Yıl bindokuzyüzaltmış.. Bir anımı paylaşmak için tam da yarım asır olmuş.. Elli sene öncesinin bir çocukluk anımı hatırlıyorum. Ne günlerden ne günlere geldiğimizi sanki bir siyah beyaz türk filmi kadar içten, yapmacıksız geçen ömrümün siyah beyaz karelerinden bazılarını zaman zaman öne çıkartıp, o günleri tekrar yaşıyorum. Çocukluk anılarımı paylaşırken çocukluğumda yaşadığım her türlü duygu ve düşüncelerimi her fırsatta çocuklarımla dile getiriyorum.. Çocukluk demek yokluk demek gibidir benim için. Köyün fakiri olmamız nedeniyle bu iki kavramı bir arada yaşadığımı söyleyebilirim. Buna mukabil, çocukluğum, belki de herkesten çok sevgi, şefkat ve merhamet içinde geçtiğini bu duyguları iliklerime kadar hissettiğimi söyleyebilirim.
Durup dururken bu çocukluk anımın nereden aklıma geldiğini de söylemek isterim. Tabiki bu; çocukluğumda dondurmayla tanışma hikâyemden kaynaklanıyordu. Şimdi de yaz akşamları yemekten sonra dondurma yemek bir âdet haline geldi. Şehirde yaşamaya başladığımızdan beri dondurma yiyebilmek için, bir pastahaneye gidilir, orada hem dondurma, hem soğuk bir meşrubatla tatlılar yenirdi. Günümüzde dondurmacılık bir sanayi haline geldiği için bir sürü şirketin çeşit çeşit, janjanlı, albenili ambalajlar içinde korunan ve alıcısının iştahına sunulan dondurmalar bulup, almak artık kolaylaştı. Her marketin ve her bakkalın önünde bir dondurma dolabının varlığını görebiliyoruz. Sade dondurmadan, meyveli dondurmaya, karamellisinden çikolatalısına, çubuklusundan kornetine kadar her türlüsü var artık. Yeter ki sizin içiniz yansın, yeterki paranız olsun.. Bu durumu, parası olanın düdüğü çalması, parası olmayanın sümüğünü yalaması gibi düşünerek mizahi bir edayla biraz da tebessüm edebiliriz.
Yine bir gün yemekten sonra bilgisayar başında çalışırken, akşam yemekleri yenmiş, sıra dondurma yemeğe gelmişti. Ben hariç bu dondurma yemek işini çocuklar adeta abartıyorlardı. Her akşam marketten alınan kiloluk dondurma kutusu açılır, herkese birer kap içinde bu kutudan pay edilirdi. Bana gelince, benim payım diyabetik yasalarına göre yapılmalıydı. Evimizde sütlaçlar, muhallebiler, pudingler, baklavalar, revaniler yapılsa da, ancak ben onlardan bir tadımlık tadarak nefsimi köreltebiliyordum. Oysa dondurma öyle değildi. İnsan dondurmayı yaladıkça yalayası geliyordu. Aynen çocukluğumuzdaki gibi bir duyguyu bize yaşatabiliyordu. Dondurma yalama bir nevi çocuk oyunu haline gelebiliyordu. Çocuklarım "Baba sana da biraz koyalım göz olacak" deseler de "Ben istemem" deyip kestirip atıyordum. Arkasından "Düdüğüm yok ki çalayım.. Dondurmam yok ki yalayayım" deyip bir anlamda da kendimi acındırıyordum. Onlar da dayanamayıp, birer birer dondurmalarından bana yalatıyordu. Böylesi bana daha tatlı ve daha anlamlı geliyordu.
Yıllar önce bir yaz günüydü.. Kara kışın çetin geçmesine karşın yaz mevsiminin büyülü tarafı vardı. Cıvıl cıvıl bir cuma günüydü. Cuma günleri köy meydanı hep kalabalık olurdu. Satıcılar cuma günleri gelir ürünlerini teşhir ederlerdi. Bu suretle alış verişler yapılırdı. Köy meydanını çınar ağaçları süslüyor ve meydanın ortasında akan antik çağdan kalan bir su kanalı vardı. Akan bu suda ördekler yüzer, hayvanlar sulanırdı. Çocuklar da çınar ağaçlarındaki kuş yuvalarındaki kuş yavrularının cıvıltısı altında hep birlikte oyun oynuyorlardı. Çocukların sabırsızlıkla beklediği tek bir satıcı vardı o da dondurmacıydı. Dondurmacı şehirden gelirdi. Tam öğlen vakti gelirdi dondurmacı amca.. Tam güneşin zeval vakti dediğimiz, güneş tam tepede iken, paraları hazırlayın der gibi, beklenen düdük sesi peş peşe geliyordu. Bu düdük sesi büyülü bir ses olup, herkesi adeta büyülüyordu. Hele çocukları, fareli köyün kavalcısı gibi peşinden sürükleyebiliyordu. "Düüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüttt.. Düüüüüüüüüüüü... Düüüttt..." Sanki İsrafil Aleyhisselam'ın Sur'u üfleniyordu.. Bu düdüğün arkasından "Donduuurmam gaaaymaaaakkk.. Sahibi oynaaakk" gibi bir de çocuklar tarafından anlam verilmeyen dondurmacının kendisine has bir satıcı sedası duyulurdu. Köyün büyükleri dondurmacının bu tavrına bıyık altından tebessüm ederlerken, bu arada bütün çocuklar kıpraşıp, sağa sola koşuşturmaya başlıyorlardı. Parası olan çocuklar dondurmacının başına üşüşüyor, cebinde harçlığı olmayan ya babasına sarılıyor, ya dedesine koşuyor, o da olmazsa evlerinin avlusundaki tavukların yumurtladığı follukta buluyordu kendisini. Orada umduğunu bulamazsa, yada tavuklar folluğa yumurta bırakmamışsa çare yine de tükenmemiştir onlar için. Bu sefer annelerinin, ninelerinin karşısına çıkarlar, eteklerinden çekerek, ağlayıp, zırlayarak, ya da yerlere yatıp, toprakta debelenerek nihayetinde bir dondurma parası kopartırlardı. Bu harçlıkla çocuklar sevinerek soluğu dondurmacının yanında alırlardı. Benim bu anlamda böyle bir şansım hiç yoktu.. Bu yüzden dondurma nedir, ne değildir henüz müşerref olamamıştım.
Bütün çocuklar dondurmalarını almış, okul bahçesinde bulunan iki büyük çam ağacının gölgesi altında oturarak dondurmalarını yalıyorlardı. Ne yazık ki aralarında sevdikleri bir arkadaşı yoktu. İçlerinden birisi bağırarak "İğneci Cafer'in oğlu yok.. Nerede bu arkadaşımız" deyince çocuklar birbirine bakıştılar. Bir yandan dondurmaları sıcaktan eriyor ve akıyordu.. Bir de baktılar ki arkadaşları okul merdiveninde tek başına ve kendi halinde oturuyor, utangaç ve üzgün tavrıyla elindeki çubukla oynuyordu. Çocuklardan birisi elindeki dondurmayla yanına yaklaştı "Amma da baktı.. Sümüğü de aktı.." diyerek bir nevi şaklabanlık yapıp onu güldürmek istiyordu. Dondurma yemenin keyfi belki de çocuk aklıyla böyle çıkıyordu. Merdivende oturan bu üzüntülü çocuğun yüzünde bir gülümseme belirir gibi oldu. Belki de içinden içinden yutkunuyordu dondurmanın karşısında. Arkasından dondurmalı çocuk "Şundan sen de yalamalısın. Sümüğünü içine çek, yoksa onu yalarsın" dedi. Oturan çocuğun gülümseme çizgileri şimdi daha belirgin halini almıştı. Çocuk dondurmasından kendisine yalatıp tattırmış olacaktı. Bütün çocuklar hep bir ağızdan "Herkes dondurmasını yalasın.. Akıp da yabana gitmesin" komutuyla birer kez daha dondurmalarını yaladılar. Sonra hemen gelip, merdivende oturan dondurmasız üzüntülü arkadaşına dondurmalarını yalattılar. Çocuk herkesin dondurmasından tadınca çok mutlu oldu. Bu bir paylaşımdı. Arkadaşları onu o vaziyette bırakmadılar. Hatta çocuk kendisini daha ayrıcalıklı ve daha özel hissetti. Üzüntü ve utangaçlığının yerine paylaşmanın verdiği bir yüz ifadesiyle hep birlikte, mutluluk içinde oyunlarına devam ettiler.
Bu anımı yarım asır sonra olsa bile sanki çocukluğumu yaşıyor gibi, şimdi de dondurma yalayarak paylaşıyorum. Çocuklar gibi mutluyum. Bu anımı bütün dondurmalı anı ve öykülerin içinde kendisini bulanlara ithaf ediyorum.
Yazan - Çizen : Profösör