Fıtratımız gereği doğuştan masumiyetimizle dünyaya geliriz.
Nötür bir zihin ve bellekle kendimiz, içinde yaşadığımız dünya ve kayıtsız
şartsız kabul ettiğimiz değerlerle karşı karşıya kalırız. Bulunduğumuz yerin ve
zamanın değerleriyle hemen bir kalıba sokuluruz. Bu kalıp bir zihniyet, bir
anlayış ve sosyal bir algı olarak zihnimizde iyi, ya da kötü, güzel ya da
çirkin, doğru ya da yanlış olarak şekillendirilmektedir. Herşeyiyle başta bizi
doğuran annelerimiz tarafından ve ailemizin değer yargıları içinde gelişmemiz
öngörülmektedir. Buna, sosyal hayatın getirdiği zorunluluklar da eklenince,
sosyal algının başlıca muhatabı oluveririz. Duygularımız, düşüncelerimiz,
hayallerimiz, umutlarımız, daha önceden hazırlanmış, belki de kendi özümüzü hiç
yansıtmayan birer kalıplar halinde üzerimize giydirilmiş, istenmeyen
kıyafetleri taşımak zorunda kalırız. Aslında "Ben" olmadan
"Biz" oluşturmanın ve bir sürü psikolojisi içine toplumda yerimizi
alıveririz.
Oysa biz, önce birer birey olmalıyız. Toplum içinde her
birimiz mümeyyiz bir vasfa sahip olabilmeliyiz. Değersiz, yapay kalabalıklar
değil, kalabalıkları oluşturan her bir bireyin, apayrı birer değeri olan
bireylerin oluşturduğu bilinçli bir toplum olabilmeliyiz. Her birimizin
kendimize özgü hayalleri olmalı, Herbirimizin kendimize ait umutları ve
birbirimizle paylaşabileceğimiz kendi değerlerimiz olmalı. Kendi özümüze ve
kendi ruhumuza uygun bir dünya görüşü ve bir yaşam biçimi olmalı. Herkes
yaptığı işi sevmeli, ya da sevdiği işi yapabilmelidir. Hepimizin ufku geniş
olmalı, geniş bir zaviyeden geleceğe bakabilmelidir. Nasıl huzurlu ve nasıl
mutlu olabilecekse, o uğurda asla ideallerimizden vazgeçmemeli ve sekteye
uğratmamalıyız. İnanmalı, umutlanmalı ve şuurla hayatımızı sürdürmeliyiz. Soylu
ve şerefli bir hayat yaşamalıyız. Soylu ve şerefli bir hayat, sadece makam
mevkiyle, para pulla, şan şöhretle tanımlanan bir hayat değildir. Soyluluk ve
şereflilik, inançla, bilgiyle, birikimle, adalet, ahlak ve hakkaniyetle
tanımlanan bir hayattır. Sevgi, şefkat ve merhametle, toplumun önyargısını
yıkan, toplumun sosyal algısını sevgi ve kaynaşmaya dönüştüren bir hayattır.
Soylu ve şerefli bir insan; yüz kızartıcı davranışlar içinde olmayan, kimseye zulmetmeyen,
ezmeyen, örselemeyen, zan altında bırakmayan, başı dik, alnı ak, tek başına
ayaklar üstünde durabilen bir insandır.
İnsanın oturup da düşünmesi gerekir; "Yaşadığım bu
hayat, istediğim bir hayat mıdır!.. Özümle, ruhumla buluştuğum ve örtüştüğüm bir
hayat mıdır!.. Gerçekten huzurlu ve mutlu muyum" diye kendisini sorgulaması gerekir. İnsanın zaman zaman
yeniden güncellenmesi, zihnini kirleten bütün verileri belleğinde sıfırlanması
gerekir. İnsanın kendisi için temiz bir belleğe sahip olması, aynı zamanda
temiz bir hayatı yeniden kendisi için resmetmesi ve şekillendirmesi gerekir.
Onun için önceden hazırlanmış kalıpları kırmak, tabuları yıkmak bir anlamda, özümüzle, ruhumuzla ve
kendimizle buluşmak demektir.
Profösör
4 yorum:
Sorumluluk taşımak, zor iştir, zoor. Ben de şu aralar kardeşime bakıyorum, hani gerçekten zormuş..
Sevgiler...
Kitap kokusu@ Teşekkür ederim. Sorumluluk insanı olgunlaştırıyor.
Doğru yazıya yorum yapılmaz yüreğine sağlık profösör...Önce ben sonra biz sonra hepimiz...
YAŞAMSAL GANİMETLER@ Teşekkür ederim...
Yorum Gönder