Her akşam olduğu gibi bu akşam da hafif bir esintiyle ağaçların yaprakları hareketleniyor. Bugün özel bir gün.. rengarenk gramofon kağıtlarıyla süslenmiş sokaklar, kağıttan fenerlerle saç örgüsü renkli kağıtlarla süslenen evlerin pencere camları.. Asma yapraklarının arasında, kırmızı, mavi, sarı, yeşil ve mor yanan rengârenk ışık saçan ampuller sünnet evinin avlusunu büsbütün farklı bir hava veriyordu. Kızlar fırfırlı etekleriyle dans ediyor; askılı pantolon giymiş küçük çocuklardan bazıları sümüğünü çekiyordu.. Bu evin avlusunda yöresel ve folklorik motiflerle işlenmiş, kanaviçe işi yatak çarşafları, yastık kılıfları ve simli tüllerden oluşturulmuş, yapay perdelerle bir sünnet yerinde, kutsal bir ayin kadar önemi olan sünnet mahallide herşey yerli yerinceydi. Alacalı saçlı ve bıyıksız bir adam, elindeki körüklü çantasını karyolanın yanındaki boş bir tahta iskemlenin üstüne koydu. Uzun, beyaz entarisiyle bir sünnet çocuğu, başında kalpak biçiminde pullarla süslenmiş "Maşallah" yazısıyla kendisine bakan bütün meraklı bakışlara adeta maşallah dedirtiyordu. O an gelmişti. Kalabalıkta bir sarıklı ve sakallı hocanın eşliğinde bütün davetliler hep birlikte yüksek sesle tekbir getirmeye başladılar. "Allahüekber, Allahü ekber. La ilahe illallahü Allahü ekber. Allahü ekber velillahil hamd" En sonuncu tekbirden sonra sünnetçi körüklü çantadan çıkardığı keskin usturasıyla, sünnet çocuğunun artık erkekliğe adım attığını, kalabalığın alkışları arasında duyurmuş oldu.
Sünnet çocuğunun kirvesi, babasının çocukluk ve okul arkadaşı olan göbekli ve pala bıyıklı bir adam tepside bulunan lokumlardan en büyüğünü, tozunu akıta akıta bir hamlede sünnet çocuğunun ağzına tıkıverdi. Çocuk sünnet olurken, acı hissetmemesine rağmen gayri ihtiyari ağzından "Anam anam!" sözü çıkarttığında annesi de o anda, mutfakta bulunuyordu. Çocuğunun büyüdüğünü, artık bir erkek adam olduğunun duygusuyla hem ağlıyor, hem de elinde bulunan boş oklavayı iki avucuyla çeviriyordu. Belki böylece acısını çocuğunun ve kendi yüreğinde hissettiği acıyı dindirebilirdi. Sokakta ve avluda sünneti takip eden bütün çocuklar tam sünnet yapılırken ve ustura görevini icra ederken çerçevesi siyah ve camlarının numarası ilerlemiş olan gözlüğünün arkasından etrafı süzerek, kolunun altında gizlediği, içi badem, ceviz, incir, ve bozuk paralarla dolu bakır sahanı ortaya çıkarır çıkarmaz, diğer elinin avucuyla sahandan kısımladığı paralı çerezleri çocukların üzerine savuruverdi. Bütün çocuklar atılanları kapmak ve toplamak coşkusuyla adeta birbirini eziyorlardı. Dualar, tekbirler, alkışlar arasında çocuklar çocukluğunu en ücra köşelerine kadar yaşayabiliyorlardı.
Burası nihayetinde küçük bir kasabada bir sünnet eviydi. Bunun hemen devamında da, meraklı bakışlar, sümüğünü çeksen çocuklar, anneler, babalar ve yediden yetmişe kadın erkek herkes biraz ilerideki meydanı kaplayan asmanın altında üniformasız belediyede çalışan, aynı zamanda da tatil günlerindeki sünnetlerde bando aletlerini çalan bir grup müzisyen bulunuyordu. Sünnet öncesi sünnet çocuğunun ve davetlilerin oyunlar oynayarak müzisyenlere paralar takılmıştı. Bu sefer sünnet sonrası, dağılmak için birden bando hüzünlü şarkılar çalmaya başladı. Bandonun sadece trompet sesi bile hüzünlü armonisiyle sanki bütün kasabayı hüzünlendiriyordu... Bu öyle bir besteydi ki; hem bir aşk, hem de bir hüzün şarkısıydı. Sanki yabancı ülkelerin, uzak sahillerinde çalınan bir hüzün havası gibiydi. Sünnet evi bu hüzünlü şarkıyla yavaş yavaş dağılırken, asmalı çardaklar altında, gül ağaçlarının yanında, saksıda bulunan fesleğenler, kırmızı, pembe karanfiller, kekikler daha adını bile bilemediğimiz çiçekler ve boydan boya, bütün avlu duvarlarını saran hanımeli çiçeklerinin yaydığı rayihalar arasında tek bir gerçek yaşanıyordu. Bu gerçeğin adı hüzün ve mutluluktu.
Profösör
1 yorum:
Sünnet çocuğunun korkusu olurdu eskiden..Artık korkmuyorlar ve önce operasyon sonra düğün oluyor.Ne gerek var diyorum buna..Düğünün sonra olmasının anlamı yok ki..Düğün ve sünnet aynı anda olmalı..
Bando hüzünlü bir melodi çalmış ama çok güzel..
Yorum Gönder