29 Haziran 2016 Çarşamba
İslam Barış Dinidir
İslam kelime itibariyle geniş bir terminolojiye
sahiptir. İslam Arap graamerinde “Selime” mazi kökeninden türemiştir. Sin, lam,
mim; İslam kelimesinin kökenidir. “Selime”
salim oldu, maddi ve manevi olarak huzur içinde bulundu demektir. İslam
Allah’ın hükümlerine teslim olmak anlamına gelir . Kim ki Allah’ın emirlerine
teslim olur, huzur bulur demektir. Hem müslümanlar karşılıklı muamelede
Allah’ın hükmüyle adil olurlar, ahlaklı davranırlar, hemde kendi iç çatışmalarından kurtulmuş olmaları demektir. İslam inancı bütün insanlığı
içine alacak şekilde kapsayıcıdır. İnsani, vicdani evrensel değerlerin üzerinde
kutsiyeti olan yüce Kitabımız olan Kuran-ı Kerim rehberimizdir. Allah’ın
sevgili kulu ve Resulü olan Peygamberimiz hazreti Muhammed de önderimizdir. Elbette İslam Barış
dinidir. Bu fani dünyada insanın maddeye olan düşkünlüğünden kurtararak, onu manevi
olgunluğa kavuşturan yüce bir dindir. Kur’an da, Hazreti Peygamber de onun için
bize gönderilmiştir. Bütün insanlık buhrandadır; buna karşın kurtuluş ancak İslam’dadır.
İslam dini barıştır derken; bu inanç sisteminin
getirdiği güvenlik şemsiyesi herkesi içine alır. Hayvanlara ve çevreye zarar
verenlere de yaptırım uygular. Hiç kimse kimsenin tavuğuna kış diyemez. Hatta kullandığımız
bir eşya bile bize hizmet veriyorsa, onu hor kullanamayız. Birine kızıp da
telefonu fırlatamayız. Yere düşen bir eşyayı tekmeleyemeyiz. İslam inancının
duyarlılığı burada işte!... Allah “Benim rahmetim her şeyi kaplamıştır” diyor.
Canlı ve canssız evrende her ne varsa varlık olarak Allah’ı tesbih ediyor. Bunu
idrak etmek için şuurlu olmak ve şuurlu insan olarak yaşamak gerekiyor.
Merhum Cemil Meriç Hoca “Anarşi, Terör, Anomi”
isimli bir gazete tefrikasında
“Maverayla göbek bağını kopartmış bir dünyanın insanı ya intihar eder, ya da
isyan” diye yazmıştı. Ahireti hice sayıp, sadece dünya ehli olmak bencilliktir.
Bencillik insanı yalnızlık girdabına sokar. Onu boğar. Başına gelmedik işler
açar, insan huzur bulmaz ve mutlu olmaz. Oysa Allah “Muhakkak ki müminler kardeştir. Hepiniz birden Allah’ın
ipine sarılın ve tefrikaya düşmeyin” diyor. Bu emre uyulursa
doğal olarak toplumlarda barış olur. Barış diğer bir anlamda birlik
ve dirlik demektir.
..........
Not: İlahiyatçı Yazar / Niyazi Özdemir hocanın dünkü Yeni Birlik gazetesindeki Ramazan Sayfasında neşredilen makalesini bloğumda paylaşıylorum.
..........
Profösör28 Haziran 2016 Salı
İslam'da Sanat ve Estetik Duygusu
Mübarek Ramazan ayı münasebetiyle yurdun her
tarafında etkinlikler düzenleniyor. Neredeyse eski ramazanları aratmayacak
nitelikte organizasyonlar halkın istifadesine sunuluyor. Bundan da çok memnunuz.
Davudi sesli bir müezzinin okuduğu bir ezan sesi, bir gayri müslimi etki altına
alabiliyor ve onun hidayete ermesine vesile olabiliyor. Güzel ses eğitildiği
zaman daha da güzelleşiyor. Hele Ezan-ı Muhammedi gibi namaza ve kurtuluşa
davetin kutsal ahengi bir gayri müslimi anlamını bilmese bile onu, İslam’la
şereflendirebiliyor. Güzel sesin hakkını verdiğin zaman insan kutsal bir görevi
hakkını vererek yerine getirmiş oluyor.

Musikidenn, mimarlığa, yazıdan, resimden
edebilata kadar, sanatın her türlüsü başta İslami esaslara ters düşmeyecek
şekilde icra edilmesi aynı zamanda estetik kaygısıyla da en iyisi, en güzeli ve
en doğrusu yapılmalıdır. Peygamber efendimiz bir defin esnasında kabirin
toprağını eliyle düzelttiğini öğreniyoruz. Allah kainatı yaratmış ve insanı
ayrı tutmuş. İnsan ahseni takvim üzere yaratılmış ve bütün yaratıklar insanın
emrine verilmiş. Bu açıdan da insan yaptığı işi doğru düzgün yapması gerekir.
Alelade iş yapılmamalı, işin hakkı verilmelidir.
Bir duygu, bir düşünce ve bir davranışın
olgunlaşması ve kemale ermesi, aynı zamanda duygu, düşünce ve davranışların da
sanat ve estetik olarak ifade edilmesidir. Zamanla, git gide duygu, düşünce ve
davranışlar gelenekleşir, örf olur ve kültür olarak da hayatımızda kalıcılığı
artar. İslam medeniyetinin özü de inançtan doğar. Sosyal hayatın iyi insanlarla
şekilllendiği bir adalet ve ahlak toplumu oluşur. Ruh sanat ve estetikle
beslenir. İslami hassasiyet bizi her anlamda daha da duyarlı hale getirmiştir.
Her ne yaparasak yapalım İslami hassasiyet prensiplere uymakla başlar; bu prensipler üzerine de sanat
ve estetik biina edilir. Köksüz hiç bir uygarlık ayakta kalamamıştır. Şuurlu bir müslüman aklın ve nefsin
aldatmacalarına kanmaz; onun ölçüsü Yüce Kitapptır. O ölçü çerçevesinde sanata
değer verir estetik hazza kvuşur. Bundan dolayıdır ki; Geleneksel Osmanlı Türk
İslam sanatları, günümüzde çok ilgi görmektedir.
Her inancın bir uygarlığı ve bir kültür sanatı
vardır. İslam inancının da eskimez, pörsümez bir gönül medeniyeti vardır.
İşaret ettiği nokta insanın olgunlaşması, kemale ermesi, maddi ve manevi
zenginliğe kavuşmasıdır. İnsan o zaman maddi ve manevi olarak insan tatmin
duygusu yaşar.
Prrofösör
.....
Prrofösör
.....
Not: Bu makalemiz dünkü
Yeni Birlik gazetesi
Ramazan sayfamızda neşrolmuştur.
22 Haziran 2016 Çarşamba
Zikir Allah'a Yaklaştırır
Bir müslüman Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarınadan da kaçınmak zorundadır. Kim ki Allah’ın emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınıyorsa bütünüyle Allah’a, Kuran’a, Peygambere teslim olmuş ve doğru yolda demektir. Kuran’a tabi olmak demek Allah’ı Azimüşşan’ı zikretmek ve onu yüceltmek demektir. Kuran buyruklarına tabi olan Allah’ı dil ile, kalb ile zikretmiş, verdiği nimetlere karşı da Allah’a şükretmiş demektir. Allah’ı hatırlama bütünüyle bir uyarıdır. Zikir ve şükür müslümanın sürekli şuur içinde olmasını sağlar. Kulun iman ve amel ilişkisini tanzim etmesi gerekir. İman ve İslam birbirini tamamlayan iki unsunrdur. Onun için zikir inanmak ve inandığımızı bizatihi nefsimizde yaşamak anlamına gelmektedir. Cenab-ı Allah “Rabbiniz olan beni anın” der. Allah’ın emirleriden anlaşılacağı gibi, bizi yaratan, hayatımızın gayesi kılan, bizim hulusi kalp ile Allah’a yönelmemiz ve Onu zikretmemizdir. Yine Yüce Allah “Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin” der. Bu emrin gereği Cenab-ı Hak’kı her fırsatta anacağız, onu zikredeceğiz, ayrıca bize verdiği nimetler karşısında da ona olan şükrümüzü belirteceğiz.
Zikretmek ve Allah’ı anmak kapsamı geniş bir sorumluluktur. Onu hatırlamak, akılda ve zihinde tutmanın da ötesinde, onu kalben sevmek demektir. Kalben sevmek onsuz nefes alamamak demektir. Allah’ı seven, Kitabını da Peygamberini de sever. Allah’a olan kulluğunu, ibadet ve taatını hakkıyla yerine getirir. Bir mümin ve müslüman olan insan için, en büyük erdem Allah’a salih kul olabilmektir. Bir müslüman için en büyük gaye zikirle, şükürle Hak’kın rızasını kazanabilmektir. Bu açıdan zikir yaptığımız ibadetlerin özünü teşkil eder. Allah’ı zikir kalplerin temizliği ve nurlanması, huzur bulması demektir. İlmin, idrakin ve irfanın harekete geçmesi demektir. Allah’ı zikir vücudun marazlardan kurtulması, afiyet bulması, ruhlarımuzun neşelenmesi, cemalimizin güzelliği ve gülümsemesi demektir. Zikir nefsi terbiye yolunda Hakikate ermek için seyri süluk içinde bulunmak demektir. Allah’ı zikir imanı güçlendirir, İslam’ı idrakte ve İslam’ı yaşamaktan zevk almak demektir. Zikir muhabbet ve huşu demektir. Allah’ı kırma onun sevgisine mazhar olamma korkusuyla yaşamak demektir. Allah’ı zikretmek, onu anmak demek; kalbin katılığının giderilmesi, kalbin yumşaması ve gönül rızasını kazanmak demektir. Allah’ı zikir demek, bilerek, bilinçlenerek sevmek ve sevilmek demektir. Kuran-ı Kerim “Hakiki müminler Allah zikredilince kalpleri ürperenlerdir” demektedir. Çünkü Allah’i zikredenlerin kalpleri hassastır. Hassas terazi gibi sadece değerleri tartar. Kalbinde değerli olan Hakikate yer verir. Hazreti Peygamber de Allah’ı zikredenler için, "İnsanların en üstün derecelisi Allah'ı zikredenlerdir." buyuruyor. Allah’a zikir müslüman için hayati bir önem haizdir. Zikrin en güzeli ve en faziletlisi Peygamber efendimizin bizlere öğrettiği şekliyle yapılmış olanıdır.
Allah’ı zikredip tesbih etmek için belli başlı zikir cümlelerini de burada ifade etmek isterim; Allah, La ilahe illallah, Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahü Ekber, Sübhanallah ve bihamdih, Estağfirullah, La ilahe illallahü vahdehüla şerike lehül mülkü velehül hamdü vehüve ala külli şeyin kadir. Bunlar ve buna benzer zikir cümleleriyle Allah’ü Azimüşşanı zikreder, tesbih ve onu tazim ederiz. Kainatta yartılan bütün mahlukat Allah’ı zikreder, tesbih eder, Onu tevhid eder, Kul Allah’ı tesbih ederek ve zikrederek de tenvir olur. Zikirle, şükürle tenvir olan kalpler, şeytanın desiselerine ve tuzaklarına düşmez, vesveseye kapılmaz, Zikir sahibi kişi zikrini dil ile ve kalp ile yapmakla birlikte Kuran’ı Kerim’i bir zikir olarak Kabul eder. Allah’ı anmayı, zikretmeyi iyilik yapmak ve kötülük yapmaktan sakınmak olarak algılar. Zikreden ve şükreden Allah yolundadır. Zikreden ve şükreden iyiliklere koşan, kötülüklere de set çeken demektir. Zikreden ve şükreden bir kimse hırsını, kibirini yenen, kalbinde sevgi, şefkat, merhamet taşıyan demektir. Allah bizi kendine zikredenlerden ve şükredenlerden eylesin.
..........
Not: Hukukçu Fazıl Sadıkoğlu'nun Buünkü Yeni Birlik gazetesindeki Ramazan Sayfasında neşredilen makalesini bloğumda paylaşıylorum.
..........
Profösör
21 Haziran 2016 Salı
Rahmet, Bereket, Mağfiret Ayı
Ramazan ayı rahmet, bereket ve mağfiret ayıdır.
Elbette Ramazan ayı sabır ayıdır, hoşgörü ayıdır. Huzurun, sükunetin, kardeşliğin karşılıklı
yardımlaşmanın ve kalp güzelliğinin en çok yaşandığı bir iklimdir Ramazan ayı...
Camilerimizde, minarelerimizde
sadece kandiller, mahyalar ve şerefeler yanmaz; aynı zamanda imanımızın gereği, yerine getirdiğimiz
ibadetlerimizden dolayı da kalbimizdeki kandillerimiz yanar. Böylece hep
birlikte bu manevi iklimde birbirimlize daha da yakın oluruz. Hep birlikte
Allah'ın ipine sarılmaktan ve kardeşlikten büyük haz duyarız. Birbirimizi sahipleniriz.
Birbirimizin sevinçlerine, mutluluklarına ortak olma, ayrıca birbirimizin
sıkıntılarına çare bulma ve yaralarına merhem olma konusunda daha da duyarlı
oluruz. Çünkü Cenab-ı Allah ancak müminlerin kardeş olduğunu bize hatırlatarak,
müminler olarak bizim hep birlikte Allah'ın ipine sarılmamızı
emrediyor.
Birlik olmak, kardeş olmak demektir. Kardeş olmak
da birlik olmak demektir. Ancak birlik olur da tefrikaya düşmez isek, Kuran'ın
buyruklarıyla hareket edersek Allah'ın rahmetini, bereketini ve mağfiretini
kazanmış oluruz. Allah'ın rahmetini, bereketini ve mağfiretini kazananlar şuur
içinde yaşayanlardır. Şuurlu toplum hiçbir zaman gaflete düşmez ve huzur içinde
yaşayan toplumlardır. Ramazan ayı onbir ayın üzerinde değer olarak tutulduğu bir fırsat ve bir şuur ayıdır.
Bu ayda daha çok manevi değerlerin bilindiği, insani ve ahlaki faziletin daha
çok yansıdığı, toplumsal
yardımlaşmanın daha çok arttığı,
birlik ve dirlik ayıdır. Bu ay hepimizi huzura götüren ve Kuran'ın
indirildiği nurlu bir aydır.
Peygamberimizin buyurduğu gibi “İnanarak ve karşılığını yalnız Allah'tan
umarak Ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahları bağışlanır". İşte
bundan dolayıdır ki; bu ay rahmet, bereket ve mağfiret ayıdır.
Ramazan ve oruç tutmanın insan üzerindeki maddi
ve manevi etkilerini anlatmakla bitiremeyiz.
Ramazan ve orucun hikmeti parmakla sayılamaz. Ramazan orucunun bildiğimiz ve
bilemediğimiz, insan vücudu ve yaşantısı üzerindeki etkileri ancak sonsuzlukla
ifade edilebilir. Oruç insan ruhunu ve davranışlarını disipline sokar. İnsan
nefsini dizginleyerek aynı zamanda insanı terbiye eder. İnsan iradesini iyi
yönde kullanabilmesini kolaylaştırır. Birey ve toplum olarak Ramazan ve orucu
idrak etmek demek, hakikatin farkına varmak, birey ve toplum olarak İslami, insani, vicdani olarak da
farkındalık oluşturmak demektir.
Ramazan ve oruçla birlikte sabretmeyi, hoşgörlü olmayı, bize ihsan edilen
nimetlerin kıymetini bilmeyi öğreniriz. Ramazan ve oruç bizim tek başına yalnız
yaşamamızı önler. Benliğimizi, kimliğimizi ve kişiliğimizi güçlendirir. Bununla
birlikte bencilliğimizi törpüler, bizi diğer kardeşlerimizle bir tutar, onlarla
kaynaştırır. Birbirimize olan muhabbetimizi arttırır. Bundan dolayıdır ki; bu
ayda günahlarımızdan arınırız. Bundan dolayıdır ki bilincimizi taze tutarız. Ramazan
ve oruç ayı sadece kendi ülkemizde bir iklim oluşturmaz. Bütün islam
ülkelerinde ve dünyanın her yerinde, nerede bir müslüman kardeşlerimiz varsa, hepsi de bu iklimde yerini
bulur. Bu iklimle Ramazan ve oruç kültürü oluşur.
Bu kültür her Ramazan ayı geldiğinde birlikte yaşanır ve birlikte yaşatılır. Bu kültür ümmet
bilincidir. Bütün insanlığa olan yansıması da sevgi, şefkat ve merhamettir.
Onun içindir ki; Ramazan ayı rahmet, bereket ve mağfiret ayıdır.
..........
Not: İlahiyatçı Yazar / Niyazi Özdemir hocanın Buünkü Yeni Birlik gazetesindeki Ramazan Sayfasında neşredilen makalesini bloğumda paylaşıylorum.
..........
Profösör
20 Haziran 2016 Pazartesi
Hidayet Allah'tandır.

Hidayet Allah'tardır deriz. Elbette kulun da birazcık olsun kalbini iyiliklere açık tutması gerekir. Birazcık olsun hakikati görmek için bile bile nefsin zaaflarına teslim olmaması ve diretmesi gerekir. Bir insanın düşünmesi, akletmesi, şuur kapısından adım atması demek, artık düşünce tarzının da İslami esaslara göre olması ve hayatına İslam’a göre yön vermesi demektir. Bir insan hidayete erdiği zaman doğru yolda, doğruyu bulmuş demektir. İyiliklerle karşılaşmış ve güzelliklerle buluşmuş demektir. Bir insan hidayete erdiği zaman Yüce kitabımız Kuran'ı kendine rehber edinmiş demektir. Hak yola girmiş, hakikatin kucağında demektir. Batıla kapısını kapatmış, Hak'ka teslim olmuş demektir.
Hidayet; doğru yolu gösterme, Allah’ın razı olduğu yolda yürüme, yine Allah’ın insanın kalbindeki bütün sıkıntıları yok etmesi, bunun yerine rahatlık ve huzur vermesi demektir. Allah’ın emir ve yasaklarına uymada kula kolaylık ihsan etmesi demektir. Hidayete ermek; ihtida etmek anlamında düşündüğümüzde İslam’ı seçme ve müslüman olmak demektir. Hidayete eren insan ömrünü Allah’a salih kul olabilmek için geçirir. Hidayete eren bir müslümanın en büyük arzusu Allah’ın rızasını kazanabilmektir. Onun için ondan büyük bir haz yoktur. Bir kimse aklı yerinde ve buluğ çağında ise artık İslam’ın emrettiği sorumlulukları yerine getirmekle mükelleftir. Hakikat kucağı sevgidir, şefkattir, merhamettir. Müslüman bunun bilincindedir. Bir müsülman doğru yolda olduğu müddetçe yaşantısı bütünüyle hidayet üzerinedir. Doğru yolda sabit kalabilmesi için bir müsülman nefsini terbiye etmede azami gayreti gösterecek ve elinden geldiğince hayır hasenat işleriyle uğraşacaktır. Bir çocuğu sevindirecek, bir yetimin başını okşuyacak, bir yaşlının elinden tutaacak ve onun hayır duasını alacak, bir hasta ziyaretinde yatan hastaya şifa dileyecek, tabiri caizse bir karıncanın bile canını acıtmaktan imtina edecektir.
Allah Kuran’da “Allah zulmedenlere hidayet etmez” buyururken, her tür yapılan kötülüğü, yanlışı, çirkini affetmiyor. Zalim olmanın ve zulmün dışında zalimi övmenin, zulmü alkışlamanın da aynı manaya delalet ettiğini bilmeliyiz. Yine Kuran “Kim Allah’a inanırsa Allah onun kalbini hidayete erdirir.” Diyor. Hidayete ermek irademizi Hak’ın iradesine teslim etmekten geçer. Hidayete ermek dünya ve ahiret huzura kavuşmak ve mutlu olmak demektir.
Profösör
.....
Not: Bu makalemiz bugünkü
Yeni Birlik gazetesi
Ramazan sayfamızda neşrolmuştur.
17 Haziran 2016 Cuma
Bir Nevi Özgürlük
16 Haziran 2016 Perşembe
Hangimiz Eşek Olmadık ki!..

Profösör
Not: Realist Figüratif ressam Bo Bartlett 'in Bir çalışması.
15 Haziran 2016 Çarşamba
Gafletten Kurtuluş
Gaflet; insanın dünya ve ahiret hayatı için elzem
olan şeylerin önemini kavayamama, boş
yere nefes alarak, hakikati idrakten uzak, şuursuzca yaşama halidir.
Halk arasında gaflet; dalgınlık, dikkatsizlik, ihmal ve yanılma anlamlarında da
kullanılmaktadır. Biz gafletin sözlük anlamına değil de, daha çok kelimenin
fiiliyattaki işlevselliği üzerinden konuya vakıf olacağız. Gaflet Allah’an,
Kitaptan, Peygamberden bi haber şuursuzca yaşamaktır. Şuursuzca yaşamak, boş
yere yaşamak, günahkar olmak, Allah’ın rızasını kazanmaktan uzak durmak
demektir. Bir insanın mümin ve müslüman olduğu halde, bilerek ya da bilmeyerek nefsin zaaflarına tamamen teslim olması demektir. Bizim kültürümüzde “Su uyur düşman uyumaz” denir
ya; insanın en büyük düşmanı ise şeytandır. Şeytan nefsimizin zaaflarından
yararlanarak bize yanaşır ve bize musallat olur. Bizi uyanık iken ve şuurlu
yaşarken değil, şeytan bizi gaflette iken vurur.
İnsan yaratılış itibariyle günah işleyebilir fıtrattadır. Yani insan beşerdir; hatalardan, günahlardan ari değildir. İnsan beşer ve şaşar. Onun için şuurlu müslüman şürekli, Allah, Kitap ve Peygamberle irtibat halindedir. Allah Yüce Kitabında ne emrediyorsa ve Yüce Peygamberimiz İslam’ı nasıl yaşamış ise biz müminler olarak Allah’a inanır, Peygamberine uyarız. Allah’a salih bir kul, Peygamberimizin izinden giden iyi bir ümmet oluruz. Ancak bu şekilde gaflete düşmekten kurtulur ve bu şekilde şuurlu oluruz.
Şuurlu insan sürekli kendini yenileyen ve geliştiren insandır. Şuurlu insan ilim ve irfan yolunda azami gayreti gösteren ilmiyle amil olan insandır. Şuurlu insan nefsini terbiye eden, iradesini iyi yönde kullanan ve nefsin azgınlıklarına karşı duran insan demektir. Şuurlu insan dünyayı bir misafirhane ve sınav yeri olarak kabul eden, ölümü ibret sayan, ebediyete inanan ve dünyada iken ahiret için azık edinen insan demektir. Şuurlu insan “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışan” insan demektir. Şuurlu insan inanır, umit eder, çok çalışır, yeise düşmez, vefakardır, fedakardır, cefakardır, cömerttir, alicenaptır... Hamiyetperver, vatansever, adaletli, ahlaklı, şerefli bir hayatı olan insan demektir. Şuurlu insan azla yetinir, kanaat eder, kazanımlarını ihtiyaç sahipleriyle paylaşır, çocuk demez, yaşlı demez, hasta demez, düşkün demez, onların elinden tutan, onların gönüllerinde yer edinen, bütün darda olanların maddi ve manevi olarak yanındadır. Şuurlu insan, sadece insan ilişkilerinde değil, bütün yaratılmışlara karşı Yaratandan ötürü saygı duyan ve onlara kalbinde yer veren insan demektir. Şuurlu insanın en büyük özelliği inandığı gibi yaşayan ve yaşadığı gibi de inanan, içi dışı bir insan demektir. Şuurlu insan insanlığı tutsak eden, fitne, fücur, fesada sürükleyen, aklen, fikren, zihnen, kalben çürüten zamanımızın virüslerine karşı korunaklı olan demektir. Şuurlu insan daima gönlünde Allah ve Peygamber sevgisi taşıyan insan demektir.
O halde şimdi; aklımızı başımıza devşirmenin
zamanıdır. Gaflette olan derin bir uykuda demektir. Uyanık olursak ancak
aklımızı o zaman doğru kullanabiliriz. Allah’a ve Peygamberine uyarsak eğer,
nefsin azgınlıklarından ve şeytanın aldatmalarından o zaman kurtulabiliriz. Gafletten
kurtuluş demek aynı zamanda nefsin zaaflarından kurtuluş olup, Allah’ın
rızasını kazanmak demektir..
..........
Not: İlahiyatçı Yazar / Niyazi Özdemir hocanın Dünkü Yeni Birlik gazetesindeki Ramazan Sayfasında neşredilen makalesini bloğumda paylaşıylorum.
..........
13 Haziran 2016 Pazartesi
Güzel Ahlak
Ahlak arapça bir kelime olup, bir çok karşılığı
olan önemli bir kelimedir. Ahlak,
huy, seciye, mizaç anlamına gelmekle birlikte, tabiat, natura, fıtrat, meşrep ve felsifik olarak da etik
anlamlarında da kullanılmaktadır. Terim olarak baktığımızda ahlak; insanın fiil
ve davraınşlarının iyi olması ve kötü davranışlardan da kaçınmasıdır. Bunu
yaparken de hiçbir çıkar gözetmeksizin kendiliğinden meydana gelen ve doğaçlama
olarak ortaya çıkan iyi, güzel ve doğru davranışlardır. Biz buna "Ahlak-ı
Hamide, yani güzel ahlak da diyoruz. Güzel ahlakın özü İslam'dır. Peygamber
efendimiz de "Muhakkak kı ben güzel ahlakı tamamlamak için
gönderildim" der. O halde İslam ahlakı Kuran-ı Kerim'e dayanır. İslam'da ahlak dediğimizde de Kuran'ın
buyurduğu iyilikleri yapma, kötülüklerden kaçınma durumudur. Yani hal ve hareketimizi aynı zamanda
insan olarak bizim, kendi
irademizi bu yönde kullanmamızı güzel ahlak olarak nitelendiririz. Güzel
ahlak insanı kademe kademe olgunlaştırarak kemale erdirir. Öyle bir hal alır
ki; artık düşünmeden kendiliğinden doğaçlama ve bir refleks olarak ahlak
güzelleşir ve insanı güzelleştirir. Güzelleştikçe insan maneviyat olarak da
yüceleşir.
Kur'an hükümlerinin en baştaki amacı adaleti
temin etmek, ikinci amacı ahlaklı ve seciyeli nesiller yetiştirmektir. Üçüncüsü
de maslahatın korunmasıdır. Müslüman en başta adil olacak ve ahlaklı olacak ki bu değerlerle ahlaken
takdir ve itibar gören bütün davranışları kendi nefsinde toplayabilsin. Sevgi, şefkat, merhamet, edep, haya,
nefse hakimiyet, tevazu, mahviyet, müsamaha, fedakarlık, feragat, acz, fakr,
zikir, şükür, tefekür, sabır ve sebat gibi nice yüce kavramlarla buluşabilsin
ve hemhal olabilsin. İşte o zaman İslam"ın cihanşümul, evrensel
değerleriyle donanarak güzel
ahlakı yakalamış oluruz. İşte o zaman toplumda kardeşlik ve dostluk oluşur, hep
birlikte barış içinde mutlu olur ve huzur içinde yaşarız.

İslam’da ahlakı nazari ve ameli olarak iki kısma
ayıranlar vardır. Elbette güzel ahlakın dayandığı nokta Kuran’ı Kerim’dir.
Nasıl ahlaklı olunur Kur’an bizi aydınlatır. Peygamberimizin ve Ashabın yaşayış
biçimi de bizim insan olarak örnek alabileceğimiz en büyük değerdir. Efendimiz
her yönüyle insanlık için, güzel ve örnek alınacak bir insandır. Onun Peygamber
olması aynı zamanda ismet yani masumiyet sıfatını taşımış olmasıdır. Peygamber
efendimiz henüz kendisine risalet gelmeden, Mekke’deki müşriklerin bile ona
ahlaken güvenmesi manidardır. O “Muhammed-ül Emin” dir. Bütün Mekke halkı ve
bütün kabileler onu sevmiştir. Kendisine Risalet geldiğinde de adaletle,
ahlaklı ve hakkaniyetle davranarak İslam Dinini tebliğ etmiş ve herşeye rağmen
Hatemennebiyyin olarak İslam’ı yüceltmiştir.
Kuran’da güzel ahlaka örnek olarak Hazreti
Muhammed gösterilir ve “Muhakkak ki sen yüce bir ahlak üzerinesin” denmektedir.
Yani Peygamber efendimizi bütün insanlığın ahlaken onu kendisine örnek alacağı bir değer olarak görmemiz
gerekir. Ancak inanan insan İslam’ın prernsiplerini hayatında uygulayarak kendisine çeki düzen verir
ve güzel ahlaka sahip olabilir. Batılı nice felsefeciler ve bilim adamları
Hazreti Muhammed’in üstün ahlakını bariz bir şekilde takdir etmişlerdir. Hz
Aişe ye Peygamberimizin ahlakı ne idi? diye sorduklarında “Onun ahlakı Kur’an
dı” diye cevap vermiştir. Peygamber efendimiz adeta yürüyen bir Kur’an gibiydi.
Kuran’a sımsıkı sarımlak, Peygamber ahlakıyla ahlaklanmak; güzel ahlak sahibi
olmak demektir. Efendimiz’in ”Mü’minlerin iman açısından en mükemmel olanı
ahlakı en iyi olandır.” sözünü unutmyalım. İyi niyetle işlediğimiz amellerin
karşılığı mutlaka iyi olacaktır. Böylece güzel ahlaktan maksat da Allah’ın
rızasını kazanmaktır.
Profösör
Not: Bu makalemiz bugünkü
Yeni Birlik gazetesi
Ramazan sayfamızda neşrolmuştur.
12 Haziran 2016 Pazar
Aşk ve Firak

Profösör
.....
Not:
.....
Bu fotoğraf Osmanlı’nın son dönemlerine ait bir fotoğraf var. Fotoğrafta Osmanlı mezarlığı içerisinde bir mezar taşı ve mezarın yanı başında oturan bir kadıncağız görülüyor. Mezar taşı daha on dokuzunda loğusa döşeğinde iken hayata gözlerini kapamış bir hanımcağıza ait. Mezar ise yazılanlar şöyledir:
Âh mine’l-firâk Bu cihân bağına geldim bir mürüvvet görmedim Derdime derman aradım bir ilâcın bulmadım Âh ile zâr kılarak tâzeliğime doymadım Çün ecel peymânesi dolmuş murâdım almadım Nişân-ı Hümâyûn kapı çukadârı Es-Seyyid Hüseyin Efendi’nin kerimesi On dokuz yaşında iken loğusa Döşeğinde irtihâl eden Fatma.. Hanım’ın ruhiyçün el-fatiha Sene 1296
Sevmeye Dair

Her insanın başını sokacak bir barınağı ve bir evi olmalı. Dünyaya kapalı olsa da penceresi Allah'a açık olmalı. Her insanın güzel bir yüreği ve şefkatli bir eli olmalı. Yüreğiyle sevmeli, eliyle dokunmalı. Her insanın bir vicdanı ve bir insafı olmalı; haksızlık karşısında her insan tir tir titremeli.
Profösör
11 Haziran 2016 Cumartesi
Ölçü Şekli Belirler; Şekil Ölçüyü Belirlemez
Ölçü Şekli Belirler; Şekil Ölçüyü Belirlemez. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Önemli olan ölçüdür. Önce ölçü gelir. Şekil ise doğal olarak ölçüye uyar. Tesettür burkadır, çarşaftır, ferecedir, peştemaldır, pardösüdür diyen olabilir. Ama bu giysilerin hepsinin adı başka başka ve kıyafet şekilleri de başka başkadır. Biz Allah'ın tesettür emrindeki ölçüyü esas alırız. Bir kıyafetin ölçülü olmasına bakarız. Tesettür konusuna da kıyafet ve davranış olarak yaklaşırız.
Hayatımızı Kuran'a göre belirlersek eğer; her konunun bir ölçü tarafı vardır. Yemenin, içmenin, giyinmenin, konuşmanın, gülmenin ve ağlamanın da bir ölçüsü vardır. Madem ki inanan insanlarız, en başta hayat rehberimiz olan Kuran'la yaşar ve Kuran ölçüleriyle hayatımızı şekillendirmeye çalışırız. Yoksa nefsimizin çektiği ve beğendiği ölçüsüz bir şeyi inanç değerlerimize uydurmaya çalışamayız. Ölçüsüz bir şey ölçüye uymaz ve ölçüsüz bir şey de hiç bir işe yaramaz.
Allah herşeyi aynı cins, ırk ve cisim olarak yaratmamış. Ayrı ayrı ve birbirinin tamamlayıcısı olarak yaratmış ki; biz bunların hepsine mevcudat ve mahlukat diyoruz. Bu alemde bulunan mevcudat ve mahlukat yine bu kainatta yer alır. Her şey iç içe ve her şey bir nizam içinde varlıklarını ve sorumluluklarını sürdürür. İnsan cins olarak, ırk olarak, görünüm olarak birbirine benzese de her insanın nevi şahsına münhasır özellikleri vardır. Parmak izlerimiz bile birbirimizden farklıdır. Allah'ın bizden istediği O'nun emirlerine uymaktır.
İyi bir insan, iyi bir müslüman ve salih bir kul olmaktır. Ölçülü olmak aslında bu demektir. Bizim inancımızda yeryüzü bir mesciddir. Her yerde Allah'a secde edilir. Ama kamu yararına, insanların hizmeti için camilerin, medreselerin, imarethanelerin, şifahanelerin ve buna benzer kurumsal yapıların yapılması bir medeniyettir. Bu yapılar birbirine benzeyebilir fakat işlevsel olarak bir ölçüsü ve bir ilkesi vardır. Bir yapının büyüklüğü, küçüklüğü, tezyinatı orada yaşayanların ihtiyacını karşılayabilecek sanat ve estetik değerlerle donatılmıştır.
Her şey İslam içindir. Bizi İslam'la şereflendiren, hidayate erdiren Allah içindir. Giyim kuşamımız, davranışlarımızla Kuran'a uyar ve ölçülü oluyorsak eğer Allah'ın rızasını kazanmış oluruz. Bizim toplumda bir söz vardır; bilmemek ayıp değildir, öğrenmemek ayıptır. Onun için önce cehaletimizi yeneceğiz ki Kur'an rehberimiz ve ölçümüz olsun...
Not: Marka ve stil danışmanı Türkan Eraslankılıç'ın "Ölçü şekli belirler; şekil ölçüyü belirlemez" başlıklı yazmış olduğu bir makaleyi takipçilerimle paylaşıyorum. Diğer yazılarını merak edenler için Türkan Eraslankılıç ismiyle Google'den web sitesi ve sosyal medya hesaplarına ulaşabilirsiniz.
Profösör
Not: Marka ve stil danışmanı Türkan Eraslankılıç'ın "Ölçü şekli belirler; şekil ölçüyü belirlemez" başlıklı yazmış olduğu bir makaleyi takipçilerimle paylaşıyorum. Diğer yazılarını merak edenler için Türkan Eraslankılıç ismiyle Google'den web sitesi ve sosyal medya hesaplarına ulaşabilirsiniz.
Profösör
10 Haziran 2016 Cuma
Kıyafet ve Davranış
Kitabımız Kuran'da müslümün kadınların giyim kuşamıyla ilgili tesettür ayetleri dikkat çekicidir. Kur'an kıyafetle ilgili ölçü verir. O ölçüye göre müslüman kadınlar da giyim kuşam ve davranışlarına özen gösterirler. Dinimizdeki hüküm ise; Kadınların vücut hatlarının belli olmayacak herhangi bir elbise ile örtünmesi farzdır. İslam dini, tesettürü emretmiş, ama belli bir örtü şekli bildirmemiştir.
Giyinme konusunda elbette işin fıkhi yönüyle ilgili kısmını ilahiyatçı hocalarımızdan bütün ayrıntılarıyla öğreniyoruz. Biz giyim kuşamın daha çok işin sosyal yönüyle olan kısmına bakarsak, kullandığımız kıyafetlerin en başta inandığımız değerleri hakkıyla yansıtacak ve asla değerlerimize ters düşmeyecek şekilde olmalarına dikkat ederiz. Daha doğrusu; doğru düzgün giyinmek kadının da erkeğin de ihtiyacıdır. Elbette inanan ve takva sahibi olan bir müslüman, evinde, mahreminde kullandığı kıyafetiyle, yani ev kıyafetleriyle, dışarıya çıktığında, kullandığı sokak ya da işyeri kıyafeti farklı olacaktır.
Mahremimizin dışında kullandığımız bütün kıyafetler, hem tesettür ölçülerini karşılaması, hem de şatafattan, abartıdan uzak, fakat elaleme karşı da bizi küçük düşürecek bir giysi olmamasına özen göstermeliyiz.
Özellikle kadınlarımız üzerinde taşıdığı elbisesiyle, aksesuarlarıyla yanlış bir algı oluşturacak değerlerden kaçınmalı ve toplumu rahatsız edecek davranışlardan da ahlaken uzak durmalıdır. Her zaman kıyafet denince aklımıza hemen üzerimize giyindiğimiz elbisemiz gelir. Oysa üzerimizdeki giysi kadar, hal ve hareketlerimiz de bir imaj ve bir algı oluşturur. Bu imaj ve algı, iyi ya da kötü bir zihniyeti yansıtır. Müslüman kadının zihniyeti iffet kavramında şıklığı, zerafeti ve asaleti aynı çizgide buluşturabilmesidir. Özellikle tesettürlü kadınlar kendisine bir elbise düşünürken stil ve modelde sadeliği seçmelidir. Bir elbisenin tasarımında gereksiz dokunuşlar, kullanılan metaryal ve aksesuarlar da bazen bütünüyle sadeliği bozan şeylerdir.
Nasıl ki inanan bir kadın; giyim kuşamda tesettürü kendine şiar ediniyorsa, başta Allah’ın rızasını kazanmak içindir. Tesettürü istiyerek ve severek kendi nefsinde uygulaması onun takva yolunu seçmesindendir. Yine inanan bir kadın toplum içindeki davranışlarını taşıdığı kıyafetin gereği gibi düşünerek, daha edepli, daha seviyeli ve daha bilinçli olmak durumundadır. Hem üzerimizde taşıdığımız giysi ve aksesuarlarımızın tesettüre uygun olması, hem de davranışlarımızın, hal ve hareketlerimizin, adabı muaşerete de uygun olması gerekir.
Bunun dışında biz kadınların ilim irfan sahibi olması, yaptığımız bir işin hakkını vererek, hakkımızda iyi şeylerin konuşulması, ismimizin yüceltilmesi ve asla kirletilmemesi de şiarımız olmalıdır. İçinde bulunduğumuz Kutsal Ramazan ayında giyim kuşamımıza azami hassasiyeti göstermeliyiz. İnanan insan kadın olsun, erkek olsun öncelikli olarak, kendisine takva elbisesi edinmelidir. Ayrıca elbisenin, aksesuarın, hatta davranışların teşhirciliğe girmemesi ve ziynetini İslami esaslarla zenginleştirmesi onu huzurlu ve mutlu eder.
"Özellikle kadınlarımız üzerinde taşıdığı elbisesiyle, aksesuarlarıyla yanlış bir algı oluşturacak değerlerden kaçınmalı ve toplumu rahatsız edecek davranışlardan da ahlaken uzak durmalıdır."
Not: Marka ve stil danışmanı Türkan Eraslankılıç'ın Kıyafet ve Davranış üzerine yazmış olduğu bir makaleyi takipçilerimle paylaşıyorum. Diğer yazılarını merak edenler için Türkan Eraslankılıç ismiyle Google'den web sitesi ve sosyal medya hesaplarına ulaşabilirsiniz.
Profösör