Bizim çocukluğumuzun tek odalı küçük bir evde geçtiğini
söyleyebiliriz. Bir odada hem yemek yenir, hem banyo yapılır hem de yatılırdı.
Bizim için burası küçük bir yaşam alanıydı. Odanın bir kenarında yüklük
dediğimiz, yatak, yorgan, yastıkları üst üste koyduğumuz bir bölüm vardı ki; bu
bölüm altlı ve üstlü tahtadan yapılmış, bir nevi burası dolap görevini yerine
getiriyordu. Alt kısmında iki adet çeyiz sandığı, yan tarafta çamaşırları
katlayarak yerleştirilmiş bir kaç bohçayı bir arada barındırıyordu. Bu bölümün
diğer ucunda ise ancak bir insanın zorla oturabilecek kadar hacmi olan,
kontrplak tahtadan yapılmış kapısı bulunan bir de banyomuz bulunuyordu. Odanın
sağ duvarında asılı bir gaz lambası, diğer duvarında pantolonlar ve ceketler
bir çiviyle asılı olurdu. Bir de dikiş kesesi dediğimiz, içinde iğne, iplik,
çeşitli düğmeler ve iplik makaraların bulunduğu bir bez torbadan ibaretti.
Kapının kenarında bir süpürge, kapı açıldığında önüne kapanmasın diye
koyduğumuz bir ağaçtan yapılmış bir de tokmak bulunurdu. Odamızın bir
penceresi, ayrıca kanaviçeli, püsküllü, sonradan üzerine yama yapılmış bir de
perdesi bulunuyordu.
Bu şartlarda, her türlü yokluğa ve yoksulluğa rağmen okumayı
seviyorduk çocukluğumuzda. Okumak büyüklerimize göre iyi insan olmanın yanında,
daha iyi imkanlarda bir hayat sürmek gibi algılansa da, biz çocuk olarak hiç
nedensiz seviyorduk okumayı. Biz yaşadığımız bu durumdan da memnunduk aslında.
Karnımız doyuyor, kardeşlerimizle güreş tutuyor, kavga ediyor, kapışıyor, sonra
da barışıyorduk anında. Okumak bizim için, sadece bilinçlenmek değil, belki
hakikati içselleştiriyorduk o küçük yaşımızla. Kısıtlı imkanlar içinde bizi
olgunlaştırıyor, bizi pişiriyordu yoksulluğumuzla. Gün olur, akşam olur, tek
bir yemek pişirilir tencerede. Avludaki teneke levarnadan mutfak olsun diye
yapılmış barakada pişerdi yemeklerimiz. Sonra da oturduğumuz odaya geçilir, yer
sofrasına oturulur, yemek derin bir sahana konmuştur. Beş nüfus için bir sahan
yemek nedir ki; hele yemeğimiz kuru fasulye olursa; ikinci ve üçüncü kez yemek
yedeklenerek, karnımızı doyururduk. Biz çocukların kendimize göre beğenip
seçtiğimiz kaşıklarımız vardı. Herkes sevdiği kaşıkla yemek yerdi. Yemek yeme
adabında en önemli şey başta besmele çekmek, yemek bitiminde de Allah bereket
versin demek çok önemliydi. Bunun yanında biz çocuklara herkesin önünden yemesi
istenirdi. Her sahan yemek bitiminde annem bir eline lambayı alarak, diğer
elinde de boş sahanla avludaki mutfağa gider; biz de o an sofrada, karanlıkta
annemizin yemek getirmesini bekleriz. Annemin mutfağa gidiş gelişi ve lambanın
hareketiyle bir ışık oyunu başlardı odamızda.. Penceremizi örten, kepeklerin
arasından sıyrılarak lambadan gelen ışık hüzmeleri, sanki bize bir hayal oyunu
oynamaktadır. Sanki sihirli bir dünya bizim içimizde, oyun içinde oyun, bizimle
oynaşmaktadır.
Odanın ortasında kanaviçeden işlenmiş beyaz bir örtüsü
bulunan küçücük bir sehpa, sehpanın üstünde, fitiliyle yanan, bize göz kırpan
bir gaz lambası ve sehpanın etrafında köşeleri kıvrık kıvrık olmuş, önümüzde
bir ödev defteriyle ödevimizi yaparız. Daha ilkokul birinci sınıfta kargacık
burgacık yazılmış defterimin kabı gazeteyle kaplıdır. Annem bir taraftan benim
derslerimle ilgilenirken bir taraftan da iğne oyası yapmaktadır. Öbür tarafta
iki kardeşim birbiriyle didişmekten yorulmuş bir köşede koyun koyuna
yatmaktadır. Evde aynamız yoktu bizim ama aynanın ne işe yaradığını biliriz.
Bir nevi insanı yansıtan bir sihirbaz gibidir.. Sadece babamın kullandığı,
yuvarlak, arkasında horoz resmi bulunan bir cep aynası bulunurdu. Aynaya bakmak
sırlar içine dalmak, sırlarla yaşamak demekti. Aynen buna benzer geceleri
aydınlanmak için kullandığımız gaz lambasının da aynı işlevle bir görev
yaptığını düşündüğüm bile olmuştur benim. Bazen lambanın önünde duvara yansıyan
gölgemi bir dev gibi görürdüm. Lambanın önünde bir ben, benim de duvara
yansıyan ve beni taklit eden hareketli bir gölgem. Bir sinema perdesi gibi,
bütün efsunuyla üzerimde çok etkiliydi. El kol, kafa ve vücut hareketleriyle
duvardaki gölgemle oynaşır gibiydim. Gerçekte ben bir cüceyim ama gölgem sanki
masallarda öğrendiğim bir dev gibiydi. Bir gaz lambası, beni duvara yansıtarak,
beni taklit eden gölgemi bana göstermek suretiyle, bana okumayı ancak bu kadar
sevdirebilirdi.
Profösör
4 yorum:
Harika bir yazı olmuş yüreğinize sağlık tek kelime ile benim bu tasvirim köyde babaanneme gidince yaşanırdı ki en güzel anılarım oradadır ...=((
YAŞAMSAL GANİMETLER@ Teşekkür ederim.
Yazınızın tazeliğinin hiiiç geçmeyeceğini düşündüğümden, üzerine gelen postlara rağmen belirtmek istedim;
son zamanlarda okuduğum en ayrıntılı ve enfes hâtırâtlardan biri.
maşallah.
benbir@Teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim. Tekrar beklerim sayfamıza..
Yorum Gönder