İzleyiciler

29 Kasım 2012 Perşembe

Beni Taklit Eden Gölgem


Bizim çocukluğumuzun tek odalı küçük bir evde geçtiğini söyleyebiliriz. Bir odada hem yemek yenir, hem banyo yapılır hem de yatılırdı. Bizim için burası küçük bir yaşam alanıydı. Odanın bir kenarında yüklük dediğimiz, yatak, yorgan, yastıkları üst üste koyduğumuz bir bölüm vardı ki; bu bölüm altlı ve üstlü tahtadan yapılmış, bir nevi burası dolap görevini yerine getiriyordu. Alt kısmında iki adet çeyiz sandığı, yan tarafta çamaşırları katlayarak yerleştirilmiş bir kaç bohçayı bir arada barındırıyordu. Bu bölümün diğer ucunda ise ancak bir insanın zorla oturabilecek kadar hacmi olan, kontrplak tahtadan yapılmış kapısı bulunan bir de banyomuz bulunuyordu. Odanın sağ duvarında asılı bir gaz lambası, diğer duvarında pantolonlar ve ceketler bir çiviyle asılı olurdu. Bir de dikiş kesesi dediğimiz, içinde iğne, iplik, çeşitli düğmeler ve iplik makaraların bulunduğu bir bez torbadan ibaretti. Kapının kenarında bir süpürge, kapı açıldığında önüne kapanmasın diye koyduğumuz bir ağaçtan yapılmış bir de tokmak bulunurdu. Odamızın bir penceresi, ayrıca kanaviçeli, püsküllü, sonradan üzerine yama yapılmış bir de perdesi bulunuyordu.

Bu şartlarda, her türlü yokluğa ve yoksulluğa rağmen okumayı seviyorduk çocukluğumuzda. Okumak büyüklerimize göre iyi insan olmanın yanında, daha iyi imkanlarda bir hayat sürmek gibi algılansa da, biz çocuk olarak hiç nedensiz seviyorduk okumayı. Biz yaşadığımız bu durumdan da memnunduk aslında. Karnımız doyuyor, kardeşlerimizle güreş tutuyor, kavga ediyor, kapışıyor, sonra da barışıyorduk anında. Okumak bizim için, sadece bilinçlenmek değil, belki hakikati içselleştiriyorduk o küçük yaşımızla. Kısıtlı imkanlar içinde bizi olgunlaştırıyor, bizi pişiriyordu yoksulluğumuzla. Gün olur, akşam olur, tek bir yemek pişirilir tencerede. Avludaki teneke levarnadan mutfak olsun diye yapılmış barakada pişerdi yemeklerimiz. Sonra da oturduğumuz odaya geçilir, yer sofrasına oturulur, yemek derin bir sahana konmuştur. Beş nüfus için bir sahan yemek nedir ki; hele yemeğimiz kuru fasulye olursa; ikinci ve üçüncü kez yemek yedeklenerek, karnımızı doyururduk. Biz çocukların kendimize göre beğenip seçtiğimiz kaşıklarımız vardı. Herkes sevdiği kaşıkla yemek yerdi. Yemek yeme adabında en önemli şey başta besmele çekmek, yemek bitiminde de Allah bereket versin demek çok önemliydi. Bunun yanında biz çocuklara herkesin önünden yemesi istenirdi. Her sahan yemek bitiminde annem bir eline lambayı alarak, diğer elinde de boş sahanla avludaki mutfağa gider; biz de o an sofrada, karanlıkta annemizin yemek getirmesini bekleriz. Annemin mutfağa gidiş gelişi ve lambanın hareketiyle bir ışık oyunu başlardı odamızda.. Penceremizi örten, kepeklerin arasından sıyrılarak lambadan gelen ışık hüzmeleri, sanki bize bir hayal oyunu oynamaktadır. Sanki sihirli bir dünya bizim içimizde, oyun içinde oyun, bizimle oynaşmaktadır.

Odanın ortasında kanaviçeden işlenmiş beyaz bir örtüsü bulunan küçücük bir sehpa, sehpanın üstünde, fitiliyle yanan, bize göz kırpan bir gaz lambası ve sehpanın etrafında köşeleri kıvrık kıvrık olmuş, önümüzde bir ödev defteriyle ödevimizi yaparız. Daha ilkokul birinci sınıfta kargacık burgacık yazılmış defterimin kabı gazeteyle kaplıdır. Annem bir taraftan benim derslerimle ilgilenirken bir taraftan da iğne oyası yapmaktadır. Öbür tarafta iki kardeşim birbiriyle didişmekten yorulmuş bir köşede koyun koyuna yatmaktadır. Evde aynamız yoktu bizim ama aynanın ne işe yaradığını biliriz. Bir nevi insanı yansıtan bir sihirbaz gibidir.. Sadece babamın kullandığı, yuvarlak, arkasında horoz resmi bulunan bir cep aynası bulunurdu. Aynaya bakmak sırlar içine dalmak, sırlarla yaşamak demekti. Aynen buna benzer geceleri aydınlanmak için kullandığımız gaz lambasının da aynı işlevle bir görev yaptığını düşündüğüm bile olmuştur benim. Bazen lambanın önünde duvara yansıyan gölgemi bir dev gibi görürdüm. Lambanın önünde bir ben, benim de duvara yansıyan ve beni taklit eden hareketli bir gölgem. Bir sinema perdesi gibi, bütün efsunuyla üzerimde çok etkiliydi. El kol, kafa ve vücut hareketleriyle duvardaki gölgemle oynaşır gibiydim. Gerçekte ben bir cüceyim ama gölgem sanki masallarda öğrendiğim bir dev gibiydi. Bir gaz lambası, beni duvara yansıtarak, beni taklit eden gölgemi bana göstermek suretiyle, bana okumayı ancak bu kadar sevdirebilirdi.

Profösör

4 yorum:

YAŞAMSAL GANİMETLER dedi ki...

Harika bir yazı olmuş yüreğinize sağlık tek kelime ile benim bu tasvirim köyde babaanneme gidince yaşanırdı ki en güzel anılarım oradadır ...=((

Profösör dedi ki...

YAŞAMSAL GANİMETLER@ Teşekkür ederim.

benbir dedi ki...

Yazınızın tazeliğinin hiiiç geçmeyeceğini düşündüğümden, üzerine gelen postlara rağmen belirtmek istedim;
son zamanlarda okuduğum en ayrıntılı ve enfes hâtırâtlardan biri.
maşallah.

Profösör dedi ki...

benbir@Teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim. Tekrar beklerim sayfamıza..

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...