İzleyiciler

25 Ağustos 2015 Salı

Eşeklerin De Hakları Var!..


Eşekleri çok çalıştırırsanız çok yorulur. Çok yorulan eşek bir zaman sonra yük taşımada isteksiz olur. Yük sırtında yolda giderken duru duruverir. "Deh!.." dersiniz gitmez... "Deh, deh!." dersin yine gitmez. Biz bu eşeğin haline 'dingin' deriz. Anlarız ki büyük bir hata yapıyoruz; eşeği çok çalıştırmakla, dinlendirmemekle onun hakkını çiğniyoruz.

Dingin eşek kalp olur; "Deh!" desen de, dövsen de, sövsen de gitmez. Zamanla dingin eşek yürümemeyi, hatta sırtında yük taşımamak için huysuzlanmayı adet edinir. Dingin eşeğin kalplaşması da bu alışkanlıkla başlar. Artık o eşek istekli yük taşımamasıyla eşekliğini bile inkar eder duruma düşer. İnsanlık varken hiç dinlenmeden, dur çüş bilmeden,  niye yük taşıyayım ve niye  eşeklik edeyim der. İşte bundan dolayıdır ki; her işten sonra eşeğin  bir müddet dinlenmesi gerek. Onun hakkını yememek gerek. Eşekliğine saygı duymak gerek. Onu sevmek, ona şefkat gösterlmek ve merhamet etmek gerek. 

Unutmadan hatırlatmayı bir borç bildiğim konu da, Osmanlıda eşekler için çıkarılan kanunnamedir. Her eşeğin haftada iki gün tatili vardır. Eşeklerin haftada iki gün çalışmaması, biz insanlar  gibi dinlenmesi gerek. Çünkü o da bir can taşıyor, bunu bizim bilmemiz gerek. İşte Osmanlı bu!.. Kim ki eşeğine haftada iki gün dinlenmesine imkan vermiyor ve eşeğin dinlenme  izinini ihlal ediyor, o zaman şu kadar akçe cezayı, şukadar kırbacı sırtında hak ediyor. Osmanlı, adaletinde böyleydi işte. Ne yazık ki günümüzde biz çalışan insanların, haftalık bir gün dahi olsa izin yapmalarına ve dinlenmelerine izin verilmiyor. Mesaileri gaspediliyor. İşçi sendikaları, bir nevi sarı sendika durumuna düşüyor ve hiç bir  işe yaramıyor. İşte bundan dolayı Osmanlı adaletiyle seviliyor; ancak günümüz  sözde işçi haklarını savunanlara asla güvenilmiyor.

Profösör

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Yürüyebilmek


Önce emekler insan, sonra da yürümeyi öğrenir.  Zamanla yürümenin bir çok çeşidiyle tanışır insan. İyi yürümek tabana kuvver demektir. Estetik yürümek mankenlik demektir. Dikkatli yürümek cambazhanede tel üstünde yürümek demektir. Hayat yolunda yürümek bir çeşit akrobosi yapmak demektir. Kural bildiğin kadar kural tanımak, kuralsızlığı da cebinde yedek taşımak demektir. Yürümeyle yollar aşılır mı bilinmez ama; yürümeyle bir ömür tüketilir anlayana!..

Profösör


Varsın Yağmur Yağsın


Yağmur yağsın rahmet olsun yeryüzüne. 
Gülümsesin bütün yüzler, gülümseyen yüzlere. 
Kalmasın hiç kimse aç ve açıkta; 
Oturup şükredelim bize yüksekten Gülümseyene.

Profösör

23 Ağustos 2015 Pazar

Günün Anısına


Uzakta olsan da yanımda gibisin. Yanımda değil, kalbimdesin. Karanlıklar bana vız gelir. Bana yol gösteren kutup yıldızı gibisin. Denizde balık; balığın kuyruğu yanık. Bir fitil ki; yanar titrek titrek. Gönlümü aydınlatır beni titreterek.

Mehtap yakamozuyla başbaşa orada...  Yıldızlar çakıl taşı olsun; mehtap suyla oynaşadursun. 

Profösör

Çölde Yağmur Ne Yemektir!..


Nekadar da güzel yağıyor yağmur; toprak kokusunu hissedesim var. Taş taş üstüne, beton beton üstüne; ruhsuz kentlerden gidesim var!.. Bir küçük ev, bir küçük bahçe, bir küçük köyde yaşayasım ve ölesim var. Beni anlayan anladı zaten; anlamayanlar anlayana sorsun diyesim var!.. Bu yağmur çölleşen yüreklere yağsın; yanan yüreklerin buna ihtiyacı var. Çölde yağmur ne demektir; çölde  yetişen çiçeklere sormak gerekir. Biraz hüzün biraz sevgi demektir.

Profösör

Çöl Çiçeği

Susuzluktan yana yana kurumuş bir çöl çiçeği gördünüz mü siz!.. 
İşte böyle bir çiçeği saklıyorum yüreğimde ben. Belki bir damla gözyaşı, yağmur olur da diriltir onu. Belki yanmak ve kül olmak, onu getirir kendi benliğimde. 

Ahh yağmur ah!.. 
Önce çisem çisem çileşen, sonra damla damla yağan ve sağnak sağnak coşan rahmet olsan. 

Ey hüzünlü yağan yağmur!.. Bir damla göz yaşına denk düşer misin!..

Profösör

13 Ağustos 2015 Perşembe

Zaman


Zaman geçince geçmiş zaman oluyor; gülün solduğu gibi. Yaprağın dalından düşüp kuruduğu gibi. Geçsin zaman; olsun geçmiş zaman. Gelsin zaman; olsun gelecek zaman. Zaman gelip geçecek; bir beyaz atlı gibi hayalde yaşanacak bütün umutlar. Tatlı bir rüyadan uyanacağız ölüm uykusundan, belki kan ter içinde kalacağız kabustan ve  karabasandan. Bir tatli hayaldi diyeceğiz geçen zamanı. Belki de saatin yelkovanına kızacağız "Nedir bu acelen!" diye. Acele eden ecele gider diye. 

Profösör

Korku Ruhsal Bunalımı Getirir


Biz insanlar iki duyguyu birlikte yaşarız; umut ve korku. Eski litarötörde havf ve reca olarak adlandırılan bu duygularla yaşarız, insana, hayata, kainata ve ötesine öyle bakarız. Sanki umut ve korkuyla mayalanmışızdır. Hele inanan insan için cennet  umudu, cehennem korkusu birbiriyle karşı karşıyadır. 

Korkunun binbir türlüsü vardır; mezarlık korkusu, yılan korkusu, böcek korkusu, karanlık korkusu, deprem, yükseklik korkusu, sınıfta kalmak, sevilmemek korkusu gibi. Daha nice korkular vardır; perili köşk korkusu, anne baba korkusu, en düşündürücüsü de Allah korkusu. Allah'tan neden korkar insan!.. Allah taş eder; tutar zabanilere teslim eder seni, cehenneminde yakar!.. Bu mudur korku!.. O Allah ki bizi ve bütün kainatı yaratmıştır, bize rahmet kapılarını açmıştır, o halde onun rızasını kazanamama, onu kırma korkusunu yaşarız içtenlikle. Belki  istenen korku budur bizden. 

Daha çocukluğumuzda öcüyle tanıştırılırız. Karanlıklarda öcüyle buluşuruz. Pencereden bakan dolunay, kapının gıcırtısı, gece evin kiremitliğinde öten baykuş sesi, köpek uluması, dahası sünnet olma gercçeği çocukların korkulur rüyasıdır adeta. Öcüler, gulyabaniler, cinler, periler, çocuk alıcıları, hatta polislerle bile korkutulur çocuklarımız. Korkunun ecele faydası yoktur. biz yine de yaramazlıklarımızla yaparız çocukluğumuzu. 

Eski korkuyarımıza şimdi gülüp geçebiliriz. Oysa şimdi anarşi, terör, geçim sıkıntısı, trafik kargaşası, hatta evlilikten aile kurmaktan bile çekinme haline alan  korkular içinde sarmalız bir bakıma. Oysa madem ki inanıyoruz; neyle karşılaşırsak Allah'tan bileceğiz. İnanıyorsak eğer umut edeceğiz. Umutla birlikte korkuyu alt edeceğiz. Sadece kendimizi değil, bizim dışımızdaki tüm varlıkların hakkını gözeteceğiz. Yoksa korkuya mahküm oluruz. Korkuya mahküm olmakla kalmaz; ruhsal bunalıma gireriz.

Profösör

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Çocuklukluğumuz


İlkokul birinci sınıfa başladığımda, boynumda bird kese, içinde bir kitap, bir defter, kalem ve silgi. kalemtraşım bile yoktu. Kalemtraş da sonradan icad oldu. Belki de ben bilmiyorum. Kalemlerimi jilet ile açıyordum. Kaç kez parmağımı kesip doğradım. Kaç kez parmağımdaki akan kanı defterimden koparttığım kağıtla siliyordum. O zaman kağıt mendilin adı bile duyulmuyordu. Ne zaman ki ikinci sınıfa geçtim o zaman plastikten yapılma bir çantam oldu. Tek gözü vardı. Birde önünde cebi. Cebine mendilimiskoyuyordum. Sevmiştim çantamı.

Hayal ediyorum şimdi de o zaman yokluk varmış. Ayakkabılarımız bile naylondan yapılma, delikli bir papuçmuş. Pantalonumuz yırtık, gömleğimiz yamalıymış. Kara tahtanın önüne çıkmak cesaret işiydi. Bir yaramazlık yapsak tek ayağımızın üstünde, sınıfın önünde durmak ağır bir cezaymış.  Bir sınıfta birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar öğrenci bir arada der görürmüş. O zamanlar kaplumbağaya tosba denirmiş. 

O zaman bilgisayar yokmuş. Bilgisayar oyunları yerine, birdir bir, uzun eşşek, şeytan çukuru, nalmıh, güvercin taklası oynanırmış. Sinlenmeç oynanır, delense çevrilir, uçurtma uçurtulur, dım tıs oynanırmış. O zaman  kamıştan kargıdan kaval yapılır, düdük çalınırmış. İlik oynamak, meşe yuvarlamak, gazoz kapağı toplamak varmış. O zaman köyümüzde  faslak akarmış, kuyulardan su çekilirmiş. Eşekler yarıştırılır, horozlar danalar güreştirilirmiş. Gölet suyla doldurulur, koyunlar sürüsüyle koyun basılırmış. bütün bunlar bir çocukluk anısı; köyde geçen bir devrin yazgısı.  

Profösör

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Son Model Otomobil


Daha çocukluğumuzda annelerimizin yaptığı bez bebekler, babalarımızın yap
tığı tahtadan ve ağaçtan arabalar sadece birer oyuncak değil, aynı zamanda birer eğitim malzemesi olarak da görebiliriz. Ne yazık ki çağdaşlık günümüz çağdaşlığında seri üretilen fabrika malı oyuncaklar çocuklarımızı sadece avutuyor. Oysa çocukluğumuzda bizim keşfettiğimiz o kadar oyuncak var ki, anne ve babalarımızla birlikte eğlenerek ve öğrenerek kendi ellerimizle yaptığımız oyuncakların yerini asla dolduramaz. 

Boşalan iplik makaralarından yaptığımız arabalar, kargıdan yaptığımız, tüfekler, fışkırıklar, değirmenler, tüfkeçler, rüzgar gülü fervaneler, kağıttan kayıklar, uçaklar, delenseler, topaç fırdöndüler, ağaçtan ve tahtadan yaptığımız beşikler, el arabaları, tel arablar ve bir sürü uçurtmalar gibi daha aklımıza gelmeyen oyuncaklar hayatımızda nostaljik ve birer mutluluk imgesi olarak hala varlığını özümüzde hissederiz.

Oysa şimdiki oyuncakların ne hijyenik bir yönü var, ne eğitsel ve pedogojik bir tarafı olmayan, çocuklarımızı birer tüketim canavarı haline çeviren bir nevi misket bombaları. Çocukluk ve musumiyetlerini tahrib eden bubi tuzakları. Bir çocuk kendi oyuncağını kendisi yapmalı ve birlikte arkadaşlarıyla paylaşmasınını da bilmeli.

Profösör

9 Ağustos 2015 Pazar

Karakalem Resim


Resim yapmayı severim. Hele karakalem çalışmaları daha da çok severim. Karakalem çalışmalar doğallıktır. Masumiyettir. Çocukluğumuzda İlk kalem tutuşumuzdur. Karakalem aynı zamanda samimiyettir. Belki kadim bir hüzün, belki de hatırda kalan tek bir gülümseyiştir. Karakalem aşk ve hüznün belki de şiirsel görünümüdür.
Profösör

8 Ağustos 2015 Cumartesi

Alın çizgisi; Yaşlılık Belirtisi...


Ne acımasızdır zaman!.. Belim bükülmeyecek, elim titremiyecek, alın çizgilerimiz derinleşmeyecek sanırdık başımızda kavak yelleri estiği zaman. Zaman gençlik zamanı değil, yaşıllık!.. Sırtımız da kamburlaşacak, damarlarımızda akan kan da yavaşlayacak. Gözümüz görmez, dizlerimiz tutmaz olacak bir zaman. Geçmişi bırak, şimdiki zamana bak. Hatanın neresinden dönersek kardır. Hatada ısrar etmek zarardır. Zaman iyi insan olduğun kadar, mutlu olduğun andır. Zaman etrafına huzur verdiğin kadar, huzur bulduğun andır. Yaşadığın mekan tek başına değil, çocuklarınla, torunlarınla birlikte yaşadığın, dostlarınla, arkadaşlarınla geçmişi ve geleceği paylaştığın andır.
Profösör

Kedi milleti temizliği  çok sever. Kendi tüylerini yalar, patileriyle vücudunu siler ve böylece öz bakımına vakit ayırır. Kedi milleti  sokakta bile tuvaleti için uygun yer arar, toprağı eşeler, tuvaletini yaptıktan sonra da üzerine eşelediği toprağı örter ki; bundan ötürü kimse rahatsızlık duymasın.

Kedi milleti  medeni toplumlara göre daha medenidir. Evde, apartmanda yaşayanları da tuvaleti geldiğinde klozete oturur, tuvalet işi bittiğinde de sifonu çeker. Kedi milleti yaratılış icabı asildir; temizdir, biz insanlara ders verir. Kedi milletinin temizliğe olan titizliği gerçekten de ibretliktir.

Son sözüm; bu yaz mevsiminin sıcaklarında, sokakta yaşayan kediler için ve bütün havanların su  ihtiyacını karşılayacak su kaplarını sokakların uygun yerlerine bırakalım ki; insanlık görevini yapmış olalım.

Profösör

7 Ağustos 2015 Cuma

Bakışaçısı





Hayata, insana, evrene ve ötesine nereden, ve ne şekilde baktığın önemlidir. Hangi kafayla, hangi gözle, hangi yürekle baktığın önemlidir. İnsan, kainat ve ötesi ezeli ve ebedi, ucu bucağı olmayan geniş  bir perspektiftir. Asıl mesele biz bu geniş  perspektifin neresinde durduğumuzdur.

Profösör


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...