İzleyiciler

29 Haziran 2016 Çarşamba

Buluşma Noktası'nda


İslam Barış Dinidir


İslam kelime itibariyle geniş bir terminolojiye sahiptir. İslam Arap graamerinde “Selime” mazi kökeninden türemiştir. Sin, lam, mim; İslam kelimesinin kökenidir.  “Selime” salim oldu, maddi ve manevi olarak huzur içinde bulundu demektir. İslam Allah’ın hükümlerine teslim olmak anlamına gelir . Kim ki Allah’ın emirlerine teslim olur, huzur bulur demektir. Hem müslümanlar karşılıklı muamelede Allah’ın hükmüyle adil olurlar, ahlaklı davranırlar,  hemde kendi iç çatışmalarından kurtulmuş olmaları  demektir. İslam inancı bütün insanlığı içine alacak şekilde kapsayıcıdır. İnsani, vicdani evrensel değerlerin üzerinde kutsiyeti olan yüce Kitabımız olan Kuran-ı Kerim rehberimizdir. Allah’ın sevgili kulu ve Resulü olan Peygamberimiz hazreti Muhammed de  önderimizdir. Elbette İslam Barış dinidir. Bu fani dünyada insanın maddeye olan düşkünlüğünden kurtararak, onu manevi olgunluğa kavuşturan yüce bir dindir. Kur’an da, Hazreti Peygamber de onun için bize gönderilmiştir. Bütün insanlık buhrandadır; buna karşın  kurtuluş ancak  İslam’dadır.

Bu dünyada insana verilen nimetlere şükretmek gerek. Zengin daha çok zengin, fakir daha çok fakir, güçlü daha çok güçlü, zayıf daha çok zayıf olursa, işte o zaman bu düya adalet ve ahlakın öngördüğü değil, zalimlerin ve ahlaksızların cirit attığı bir yer olmaktan öteye gidemeyecektir. Elbette dünyanın dengesi bozulacaktır. İnsanlık bir tarafta efendiler, diğer tarafta köleler şeklinde ikiye ayrılıverir. Bir tarafta ezenler, diğer tarafta ezilenler. Şunu da unutmamak gerekir ki adalet terazisinini iki kefeyle eşitlemek ve izah etmek bir anlamda kısırdöngüdür. Adalet terazisi çok kefeelidir. İyiler ve kötüler diye insanlığı iki sınıfa alırmak yerine iyilerin iyiliklerinde ısrar etmesi, şuurlandıkça kötülerin bir bir yok olması ve  hidayete ermesi konusunda var gücüyle çalışması gerekir. İnsan sadece dünyayı değil, ahireti ve sonsuz mutluluğunu düşünerek hareket etmesi gerekir. Yüce Allah Kuran’ında ““Ey iman edenler; hepiniz topluca barış ve güvenliğe girin…" buyurmaktadır. İnsanlar bu dünyada barış içinde huzurlu ve mutlu olarak yaşayabileceği bir dine davet edilyor. Bu da islam dinidir.  Çünkü “Allah katında din islam’dır.” İslam dininde zorlama olmadığı için; kişilerin inançlarına ve farklı görüşlerine hoşgörüyle bakılır. Çünkü din, inanç ve ifade özgürlüğünü İslam teminat altına almıştır.

İslam dini barıştır derken; bu inanç sisteminin getirdiği güvenlik şemsiyesi herkesi içine alır. Hayvanlara ve çevreye zarar verenlere de yaptırım uygular. Hiç kimse kimsenin tavuğuna kış diyemez. Hatta kullandığımız bir eşya bile bize hizmet veriyorsa, onu hor kullanamayız. Birine kızıp da telefonu fırlatamayız. Yere düşen bir eşyayı tekmeleyemeyiz. İslam inancının duyarlılığı burada işte!... Allah “Benim rahmetim her şeyi kaplamıştır” diyor. Canlı ve canssız evrende her ne varsa varlık olarak Allah’ı tesbih ediyor. Bunu idrak etmek için şuurlu olmak ve şuurlu insan olarak yaşamak gerekiyor.

Merhum Cemil Meriç Hoca “Anarşi, Terör, Anomi” isimli  bir gazete tefrikasında “Maverayla göbek bağını kopartmış bir dünyanın insanı ya intihar eder, ya da isyan” diye yazmıştı. Ahireti hice sayıp, sadece dünya ehli olmak bencilliktir. Bencillik insanı yalnızlık girdabına sokar. Onu boğar. Başına gelmedik işler açar, insan huzur bulmaz ve mutlu olmaz. Oysa Allah “Muhakkak ki müminler  kardeştir. Hepiniz birden Allah’ın ipine sarılın ve tefrikaya düşmeyin” diyor.  Bu emre uyulursa  doğal olarak toplumlarda barış olur. Barış diğer bir anlamda birlik ve  dirlik demektir.


..........
Not: İlahiyatçı Yazar / Niyazi Özdemir hocanın dünkü Yeni Birlik gazetesindeki Ramazan Sayfasında neşredilen makalesini bloğumda paylaşıylorum.
..........
Profösör

28 Haziran 2016 Salı

İslam'da Sanat ve Estetik Duygusu


Mübarek Ramazan ayı münasebetiyle yurdun her tarafında etkinlikler düzenleniyor. Neredeyse eski ramazanları aratmayacak nitelikte organizasyonlar halkın istifadesine sunuluyor. Bundan da çok memnunuz. Davudi sesli bir müezzinin okuduğu bir ezan sesi, bir gayri müslimi etki altına alabiliyor ve onun hidayete ermesine vesile olabiliyor. Güzel ses eğitildiği zaman daha da güzelleşiyor. Hele Ezan-ı Muhammedi gibi namaza ve kurtuluşa davetin kutsal ahengi bir gayri müslimi anlamını bilmese bile onu, İslam’la şereflendirebiliyor. Güzel sesin hakkını verdiğin zaman insan kutsal bir görevi hakkını vererek yerine getirmiş oluyor.
 Musıki ve makam elbette güzel sanatların bir koludur. Klasik Türk Musikisi olarak sınıflandırılan Türk Tasavvuf Musikisi de musiki sanatının özünü teşkil ediyor. Ne varki, musikiyi, sesi ve teknik aletleri yerli yerinde kullanmak da bir bilgi, beceri ve tecrübe işi. Onun için müezzinlerimizin ses eğitimi alması, makam bilmesi ve sesini yerinde ve doğru olarak kullanması gerekir. Hatta hopoarlörlerin ses ayarlarının yapılması, ezanın uluhiyyetine ve mehabetine gölge düşürmemesi gerekir. Önemli olan ses, makam, teknik aletlerin bir uyum içinde olması ve yüce Allah’ın davetini en güzel bir şekilde yerine getirilmesidir.  Güzel bir ezan sesi üzerimizdeki bütün olumsuzlukları, umutsuzlukları, karamsarlıkları, kötü düşünce ve duyguları siler götürür. İçimize bir huzur iner. Güzel bir ezan sesi içimizi titretir; bu fani dünyada gelip geçici olduğumuzu hatırlatır, bizi hüzünletir ve bir okadar tatlı bir huzur içinde bizi mutlu eder.

Musikidenn, mimarlığa, yazıdan, resimden edebilata kadar, sanatın her türlüsü başta İslami esaslara ters düşmeyecek şekilde icra edilmesi aynı zamanda estetik kaygısıyla da en iyisi, en güzeli ve en doğrusu yapılmalıdır. Peygamber efendimiz bir defin esnasında kabirin toprağını eliyle düzelttiğini öğreniyoruz. Allah kainatı yaratmış ve insanı ayrı tutmuş. İnsan ahseni takvim üzere yaratılmış ve bütün yaratıklar insanın emrine verilmiş. Bu açıdan da insan yaptığı işi doğru düzgün yapması gerekir. Alelade iş yapılmamalı, işin hakkı verilmelidir.

Bir duygu, bir düşünce ve bir davranışın olgunlaşması ve kemale ermesi, aynı zamanda duygu, düşünce ve davranışların da sanat ve estetik olarak ifade edilmesidir. Zamanla, git gide duygu, düşünce ve davranışlar gelenekleşir, örf olur ve kültür olarak da hayatımızda kalıcılığı artar. İslam medeniyetinin özü de inançtan doğar. Sosyal hayatın iyi insanlarla şekilllendiği bir adalet ve ahlak toplumu oluşur. Ruh sanat ve estetikle beslenir. İslami hassasiyet bizi her anlamda daha da duyarlı hale getirmiştir. Her ne yaparasak yapalım İslami hassasiyet  prensiplere uymakla başlar; bu prensipler üzerine de sanat ve estetik biina edilir. Köksüz hiç bir uygarlık ayakta kalamamıştır.  Şuurlu bir müslüman aklın ve nefsin aldatmacalarına kanmaz; onun ölçüsü Yüce Kitapptır. O ölçü çerçevesinde sanata değer verir estetik hazza kvuşur. Bundan dolayıdır ki; Geleneksel Osmanlı Türk İslam sanatları, günümüzde çok ilgi görmektedir.

Her inancın bir uygarlığı ve bir kültür sanatı vardır. İslam inancının da eskimez, pörsümez bir gönül medeniyeti vardır. İşaret ettiği nokta insanın olgunlaşması, kemale ermesi, maddi ve manevi zenginliğe kavuşmasıdır. İnsan o zaman maddi ve manevi olarak insan tatmin duygusu yaşar. 

Prrofösör

.....

Not: Bu makalemiz dünkü 
Yeni Birlik gazetesi 
Ramazan sayfamızda neşrolmuştur.






22 Haziran 2016 Çarşamba

Zikir Allah'a Yaklaştırır


Bir müslüman Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarınadan da kaçınmak zorundadır. Kim ki Allah’ın emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınıyorsa bütünüyle Allah’a, Kuran’a,  Peygambere teslim olmuş ve doğru yolda demektir. Kuran’a tabi olmak demek Allah’ı Azimüşşan’ı zikretmek ve onu yüceltmek demektir. Kuran buyruklarına tabi olan Allah’ı dil ile, kalb ile  zikretmiş, verdiği nimetlere karşı da  Allah’a şükretmiş demektir. Allah’ı hatırlama bütünüyle bir uyarıdır. Zikir ve şükür müslümanın sürekli şuur içinde olmasını sağlar.  Kulun iman ve amel ilişkisini tanzim etmesi gerekir. İman ve İslam birbirini tamamlayan iki unsunrdur.  Onun için zikir inanmak ve inandığımızı bizatihi nefsimizde yaşamak anlamına gelmektedir. Cenab-ı Allah “Rabbiniz olan beni anın” der. Allah’ın emirleriden anlaşılacağı gibi, bizi yaratan, hayatımızın  gayesi kılan, bizim hulusi kalp ile Allah’a yönelmemiz ve Onu zikretmemizdir. Yine Yüce Allah “Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin” der. Bu emrin gereği Cenab-ı Hak’kı her fırsatta anacağız, onu zikredeceğiz, ayrıca bize verdiği nimetler karşısında da ona olan şükrümüzü belirteceğiz.

Zikretmek ve Allah’ı anmak kapsamı geniş bir sorumluluktur. Onu hatırlamak, akılda ve zihinde tutmanın da ötesinde, onu kalben sevmek demektir. Kalben sevmek onsuz nefes alamamak demektir. Allah’ı seven, Kitabını da Peygamberini de sever. Allah’a olan kulluğunu, ibadet ve taatını hakkıyla yerine getirir. Bir mümin ve müslüman olan insan için, en büyük erdem Allah’a salih kul olabilmektir. Bir müslüman için en büyük gaye zikirle, şükürle Hak’kın rızasını kazanabilmektir. Bu açıdan zikir yaptığımız ibadetlerin özünü teşkil eder. Allah’ı zikir kalplerin temizliği ve nurlanması, huzur bulması demektir. İlmin, idrakin ve irfanın harekete geçmesi demektir. Allah’ı zikir vücudun marazlardan kurtulması, afiyet bulması, ruhlarımuzun neşelenmesi,  cemalimizin güzelliği ve gülümsemesi demektir. Zikir nefsi terbiye yolunda Hakikate ermek için seyri süluk içinde bulunmak demektir. Allah’ı zikir imanı güçlendirir, İslam’ı idrakte ve İslam’ı yaşamaktan zevk almak demektir. Zikir muhabbet ve huşu demektir. Allah’ı kırma onun sevgisine mazhar olamma korkusuyla yaşamak demektir. Allah’ı zikretmek, onu anmak demek; kalbin katılığının giderilmesi, kalbin yumşaması ve gönül rızasını kazanmak demektir. Allah’ı zikir demek, bilerek, bilinçlenerek sevmek ve sevilmek demektir. Kuran-ı Kerim “Hakiki müminler Allah zikredilince kalpleri ürperenlerdir” demektedir. Çünkü Allah’i zikredenlerin kalpleri hassastır. Hassas terazi gibi sadece değerleri tartar. Kalbinde değerli olan Hakikate yer verir. Hazreti Peygamber de  Allah’ı zikredenler için, "İnsanların en üstün derecelisi Allah'ı zikredenlerdir." buyuruyor. Allah’a zikir müslüman için hayati bir önem haizdir. Zikrin en güzeli ve en faziletlisi Peygamber efendimizin bizlere öğrettiği şekliyle yapılmış olanıdır.

Allah’ı zikredip tesbih etmek için belli başlı zikir cümlelerini de burada ifade etmek isterim; Allah, La ilahe illallah, Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahü Ekber, Sübhanallah ve bihamdih, Estağfirullah, La ilahe illallahü vahdehüla  şerike lehül mülkü velehül hamdü vehüve ala külli şeyin kadir. Bunlar ve buna benzer zikir cümleleriyle Allah’ü Azimüşşanı zikreder, tesbih ve onu tazim ederiz. Kainatta yartılan bütün mahlukat Allah’ı zikreder, tesbih eder, Onu tevhid eder, Kul Allah’ı tesbih ederek ve zikrederek de tenvir olur. Zikirle, şükürle tenvir olan kalpler, şeytanın desiselerine  ve tuzaklarına düşmez, vesveseye kapılmaz, Zikir sahibi kişi zikrini dil ile  ve kalp ile yapmakla birlikte Kuran’ı Kerim’i bir zikir olarak Kabul eder. Allah’ı anmayı, zikretmeyi iyilik yapmak ve kötülük yapmaktan sakınmak olarak algılar. Zikreden ve şükreden Allah yolundadır. Zikreden ve şükreden iyiliklere koşan, kötülüklere de set çeken demektir.  Zikreden ve şükreden bir kimse hırsını, kibirini yenen, kalbinde sevgi, şefkat, merhamet taşıyan demektir. Allah bizi kendine zikredenlerden ve şükredenlerden eylesin.


..........
Not: Hukukçu Fazıl Sadıkoğlu'nun  Buünkü Yeni Birlik gazetesindeki Ramazan Sayfasında neşredilen makalesini bloğumda paylaşıylorum.
..........

Profösör


21 Haziran 2016 Salı

Rahmet, Bereket, Mağfiret Ayı


Ramazan ayı rahmet, bereket ve mağfiret ayıdır. Elbette Ramazan ayı sabır ayıdır, hoşgörü ayıdır. Huzurun,  sükunetin, kardeşliğin karşılıklı yardımlaşmanın ve kalp güzelliğinin en çok yaşandığı bir iklimdir Ramazan ayı... Camilerimizde,  minarelerimizde sadece kandiller, mahyalar ve şerefeler yanmaz; aynı zamanda  imanımızın gereği, yerine getirdiğimiz ibadetlerimizden dolayı da kalbimizdeki kandillerimiz yanar. Böylece hep birlikte bu manevi iklimde birbirimlize daha da yakın oluruz. Hep birlikte Allah'ın ipine sarılmaktan ve kardeşlikten büyük haz duyarız. Birbirimizi sahipleniriz. Birbirimizin sevinçlerine, mutluluklarına ortak olma, ayrıca birbirimizin sıkıntılarına çare bulma ve yaralarına merhem olma konusunda daha da duyarlı oluruz. Çünkü Cenab-ı Allah ancak müminlerin kardeş olduğunu bize hatırlatarak, müminler olarak   bizim hep birlikte Allah'ın ipine sarılmamızı emrediyor.

Birlik olmak, kardeş olmak demektir. Kardeş olmak da birlik olmak demektir. Ancak birlik olur da tefrikaya düşmez isek, Kuran'ın buyruklarıyla hareket edersek Allah'ın rahmetini, bereketini ve mağfiretini kazanmış oluruz. Allah'ın rahmetini, bereketini ve mağfiretini kazananlar şuur içinde yaşayanlardır. Şuurlu toplum hiçbir zaman gaflete düşmez ve huzur içinde yaşayan toplumlardır. Ramazan ayı onbir ayın üzerinde değer olarak  tutulduğu bir fırsat ve bir şuur ayıdır. Bu ayda daha çok manevi değerlerin bilindiği, insani ve ahlaki faziletin daha çok yansıdığı,  toplumsal yardımlaşmanın daha çok arttığı,  birlik ve dirlik ayıdır. Bu ay hepimizi huzura götüren ve Kuran'ın indirildiği nurlu bir aydır.  Peygamberimizin buyurduğu gibi “İnanarak ve karşılığını yalnız Allah'tan umarak Ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahları bağışlanır". İşte bundan dolayıdır ki; bu ay rahmet, bereket  ve mağfiret ayıdır.

Ramazan ve oruç tutmanın insan üzerindeki maddi ve manevi etkilerini  anlatmakla bitiremeyiz. Ramazan ve orucun hikmeti parmakla sayılamaz. Ramazan orucunun bildiğimiz ve bilemediğimiz, insan vücudu ve yaşantısı üzerindeki etkileri ancak sonsuzlukla ifade edilebilir. Oruç insan ruhunu ve davranışlarını disipline sokar. İnsan nefsini dizginleyerek aynı zamanda insanı terbiye eder. İnsan iradesini iyi yönde kullanabilmesini kolaylaştırır. Birey ve toplum olarak Ramazan ve orucu idrak etmek demek, hakikatin farkına varmak,  birey ve toplum olarak İslami, insani, vicdani olarak da farkındalık oluşturmak  demektir. Ramazan ve oruçla birlikte sabretmeyi, hoşgörlü olmayı, bize ihsan edilen nimetlerin kıymetini bilmeyi öğreniriz. Ramazan ve oruç bizim tek başına yalnız yaşamamızı önler. Benliğimizi, kimliğimizi ve kişiliğimizi güçlendirir. Bununla birlikte bencilliğimizi törpüler, bizi diğer kardeşlerimizle bir tutar, onlarla kaynaştırır. Birbirimize olan muhabbetimizi arttırır. Bundan dolayıdır ki; bu ayda günahlarımızdan arınırız. Bundan dolayıdır ki bilincimizi taze tutarız. Ramazan ve oruç ayı sadece kendi ülkemizde bir iklim oluşturmaz. Bütün islam ülkelerinde ve dünyanın her yerinde, nerede bir  müslüman kardeşlerimiz varsa, hepsi de bu iklimde yerini bulur.  Bu  iklimle Ramazan ve oruç kültürü oluşur. Bu kültür her Ramazan ayı geldiğinde  birlikte yaşanır ve birlikte yaşatılır. Bu kültür ümmet bilincidir. Bütün insanlığa olan yansıması da sevgi, şefkat ve merhamettir. Onun içindir ki; Ramazan ayı rahmet, bereket ve mağfiret ayıdır.


..........
Not: İlahiyatçı Yazar / Niyazi Özdemir hocanın Buünkü Yeni Birlik gazetesindeki Ramazan Sayfasında neşredilen makalesini bloğumda paylaşıylorum.
..........

Profösör

20 Haziran 2016 Pazartesi

Hidayet Allah'tandır.


Mübarek Ramazan ayı boyunca müslümanlar oruç tutarlar. Nefsin zaaflarına karşı ayak diretir ve nefsin azgınlıklarına karşı onu dizginlemek için azami gayreti gösterirler. Oruç tutarak, sabrederek, daha çok sevgi, şefkat, merhamet duygularıyla fitre, zekat ve ihtiyaç sahiplerini düşünerek birbirlerine yardım ederler. Birbirlerine daha çok muhabbet beslerler ve kardeşlik duygularını pekiştirirler. Ramazan ayı müslümanların daha İslami, daha insani, daha vicdani duygular beslediğini ve birbirlerine karşı daha adil davranıldığı bir iklim olarak düşünebiliriz. Müslümanların bu hali elbette taş yürekli kimseleri de etkileyecektir. Onların da bir nebze olsun kalpleri yumşayacaktır. Bir müslüman bir müslümanın aynasıdır. Müslümanlar birbirinden gördükçe de iyilikte ve hayırda yarışacaklardır. Ayrıca bir müslüman bir kimsenin hidayetine vesile olursa bunun ecri ve sevabı çok büyüktür.

Hidayet Allah'tardır deriz. Elbette kulun da birazcık olsun kalbini iyiliklere açık tutması gerekir. Birazcık olsun hakikati görmek için bile bile nefsin zaaflarına teslim olmaması ve diretmesi gerekir. Bir insanın düşünmesi, akletmesi, şuur kapısından adım atması demek, artık düşünce tarzının da İslami esaslara göre olması ve hayatına İslam’a göre yön vermesi demektir. Bir insan hidayete erdiği zaman doğru yolda, doğruyu bulmuş demektir. İyiliklerle karşılaşmış ve güzelliklerle buluşmuş demektir. Bir insan hidayete erdiği zaman Yüce kitabımız Kuran'ı kendine rehber edinmiş demektir. Hak yola girmiş, hakikatin kucağında  demektir. Batıla kapısını kapatmış, Hak'ka teslim olmuş demektir.

Hidayet; doğru yolu gösterme, Allah’ın razı olduğu yolda yürüme, yine Allah’ın insanın kalbindeki bütün sıkıntıları yok etmesi,  bunun yerine rahatlık ve huzur vermesi demektir.  Allah’ın emir ve yasaklarına uymada kula kolaylık ihsan etmesi demektir. Hidayete ermek; ihtida etmek anlamında düşündüğümüzde İslam’ı seçme ve müslüman olmak demektir. Hidayete eren insan ömrünü Allah’a salih kul olabilmek için geçirir. Hidayete eren bir müslümanın en büyük arzusu Allah’ın rızasını kazanabilmektir. Onun için ondan büyük bir haz yoktur. Bir kimse aklı yerinde ve buluğ çağında ise artık İslam’ın emrettiği sorumlulukları yerine getirmekle mükelleftir. Hakikat kucağı sevgidir, şefkattir, merhamettir. Müslüman bunun bilincindedir. Bir müsülman doğru yolda olduğu müddetçe yaşantısı bütünüyle hidayet üzerinedir. Doğru yolda sabit kalabilmesi için bir müsülman nefsini terbiye etmede azami gayreti gösterecek ve elinden geldiğince hayır hasenat işleriyle uğraşacaktır. Bir çocuğu sevindirecek, bir yetimin başını okşuyacak, bir yaşlının elinden tutaacak ve onun  hayır duasını alacak, bir hasta ziyaretinde yatan hastaya şifa dileyecek, tabiri caizse bir karıncanın bile canını acıtmaktan imtina edecektir.

Allah Kuran’da “Allah zulmedenlere hidayet etmez” buyururken, her tür yapılan kötülüğü, yanlışı, çirkini affetmiyor. Zalim olmanın ve zulmün dışında zalimi övmenin, zulmü alkışlamanın da aynı manaya delalet ettiğini bilmeliyiz. Yine Kuran “Kim Allah’a inanırsa Allah onun kalbini hidayete erdirir.” Diyor. Hidayete ermek irademizi Hak’ın iradesine teslim etmekten geçer. Hidayete ermek dünya  ve ahiret  huzura kavuşmak ve mutlu olmak demektir.

Profösör

.....

Not: Bu makalemiz bugünkü 
Yeni Birlik gazetesi 
Ramazan sayfamızda neşrolmuştur.


17 Haziran 2016 Cuma

Bir Nevi Özgürlük

Yağmurdan sonra bütün doğayı kokuya boğan çılgın  toprak kokusu. Bir o kadar da yağmura teslim olan beyaz papatyaların sarı benek kokusu. Bir kır evinde yaşamak ve bir uçsuz bucaksız boz kırda özgürce haykırmak isterdim doğrusu.

Profösör

16 Haziran 2016 Perşembe

Hangimiz Eşek Olmadık ki!..

Hangimiz çocuğumuza eşek olmadık ki!.. Eşek  olup da çocuğumuzu sırtımızda taşımadık ki!.. Hangimiz eşekliği tadmadık, hangimiz eşek binme zevkini çacuklarımıza tattırmadık ki!.. Hangimiz çocuğumuza büyüyünce adam ol; benim gibi eşek olma demedik ki!..

Profösör

Not:  Realist Figüratif ressam Bo Bartlett 'in Bir çalışması.

15 Haziran 2016 Çarşamba

Gafletten Kurtuluş


Gaflet; insanın dünya ve ahiret hayatı için elzem olan şeylerin önemini kavayamama, boş  yere nefes alarak, hakikati idrakten uzak, şuursuzca yaşama halidir. Halk arasında gaflet; dalgınlık, dikkatsizlik, ihmal ve yanılma anlamlarında da kullanılmaktadır. Biz gafletin sözlük anlamına değil de, daha çok kelimenin fiiliyattaki işlevselliği üzerinden konuya vakıf olacağız. Gaflet Allah’an, Kitaptan, Peygamberden bi haber şuursuzca yaşamaktır. Şuursuzca yaşamak, boş yere yaşamak, günahkar olmak, Allah’ın rızasını kazanmaktan uzak durmak demektir. Bir insanın mümin ve müslüman olduğu  halde, bilerek ya da bilmeyerek  nefsin zaaflarına tamamen teslim olması demektir. Bizim kültürümüzde “Su uyur düşman uyumaz” denir ya; insanın en büyük düşmanı ise şeytandır. Şeytan nefsimizin zaaflarından yararlanarak bize yanaşır ve bize musallat olur. Bizi uyanık iken ve şuurlu yaşarken değil, şeytan bizi gaflette iken vurur.  

İnsan yaratılış itibariyle günah işleyebilir fıtrattadır. Yani insan beşerdir; hatalardan, günahlardan ari değildir. İnsan beşer ve şaşar. Onun için şuurlu müslüman şürekli, Allah, Kitap ve Peygamberle irtibat halindedir. Allah Yüce Kitabında ne emrediyorsa ve Yüce Peygamberimiz İslam’ı nasıl yaşamış ise biz müminler olarak Allah’a inanır, Peygamberine uyarız. Allah’a salih bir kul, Peygamberimizin izinden giden iyi bir ümmet oluruz. Ancak bu şekilde gaflete düşmekten kurtulur ve bu şekilde şuurlu oluruz. 

Şuurlu insan  sürekli kendini yenileyen ve  geliştiren insandır. Şuurlu insan ilim ve irfan yolunda azami gayreti gösteren ilmiyle amil olan insandır. Şuurlu insan nefsini terbiye eden, iradesini iyi yönde kullanan ve nefsin azgınlıklarına karşı duran insan demektir. Şuurlu insan dünyayı bir misafirhane ve sınav yeri olarak kabul eden, ölümü ibret sayan, ebediyete inanan ve dünyada iken  ahiret için azık edinen insan demektir. Şuurlu insan “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışan” insan demektir. Şuurlu insan inanır, umit eder, çok çalışır, yeise düşmez, vefakardır, fedakardır, cefakardır, cömerttir, alicenaptır... Hamiyetperver, vatansever,  adaletli, ahlaklı, şerefli bir hayatı olan insan demektir. Şuurlu insan azla yetinir, kanaat eder, kazanımlarını ihtiyaç sahipleriyle paylaşır, çocuk demez, yaşlı demez, hasta demez, düşkün demez, onların elinden tutan, onların gönüllerinde yer edinen, bütün darda olanların  maddi ve manevi olarak yanındadır. Şuurlu insan, sadece insan ilişkilerinde değil, bütün yaratılmışlara karşı Yaratandan ötürü saygı duyan ve onlara kalbinde yer veren insan demektir. Şuurlu insanın en büyük özelliği inandığı gibi yaşayan ve yaşadığı gibi de inanan, içi  dışı bir insan demektir. Şuurlu insan insanlığı tutsak eden, fitne, fücur, fesada sürükleyen, aklen, fikren, zihnen, kalben çürüten zamanımızın  virüslerine karşı  korunaklı olan demektir. Şuurlu insan daima gönlünde Allah ve Peygamber sevgisi taşıyan insan demektir.

O halde şimdi; aklımızı başımıza devşirmenin zamanıdır. Gaflette olan derin bir uykuda demektir. Uyanık olursak ancak aklımızı o zaman doğru kullanabiliriz. Allah’a ve Peygamberine uyarsak eğer, nefsin azgınlıklarından ve şeytanın aldatmalarından o zaman kurtulabiliriz. Gafletten kurtuluş demek aynı zamanda nefsin zaaflarından kurtuluş olup, Allah’ın rızasını kazanmak demektir..
..........
Not: İlahiyatçı Yazar / Niyazi Özdemir hocanın Dünkü Yeni Birlik gazetesindeki Ramazan Sayfasında neşredilen makalesini bloğumda paylaşıylorum.
..........

Profösör



13 Haziran 2016 Pazartesi

Güzel Ahlak

Ahlak arapça bir kelime olup, bir çok karşılığı olan önemli bir kelimedir.  Ahlak, huy, seciye, mizaç anlamına gelmekle birlikte, tabiat, natura, fıtrat,  meşrep ve felsifik olarak da etik anlamlarında da kullanılmaktadır. Terim olarak baktığımızda ahlak; insanın fiil ve davraınşlarının iyi olması ve kötü davranışlardan da kaçınmasıdır. Bunu yaparken de hiçbir çıkar gözetmeksizin kendiliğinden meydana gelen ve doğaçlama olarak ortaya çıkan iyi, güzel ve doğru davranışlardır. Biz buna "Ahlak-ı Hamide, yani güzel ahlak da diyoruz. Güzel ahlakın özü İslam'dır. Peygamber efendimiz de "Muhakkak kı ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" der. O halde İslam ahlakı Kuran-ı Kerim'e dayanır.  İslam'da ahlak dediğimizde de Kuran'ın buyurduğu iyilikleri yapma, kötülüklerden kaçınma durumudur.  Yani hal ve hareketimizi aynı zamanda insan olarak bizim, kendi  irademizi bu yönde kullanmamızı güzel ahlak olarak nitelendiririz. Güzel ahlak insanı kademe kademe olgunlaştırarak kemale erdirir. Öyle bir hal alır ki; artık düşünmeden kendiliğinden doğaçlama ve bir refleks olarak ahlak güzelleşir ve insanı güzelleştirir. Güzelleştikçe insan maneviyat olarak da yüceleşir.


Kur'an hükümlerinin en baştaki amacı adaleti temin etmek, ikinci amacı ahlaklı ve seciyeli nesiller yetiştirmektir. Üçüncüsü de maslahatın korunmasıdır. Müslüman en başta  adil olacak ve ahlaklı olacak ki bu değerlerle ahlaken takdir ve itibar gören bütün davranışları kendi nefsinde toplayabilsin.  Sevgi, şefkat, merhamet, edep, haya, nefse hakimiyet, tevazu, mahviyet, müsamaha, fedakarlık, feragat, acz, fakr, zikir, şükür, tefekür, sabır ve sebat gibi nice yüce kavramlarla buluşabilsin ve hemhal olabilsin. İşte o zaman İslam"ın cihanşümul, evrensel değerleriyle donanarak  güzel ahlakı yakalamış oluruz. İşte o zaman toplumda kardeşlik ve dostluk oluşur, hep birlikte barış içinde mutlu olur ve huzur içinde yaşarız.

İslam’da ahlakı nazari ve ameli olarak iki kısma ayıranlar vardır. Elbette güzel ahlakın dayandığı nokta Kuran’ı Kerim’dir. Nasıl ahlaklı olunur Kur’an bizi aydınlatır. Peygamberimizin ve Ashabın yaşayış biçimi de bizim insan olarak örnek alabileceğimiz en büyük değerdir. Efendimiz her yönüyle insanlık için, güzel ve örnek alınacak bir insandır. Onun Peygamber olması aynı zamanda ismet yani masumiyet sıfatını taşımış olmasıdır. Peygamber efendimiz henüz kendisine risalet gelmeden, Mekke’deki müşriklerin bile ona ahlaken güvenmesi manidardır. O “Muhammed-ül Emin” dir. Bütün Mekke halkı ve bütün kabileler onu sevmiştir. Kendisine Risalet geldiğinde de adaletle, ahlaklı ve hakkaniyetle davranarak İslam Dinini tebliğ etmiş ve herşeye rağmen Hatemennebiyyin olarak İslam’ı yüceltmiştir.

Kuran’da güzel ahlaka örnek olarak Hazreti Muhammed gösterilir ve “Muhakkak ki sen yüce bir ahlak üzerinesin” denmektedir. Yani Peygamber efendimizi bütün insanlığın ahlaken onu kendisine  örnek alacağı bir değer olarak görmemiz gerekir. Ancak inanan insan İslam’ın prernsiplerini hayatında  uygulayarak kendisine çeki düzen verir ve güzel ahlaka sahip olabilir. Batılı nice felsefeciler ve bilim adamları Hazreti Muhammed’in üstün ahlakını bariz bir şekilde takdir etmişlerdir. Hz Aişe ye Peygamberimizin ahlakı ne idi? diye sorduklarında “Onun ahlakı Kur’an dı” diye cevap vermiştir. Peygamber efendimiz adeta yürüyen bir Kur’an gibiydi. Kuran’a sımsıkı sarımlak, Peygamber ahlakıyla ahlaklanmak; güzel ahlak sahibi olmak demektir. Efendimiz’in ”Mü’minlerin iman açısından en mükemmel olanı ahlakı en iyi olandır.” sözünü unutmyalım. İyi niyetle işlediğimiz amellerin karşılığı mutlaka iyi olacaktır. Böylece güzel ahlaktan maksat da Allah’ın rızasını kazanmaktır.

Profösör

Not: Bu makalemiz bugünkü 
Yeni Birlik gazetesi 
Ramazan sayfamızda neşrolmuştur.





12 Haziran 2016 Pazar

Aşk ve Firak


Aşk hüzünle yaşanır, kahırla değil. Hakkıyla  aşk yaşayacaksan eğer  Paris'te, Londa'da, New York'ta  değil!.. Aşkı Mekke'de, Medine'de, İstanbul'da yaşayacaksın mirim. Paris'te aşkı kaybeden, kafayı çeken ve kahrolanlar gibi değil!.. Aşkı İstanbul'da  hüzünle yaşayacaksın azizim!.. Bir gün terk-i dünya ettiğimde  de mezar taşıma sarılarak ağlayacaksın sevgilim.

Profösör

.....

Not:
.....
Bu fotoğraf Osmanlı’nın son dönemlerine ait bir fotoğraf var. Fotoğrafta Osmanlı mezarlığı içerisinde bir mezar taşı ve mezarın yanı başında oturan bir kadıncağız görülüyor. Mezar taşı daha on dokuzunda loğusa döşeğinde iken hayata gözlerini kapamış bir hanımcağıza ait. Mezar ise yazılanlar şöyledir:
Âh mine’l-firâk
Bu cihân bağına geldim bir mürüvvet görmedim
Derdime derman aradım bir ilâcın bulmadım
Âh ile zâr kılarak tâzeliğime doymadım
Çün ecel peymânesi dolmuş murâdım almadım
Nişân-ı Hümâyûn kapı çukadârı
Es-Seyyid Hüseyin Efendi’nin kerimesi
On dokuz yaşında iken loğusa
Döşeğinde irtihâl eden Fatma..
Hanım’ın ruhiyçün el-fatiha
Sene 1296

Sevmeye Dair



Her insanın başını sokacak bir barınağı ve bir evi olmalı. Dünyaya kapalı olsa da penceresi Allah'a açık olmalı. Her insanın güzel bir yüreği ve şefkatli bir eli olmalı. Yüreğiyle sevmeli, eliyle dokunmalı. Her insanın bir vicdanı ve bir insafı olmalı; haksızlık karşısında her insan tir tir titremeli. 

Profösör

11 Haziran 2016 Cumartesi

Ölçü Şekli Belirler; Şekil Ölçüyü Belirlemez



Ölçü Şekli Belirler; Şekil Ölçüyü Belirlemez. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Önemli olan ölçüdür. Önce ölçü gelir. Şekil ise doğal olarak ölçüye uyar. Tesettür burkadır, çarşaftır, ferecedir, peştemaldır, pardösüdür diyen olabilir. Ama bu giysilerin hepsinin adı başka başka ve kıyafet şekilleri de başka başkadır. Biz Allah'ın tesettür emrindeki ölçüyü esas alırız. Bir kıyafetin ölçülü olmasına bakarız. Tesettür konusuna da kıyafet ve davranış olarak yaklaşırız.

Hayatımızı Kuran'a göre belirlersek eğer; her konunun bir ölçü tarafı vardır. Yemenin, içmenin, giyinmenin, konuşmanın, gülmenin ve ağlamanın da bir ölçüsü vardır. Madem ki inanan insanlarız, en başta hayat rehberimiz olan Kuran'la yaşar ve Kuran ölçüleriyle hayatımızı şekillendirmeye çalışırız. Yoksa nefsimizin çektiği ve beğendiği ölçüsüz bir şeyi inanç değerlerimize uydurmaya çalışamayız. Ölçüsüz bir şey ölçüye uymaz ve ölçüsüz bir şey de hiç bir işe yaramaz.

Allah herşeyi aynı cins, ırk ve cisim olarak yaratmamış. Ayrı ayrı ve birbirinin tamamlayıcısı olarak yaratmış ki; biz bunların hepsine mevcudat ve mahlukat diyoruz. Bu alemde bulunan mevcudat ve mahlukat yine bu kainatta yer alır. Her şey iç içe ve her şey bir nizam içinde varlıklarını ve sorumluluklarını sürdürür. İnsan cins olarak, ırk olarak, görünüm olarak birbirine benzese de her insanın nevi şahsına münhasır özellikleri vardır. Parmak izlerimiz bile birbirimizden farklıdır. Allah'ın bizden istediği O'nun emirlerine uymaktır.

İyi bir insan, iyi bir müslüman ve salih bir kul olmaktır. Ölçülü olmak aslında bu demektir. Bizim inancımızda yeryüzü bir mesciddir. Her yerde Allah'a secde edilir. Ama kamu yararına, insanların hizmeti için camilerin, medreselerin, imarethanelerin, şifahanelerin ve buna benzer kurumsal yapıların yapılması bir medeniyettir. Bu yapılar birbirine benzeyebilir fakat işlevsel olarak bir ölçüsü ve bir ilkesi vardır. Bir yapının büyüklüğü, küçüklüğü, tezyinatı orada yaşayanların ihtiyacını karşılayabilecek sanat ve estetik değerlerle donatılmıştır.

Her şey İslam içindir. Bizi İslam'la şereflendiren, hidayate erdiren Allah içindir. Giyim kuşamımız, davranışlarımızla Kuran'a uyar ve ölçülü oluyorsak eğer Allah'ın rızasını kazanmış oluruz. Bizim toplumda bir söz vardır; bilmemek ayıp değildir, öğrenmemek ayıptır. Onun için önce cehaletimizi yeneceğiz ki Kur'an rehberimiz ve ölçümüz olsun...

Not: Marka ve stil danışmanı Türkan Eraslankılıç'ın "Ölçü şekli belirler; şekil ölçüyü belirlemez" başlıklı  yazmış olduğu bir makaleyi takipçilerimle paylaşıyorum. Diğer yazılarını merak edenler için Türkan Eraslankılıç ismiyle Google'den web sitesi ve sosyal medya hesaplarına ulaşabilirsiniz.

Profösör





10 Haziran 2016 Cuma

Kıyafet ve Davranış


İnanan ve inandığını hakkıyla yaşamak isteyen müslüman kadın ve erkekler kıyafet ve davranışlarına azami derecede dikkat gösterirler. Kadınlarımız yaratılıştan cezbedici özelliklere sahip olduğundan erkeklerden de giyim kuşam ve davranışlar konusunda daha çok hassasiyet göstermeleri çok doğaldır. 

Kitabımız Kuran'da müslümün kadınların giyim kuşamıyla ilgili tesettür ayetleri dikkat çekicidir. Kur'an kıyafetle ilgili ölçü verir. O ölçüye göre müslüman kadınlar da giyim kuşam ve davranışlarına özen gösterirler. Dinimizdeki hüküm ise; Kadınların vücut hatlarının belli olmayacak herhangi bir elbise ile örtünmesi farzdır. İslam dini, tesettürü emretmiş, ama belli bir örtü şekli bildirmemiştir. 

Giyinme konusunda elbette işin fıkhi yönüyle ilgili kısmını ilahiyatçı hocalarımızdan bütün ayrıntılarıyla öğreniyoruz. Biz giyim kuşamın daha çok işin sosyal yönüyle olan kısmına bakarsak, kullandığımız kıyafetlerin en başta inandığımız değerleri hakkıyla yansıtacak ve asla değerlerimize ters düşmeyecek şekilde olmalarına dikkat ederiz. Daha doğrusu; doğru düzgün giyinmek kadının da erkeğin de ihtiyacıdır. Elbette inanan ve takva sahibi olan bir müslüman, evinde, mahreminde kullandığı kıyafetiyle, yani ev kıyafetleriyle, dışarıya çıktığında, kullandığı sokak ya da işyeri kıyafeti farklı olacaktır. 

Mahremimizin dışında kullandığımız bütün kıyafetler, hem tesettür ölçülerini karşılaması, hem de şatafattan, abartıdan uzak, fakat elaleme karşı da bizi küçük düşürecek bir giysi olmamasına özen göstermeliyiz. 

Özellikle kadınlarımız üzerinde taşıdığı elbisesiyle, aksesuarlarıyla yanlış bir algı oluşturacak değerlerden kaçınmalı ve toplumu rahatsız edecek davranışlardan da ahlaken uzak durmalıdır. Her zaman kıyafet denince aklımıza hemen üzerimize giyindiğimiz elbisemiz gelir. Oysa üzerimizdeki giysi kadar, hal ve hareketlerimiz de bir imaj ve bir algı oluşturur. Bu imaj ve algı, iyi ya da kötü bir zihniyeti yansıtır. Müslüman kadının zihniyeti iffet kavramında şıklığı, zerafeti ve asaleti aynı çizgide buluşturabilmesidir. Özellikle tesettürlü kadınlar kendisine bir elbise düşünürken stil ve modelde sadeliği seçmelidir. Bir elbisenin tasarımında gereksiz dokunuşlar, kullanılan metaryal ve aksesuarlar da bazen bütünüyle sadeliği bozan şeylerdir.

Nasıl ki inanan bir kadın; giyim kuşamda tesettürü kendine şiar ediniyorsa, başta Allah’ın rızasını kazanmak içindir. Tesettürü istiyerek ve severek kendi nefsinde uygulaması onun takva yolunu seçmesindendir. Yine inanan bir kadın toplum içindeki davranışlarını taşıdığı kıyafetin gereği gibi düşünerek, daha edepli, daha seviyeli ve daha bilinçli olmak durumundadır. Hem üzerimizde taşıdığımız giysi ve aksesuarlarımızın tesettüre uygun olması, hem de davranışlarımızın, hal ve hareketlerimizin, adabı muaşerete de uygun olması gerekir. 

Bunun dışında biz kadınların ilim irfan sahibi olması, yaptığımız bir işin hakkını vererek, hakkımızda iyi şeylerin konuşulması, ismimizin yüceltilmesi ve asla kirletilmemesi de şiarımız olmalıdır. İçinde bulunduğumuz Kutsal Ramazan ayında giyim kuşamımıza azami hassasiyeti göstermeliyiz. İnanan insan kadın olsun, erkek olsun öncelikli olarak, kendisine takva elbisesi edinmelidir. Ayrıca elbisenin, aksesuarın, hatta davranışların teşhirciliğe girmemesi ve ziynetini İslami esaslarla zenginleştirmesi onu huzurlu ve mutlu eder.

"Özellikle kadınlarımız üzerinde taşıdığı elbisesiyle, aksesuarlarıyla yanlış bir algı oluşturacak değerlerden kaçınmalı ve toplumu rahatsız edecek davranışlardan da ahlaken uzak durmalıdır."



Not: Marka ve stil danışmanı Türkan Eraslankılıç'ın Kıyafet ve Davranış üzerine yazmış olduğu bir makaleyi takipçilerimle paylaşıyorum. Diğer yazılarını merak edenler için Türkan Eraslankılıç ismiyle Google'den web sitesi ve sosyal medya hesaplarına ulaşabilirsiniz.

Profösör






Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...