Genellikle insanoğlu en değerli ve kendisi için hayati
saydığı, sevdiği varlığını kaybettiği zaman, kendini kaybedebilecek derecede
sarsılarak, yüreğinde derin bir üzüntüyü yaşıyor. Sevdiğimiz ve çok değer
verdiğimiz bir şeyi kaybettiğimizde, eften püften bütün ıstırapları, üzüntüleri
geride bırakıp, sadece bu ıstırapla kıvranıyoruz. Sadece doğal olarak
çektiğimiz bu acıya odaklanıyoruz. Bu durumda canımız öyle yanıyor ki, fiziken
bir tarafımıza bir şey olsa, onun acısını bile hissetmeyecek kadar yitirdiğimiz
varlık için yüreğimiz yanıyor. Belki de hayatımızın en büyük acısını böylece
imtihan vererek yaşıyoruz. Yaşamanın bile artık bundan sonra bir anlamı
kalmıyor. Nefes alamıyor, boğulup kalıyoruz. Belki de ölüp ölüp diriliyor,
kendimizden geçiyor, ayılıp bayılıyoruz. Ancak canımız acıyan yerimizdir.
Acıyan yerimiz de yüreğimizdir. Bütün acıları yüreğimizde toplar, bütün
hücrelerimizle bu tarifsiz acıyı varlığımızda yaşarız. Başımıza gelenin bir
kader olduğunu, bizim elimizde olsa da, olmasa da, olanların olması gerektiğini
belki de düşünemiyoruz. İnancımız ne kadar güçlü olsa da, acziyet içine
düşebiliyor, felaketlere, olumsuzluklara karşı metanet gösteremiyoruz. Oysa bu
bizim yaşamamız gereken kaderimizdir demeliyiz. Olan olmuştur, olanlar geride
kalmıştır, şimdi yolumuza devam diyerek, Hüda'ya teslim olup, bir türlü teskin
olamıyoruz.
Çocuğu hiç olmayan, annelik ateşiyle yanıp tutuşan bir
kadın, hayatında bir eksiklik duyarak, bir çocuğum olsun ve annelik mertebesine
kavuşayım ister.. Bu isteği yaratılıştan olduğu için aynı zamanda da anneliği,
kadınlığın bir gereği olarak da bunu gönülden ister. O sadece yeter ki bir
evladım olsun der. O öle bir hal alır ki; herşeyi unutur, bir hırs haline bile
dönüşebilir. Fikir nedir, zikir nedir, şükür nedir bilinmez. Yine de Allah,
yılmadan hastane hastane koşturan ve tıbbi destekler alan bu kulunun arzusunu
yerine getirmek için, gösterdiği gayretten dolayı ona nur topu gibi bir evlat
verir. Ona annelik şerefini lütfeder. O kulunu sevince boğar, onu mutlu eder.
Ne yazık ki; anneliğin hikmeti nedir, ne olmalıdır, annelik duygusu kadına
neler kazandırır; bunun hikmeti düşünülmez. Allah bir evlat için yanıp kavrulan
bu kadına acır da, ona bir evlat verir, onu sevindirir ama kadın bu sevincini
sadece hastane ve tıbbi destek almasına bağlar. Oysa ona çocuk lütfeden, yoktan
var eden Allah'tır. Allah bir tarafta dursun, kadın kendi doğurduğu çocuğuna
tapacak kadar sever. Çocuğunu hayatının merkezi sayıp, onun dışında hiçbir şeyi
gözü görmez. Evlat onun için hayatının tek anlamıdır. Sadece kendi çocuğu
vardır. Hayatıyla ilgili bütün plan ve programlar onun üzerine kuruludur.
Elbette bizi geleceğe taşıyan ve neslimizi devam ettiren yegane değer
çocuklarımızdır ama; çocuklarımızdan da önce bizi yaratan, bizi rızıklandıran,
bizi terbiye eden bir Allah vardır.
Hayatımızda herşey yolunda gitmekte birlikte, hiç
beklemediğimiz bir olayla herşeyimizi bir anda kaybedebiliriz. O çok
sevdiğimiz; canım ciğerim dediğimiz çocuğumuzu elim bir felakette, ya da bir
kazada aniden yitirebiliriz. Öyle bir acı yaşarız ki; bu acıyı hiç bir
şey dindiremez. Hayatımızdaki yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz eften püften,
sorunlar, olumsuzluklar, bunlardan doğan sıkıntılar ve üzüntüleri anında
unutur, evlat acısından başka hiçbir acıyı ruhumuzda içselleştiremeyiz.
Herkesin şikayet ettiği incir çekirdeğini bile doldurmayan şeylere boşu boşuna
üzülürüz de, oysa elimizdeki bulunan değerlere sahip çıkıp da, şükretmesini ve
kanaat getirmesini bir türlü öğrenemeyiz. Ufak tefek sıkıntılar ve mihnetler
karşısında sabredemeyiz. Her sene meyve verip de, bakımsızlıktan ve
ilgisizlikten bize küsüp, bir defacık bize meyve vermeyen ağaca kızarak,
yaşayan bir ağacı kesilmeye mahkum ederiz. Fikirsiz, zikirsiz, şükürsüz elde
edilen ve kolayca sahip olduğumuz değerlerin, yeri ve zamanı geldiğinde kolayca
elimizden kayabileceğini göremeyiz. En büyük sınavı da, bize lütfedilen
değerlerle veririz. En sonunda anlarız ki; başımıza gelen bir musibet bize bin
nasihattan, daha da etkilidir. Bu sefer kendimizi ve inanç değerlerimizi artık
sorgulamadan edemeyiz. Fikir nedir, zikir nedir, şükür nedir, en sonunda
öğrenir ruhumuzda bütün değerleri içselleştiririz. İnsanoğlu için lütfedilen
değerler varsa, onları yitirmek de vardır. Doğmak varsa, ölmek. Sağlık varsa
hastalık, zenginlik varsa, fakirlik de vardır. Huzur, mutluluk, sevinç ve coşku
varsa; acı, ıstırap, matem ve hüzün de vardır. Beterin beteri olmakla birlikte,
her işte bir hayır vardır. Aldığımız bir nefesin değerini bilmek bile, beşere
köle olmaktan kurtulup, sadece Allah'a kul olmak vardır.
Profösör
2 yorum:
Sevdiklerimiz ve en yakınlarımız hayatımız boyunca hep yanımızda olacak sanıyoruz bu yüzden elimizden gidince anlıyoruz...ne zaman ki bir yakını kaybeder insan,işte o an anlıyor hayattayken kıymetini bilinmesi gerektiğini..ya da hep dışardaki çevremize,arkadaşlarımıza gösterdiğimiz ihtimamı ,özeni ve dikkati en yakınlarımıza göstermiyoruz...hayat, öğretiyor öğrenene,öğrenmek isteyene ve anlayabilecek olgunluğa erişmiş kimselere...:)
elinize sağlık...
Şanselize Bulvarı @ Faniyiz, sonnda göçüp gideceğiz.. O halde bir nefesin bile değerini bilmeliyiz.
Yorum Gönder