İzleyiciler

28 Kasım 2010 Pazar

"Çaaaayyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyy !.."

İzmir Basmane garının karşısında, cadde üzerinde bir cami var. Caminin arkasında koca bir çınar ve dibinde de büyük tavanlı kıraathane var. Duvarlarında camlı dolaplar, içlerinde camlı, marpuçlu nargileler var. Belki de yüzlerce. İçeride yüzlerce insanın sigara dumanıyla kıraathanede oturanların uğultulu ve gürültülü sesi.. Kısa boylu, kel kafalı, hafif sıska bir garson, bir elinde içi yüzlerce çay bardağını alan bir tepsi, bir elinde de yaldızlı nargileyle sanki bale yapar gibi masaların arasında dolaşıyordu. Birden kıraathanenin gürültüsünü astıran tiz bir ses duyuldu;

"Çaaaayyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyy !..."

Bu ses öyle bir ses ki; kıraathanenin gürültüsünü bastırması bir yana, koca şehrin gürültüsünü de aşarak, bütün Kadifekale çınlıyordu sanki.. Kadifekale'de oturan yaralı bir kadın her şeye rağmen bu sesin kime ait olduğunu biliyordu. Çünkü yaralı kadın can kulağıyla bu sesin gelmesini bekliyordu sanki.
 
"Çaaaayyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyyy !..."

sesi tekrar duyuldu Kadifekale'den. Bu sesi sadece Kadifekale'den yaralı kadın duyabiliyordu. Beklediği sesti bu. Bu ses gerçekten yürekten geliyordu, yürekten işitiliyordu. Sanki sıska adam kendisine " Çiçeğiiiiiiimmmmmmm " der gibi sesleniyordu. Gerçekten yüreğine bir nevi merhem olan bu sesle mutlu oluyordu. çünkü yüreği yaralı kadının adı da "Çiçek" idi.

Yazan - Çizen : Profösör

27 Kasım 2010 Cumartesi

Hayattan Kesitler 1.2.3.

Bugün kırkbeş dakikalık bir hızlı yürüyüş yaptım. Doktorum her gün yürümelisin diyor bana. Bugün cumartesi. Ben de yürüyeyim, doktorumun sözü tutulsun istedim. SSK hastanesinin önündeki kavşağa gelince kırmızı ışıkta durdum. Belediye otobüsü içinde, cam kenarında oturan yirmiyedi, yirmisekiz yaşlarında olan bir otobüs yolcusuna el salladım. Oysa onu tanımıyordum. O kendisine el sallayan kişiye tebessüm etti. Sonra da bana el salladı. Bu duygu ona neler hissettirdi bilemem ama; ben ise onun hoşnut olduğunu hissetim. Nedenini bilemediğim bu hareketle nice insanların gönlü alınabileceğini öğrenmiş oldum. Ben de onun, arkamdan "Ben onu tanıyamadım. Beni tanıyan birisi sanırım, ama çıkartamadım" diye kendi kendine mırıldandığını duyar gibi oldum. (Hayattan kesitler)

Dün akşam eve dönüyordum. İki çingene genç kadın bir çöp konteynerinin yanında kaldırım taşına oturmuşlar, konuşuyorlardı. Sanırım kağıt, teneke ve plastik şişe, demir gibi atıkları içeren çuvalı taşımaktan yorulmuşlar, aynı zamanda da dinleniyorlardı. Hiç düşünmeden onlara yaklaşıp, marketten aldığım muzlardan iki tanesini kopartıp kendilerine uzattım. Önce tereddüt ederek yüzüme baktılar. Sonra da "Aaabiii" dediler. "Birer tane daha verebilir misin? İkimizin de evde birer çocuğumuz var. Onlara sürpriz yapabilir miyiz" diyerek gülümsediler. (Hayattan kesitler)

Dün öğle saatlerinde bir beyefendi aradı. Sesi yabancı gelmiyordu. Hemen aldım sesini. Beni tanıdınız mı dedi. Ben de hayır cevabını verdim. Telefonda adını beyefendi vermedi ki. Altı ay önce el yazması bir Osmanlıca metin için çeviri yapılacaktı. Bunun özel bir metin ve mahrem bir metin olduğu söyleniyordu. Benim ismimi vermişlerdi. O zaman nedense bana geri dönmediler. Çok güvenilecek birini arıyorlarmış. en sonunda tilki döndü kürkçü dükkanına ve şimdi karşımda. Ben de dedim ki, "Bir güven sorunu yaşıyorsunuz siz. Bir altı ay daha mühlet veriyorum size" dedim telefondaki beye. Devam ettim konuşmaya; "Beni iyi araştırın." İyi bir ders vermiş oldum ben güven konusunda ona. Arkasından ekledim tabi; "Çok özel ve mahrem metinlerle ilgili değilim. Sizi uzmanlara yönlendireyim" dedim. Bana nezaketle; "Ne olursunuz" dedi. "Sizi tanımak istiyorum ben. Lütfederseniz bir öğle yemeği yiyelim." (Hayattan kesitler)

Profösör

8 Kasım 2010 Pazartesi

Pazartesi günü notlarım


Hayat vücuttan ibarettir. Var olmak, beden ve ruhun ete kemiğe bürünmesidir. Hayatımız her zaman ben merkezledir. Biz insan olarak evrenin içinde bir küçük bir noktayızdır  ama, bu noktanın içinde bütün evren saklıdır aslında. Biz evrenin bir parçası değil, bütün evren bizi tamamlayan bir mütemmimdir, tamamlayıcıdır. O halde hayatımız bir çerçeve ile sınırlı görülse de, aslında sonsuzluk âleminde açılan bir penceredir. Hayatımızı insan, kainat ve ötesi olarak algıladığımızda, bilinen v e bilinmeyen alemlerin bir objesi, bir değeridir  aslında.. 

Hayatımızda neler olmuşluk ve neler olmamışlık,  bizi olgunlaştıran birer tecrübe olarak geride bıraktığımız değerlerdir. Eksi değerler olmadan artı değerlerin bir değer olduğunun bilincine nasıl varacağız? Bu bilinçle geleceğimizi tasarlamak, iyi düşünmek, iyi hissetmek ve iyi yaşamaktan geçecektir. Bizim cüzi irademiz ve cüzi değerlerimizle gösterebileceğimiz performans sağduyu sahibi olmamızla eşdeğerdir. 

Hayat yaşadığımız andır aslında. Ömür ise bir nefes alış verişi kadar kısadır. Nefes alıp verebiliyorsak geçmişte yaşadığımız kahrolası ahlar, vahlar ve bütün olumsuzluklar, bizi pişiren, hamlıktan kurtaran, mutluluğun değerini kavratan, huzur ve sükunun maddeden öte zengin bir maneviyatın içinde saklı tutan varlık sebebimizdir. Umutlu olalım ki ruh dengemiz bozulmasın. Umutlu olalım ki mutlu olalım. 

Pişmanlık ve nedamet duygusu fazilettir. Eğer hayatımızda sapmalar varsa, makaradaki ipliğin geri sarması gibi, her şey asıl mecrasına oturması istemidir. Herkes gibi yanlışı tekrarlamak yerine, gerektiğinde çıkmaz sokağa bilinçsizce koşmakta olan kalabalığın önüne kollarını makas gibi açarak, geçip, doğruyu, iyiyi, güzeli haykırabilmektir. "Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak" 

Kalp ne kadar bağışıklık kazansa da "Acı patlıcanı kırağı çalmaz" sözünü teyit edemez. Kalp her nefes alış verişte tazelenir. Her nefes alış verişte ömür tazelenir. Her nefes alış verişte yeni bir hayatın başlangıcıdır aslında Kalp diğer organlar gibi değildir ki. Önce kendi yenilenir. Sonra bütün organları yeniler. Bütün işlevi günahtan temizlenir gibi yeni bir iklim oluşturur insana. Önümüzde iki yol var. Yol ayrımındayız aslında. Bir; taşlı ve mihnetli, sıkıntılı bir yol ki bu bizi kurtuluşa erdirir. İki; bu yol da ışıltılı, janjanlı, şatafatlı bir yoldur ki bu bizi kandırır. Sonu hüsrandır. Sonu azaptır. Sonu derin bir hüzündür.

Vicdan; adalet v e hakkaniyetin hassas terazisidir. Hassas terazi bildiğin gibi değerli taşları, altın mücevheratı tartar. Patates soğan tartmaz. Aslına bakarsanız sizin yazılarınızın özünde vicdanın sesi yatmaktadır. Bunu anlayabilen ve bunun ölçümünü yapabilen gerçek dostlara sahip olabiliyor muyuz ona bakmalıyız. Karşımızda duran, vicdanımız sandığımız duyarlılık, yolumuza çıkmasını istemediğimiz bir vicdanımız olmamalı. Vicdan sonsuzluk rahmetinin, acıma ve şefkat duygusunun kimyasını oluşturan bir adalet ve hakkaniyet duygusudur.

"Sürçü lisan ettiysek af fola.. Gününüz huzur ve mutlulukla dola.

Yazan : Profösör



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...