Aşktan da üstün dostluk değerleri vardır. Aşkta irade yoktur. İyi ya da kötü aşka tutulan kişi iradesizliğe teslim olur. Gerçekten aşık olan kişi gözlerine mil çekilir. Dizlerinin bağı çözülür. Tir tir titrer sevdiğinin karşısında. Dostlukta ise irade vardır. Bu irade ile kendisinden daha çok dostunu düşünen, onu üzmekten ve kırmaktan çekinen ve dostunu mutlu etmeye gayret eden kişi dostluk mertebesine ermiş demektir. Gerçek dostun yaşam biçimi ancak islamidir. İslami olan değerler aynı zamanda insani, vicdanidir de. Dostların bütün varlıklara karşı duruşları ve pozisyonları adalet ve hakkaniyet duygularıyla eşdeğerdir.
Bu bilinçle eğer bir kelime, hatta bir harf bile işe yarayacaksa onu işleme dostluk adına sokabilmeliyiz. Bir harfin bir noktası bile insanı derinden etkileyebilir. Çocukluğumun bir bölümünü kendi köyümüzde geçirdim. Çocukluk anıları anlatılmakla bitmez. Öyle bir çocukluğumda yaşadığım bir öyküm var ki hayat boyunca ders almaya yeter de artar bile..
Köylük yerde büyükler namaz vakitlerinde topluca camiye giderler. Biz çocuklar da onları izlerdik. Büyükler biz yaramazları aralarına alıp camiye sokmazlardı. Kızarak camiye girmemize mani olurlardı. Adamlar tabi ki haklıydılar biz çocuklara kızmakta. Oysa çocuklar yazın yalın ayak dolaşırlardı köylük yerde. Ayaklarımız toprak ve çamurdan sanki harita gibi kirler şekil almakta idi. Çocuk aklımızla bu şekilde camiye girilmeyeceğini bilmemize rağmen takunyaları giyip abdest alarak camiye girmemizi sağlayabilirlerdi.
Günlerden bir gün köyümüze bir yabancı geldi. Bu yabancı bir meczubtu aslında. Kimseyle konuşmazdı. Her yaz aynı tarihlere tekabül eden bir vakitte köyümüzde bir müddet kalırdı. Sonra da sanki bir mechüle giderdi. Kaybolurdu. Kimseyle muhabbeti yoktu. Selam bile vermezdi. Sadece verilen selamları boş çevirmezdi. Kendisine dini bir konuda bir soru sorulduğunda kısa ve net bir cevap verirdi. Özel hayatıyla ilgili hiçbir soruya cevap vermiyordu. Öyle sorulara kesin cevabı 'Bilmiyorum" dan ibaretti. Bu yabancı ihtiyar tam anlamıyla bir meczuptu bence. Köylü de bunun bu haline alışmıştı. Bu gizemli ihtiyar adama "Sufi hoca" ismiyle çağırılırdı köylü tarafından.
Sufi hocayı bir cami çıkışında rastladım günlerden bir gün. Gökyüzüne bakıyordu. Bir taraftan da sağ elinin işaret parmağıyla gökyüzünü göstererek "Sad mı tatlı, Dad mı tatlı?" diye mırıldanarak kendi kendine soru yöneltiyordu. Bu yaşlı, aksakallı, sarıklı ihtiyar adam; Sufi hoca bir türlü "Sad mı tatlı, Dad mı tatlı?" sorusunun cevabını kendi kendisine veremiyordu. Sanki Sufi hoca bir çıkmaz sokakta tıkanıp kalmıştı. Ben çocuk halimle ona yaklaşarak; "Sufi hoca.. Sufi hoca!.." diye seslendim kendisine. Şimdi anımsıyorum ben o zaman sekiz yaşında idim. Bana yüksekten süzerken ben ona "Bunun cevabını biliyorum." dedim ve ekledim. "Dad tatlıdır" Sufi hoca şaşkınlıkla beni dinledi. "Evet Dad tatlıdır. Çünkü Dad harfinin üstünde bir noktası var. Sufi hoca senin de yanağında bir nokta var. Senin yüzündeki benle Dad harfinin üstündeki noktası aynı" dedim. "Sad'ın üzerinde noktası olmadığına göre bence Dad tatlıdır" der demez bana sarıldı. İçin için çocuk gibi ağlamaya başladı. Hıçkırıkları kesilince, hiç kimseyle konuşmayan bu yaşlı ihtiyar, benimle konuşmaya başladı. Hayatıyla ilgili kimseye sırrını vermeyen Sufi hoca benimle arkadaş ve dost oldu. Köy kahvesinde bana çay ısmarladı. Bisküvi aldı. Bana dualar etti.
Şimdi anlıyorum ki bir noktayla gönüller fethedilebildiğini. Düşünüyorum da bu meczub adamın elbisesinde en az kırk tane yama olmasına rağmen çok şık, yaşlı bir ihtiyar olmasına rağmen çok yakışıklı bir adamdı. Saçı ve sakalı muntazam tıraşlı, bakımlı, yalnız yaşayan bir adam olmasına rağmen üstü başı içi ve yüreği gibi tertemiz pak bir insandı. Acaba Sufi hoca bir Allah dostu muydu? Elbette o bir Allah dostuydu.
Yazan - Çizen : Profösör