayışı içinde bulunuyorlardı. Öte yandan işverenler anlaşma sağlamak için işci temsilcileri ve işçi sendikalarıyla masaya oturuyorlardı. Bazı patronlar gerekirse lokavt yapıyor, hatta fabrikasını işletmeye kapatanlar bile oluyordu. İşçilerin meydanlardaki sloganları "Kahrolsun kapitalizim, kahrolsun sömürü düzeni, kahrolsun patronlar, yaşasın işçi sınıfı" temasını işlese de bir kısır döngü içinde oldukları apaçık belliydi. Oysa işci işverene, işveren de işçisine gereksinim duyuyordu. Ancak üretimin ve ekmek kavgasının bu şekilde bir düzen içinde olması işin doğası gereğiydi.
Aslına bakarsanız işçi ve işveren birbirine muhtaçtır. Sağ ve solun birbiri üzerinde hakları vardır. Sağ ve sol birbirine girmiştir. İkisi de birbiri için olmassa olmazlarıdır. Bu açıdan da, siyaseti sadece sağ ve sol üzerinden okumanın yanlışlığını hala farkedemeyen siyasilerin, aydınların, yazarların olduğunu söylememiz gerekir. Önemli olan üretim, hakça paylaşma, adalet ve kalkınma olmalıdır. İnsan haklarının her anlamda korunması volmalıdır. Özgürlük ve demokrasi kültürünün yeyermesi ve kendi doğal mecrasına evrilmesi olmalıdır. Ne yazık ki değişimci ve devrimci olduğunu söyleyen bugünkü sol statükoyu, ulusalcılığı ve eski Türkiye'yi savunuyor. Bugünkü sağ da statükoyu zorlayan bir zihniyet devrimi yapma yerine, insan hak ve özgürlüklerinden yana tavır alma yerine, millete rağmen kendisini sol jargonuyla işbirliği yapmaya zorluyor. Şuurlu bir toplum olma mefkuresine sahip olanlar, başta ahlak ve maneviyatın hüküm sürdüğü, israfın, ayrımcılığın, yoksulluğun, yolsuzluğun, işsizliğin, kimsesizliğin olmadığı gayrimeşruluğu ortadan kaldıracak, toplumu birbirine kaynaştıracak bir anayasayla ehliyet ve liyakat sahibi idarecilerin işbaşında olduğu bir ülke hayal ederler. Bu mefkurenin gerçekleşmesi ütopya değildir. Artık dünyada da sağ ve sol yoktur ve değerini kaybetmiştir. Sağ ve sol kavramlarının ve eksenlerinin dışında başka kavramlar ve eksenlerin varlığını keşfetmemiz gerekir. Bu yol hak hukuk üzerine kurulu, sürü mantığının olmadığı, bir kişinin ve hatta bir varlığın hakkını bile koruyan adil bir düzen olmalıdır.
Türkiye'de 28 Şubat vesayet rejiminin yaptığı zulümlere karşı, verilen mücadele sağ ve sol mücadelesi değildir. Oligarşik yapının millete ve onun değerlerine tepeden bakışının bir yıkılışıdır. Tabuların yerle bir oluşudur. Vesayet rejimi aynen rusların folklorik ve otantik bebeği matruşka gibi iç içedir. Her taşın altından bir vesayet, bir lobi ve parelel yapılar, örgütler çıkmaktadır. Onun için vesayeti sadece askerle ilişkilendirilmemelidir. Darbeci vesayet siyasetin, yargının, emniyetin, eğitim gibi devletin bütün kurumlarında olabileceği gibi, sivil insiyatifin içinde, iş adamlarının, derneklerin, platform ve oluşumların da olduğunu göz ardı edemeyiz. Yaptığımız bu projeksiyon bize sağ ve sol kavramılarının anlamını yitirdiğini göstermektedir. Bunun yerine kavram olarak bundan sonra "Hak ve Batıl" dan söz etmemiz gerekecektir.
Profösör
1 yorum:
Merhaba ben geldim hocam, yazılarını özlemişim, burayı özlemişim herşeyi fazlasıyla.. Görüşmek üzere;
-Vesselam....
Yorum Gönder