İzleyiciler

31 Ekim 2012 Çarşamba

Kuşlar da İletişim Kurar


Mefkuremiz, İnanç, umut, selam, rahmet, bereket, ihlas..  İslam, ihsan, ilim, irfan, sevgi, şefkat, merhamet, adalet, ahlak..  Dostluk, arkadaşlık, birlik, beraberlik.. Çöl çiçeği, ezel, ebed, serap, hakikat.. Yazı, çizgi, fotoğraf, karikatür, grafik.. Reklamcılık, halkla ilişkiler, gazetecilik, sosyal medya, editöryal.. Tebessüm, hikmet, hayır ve şer, kader, keder, ölüm, diriliş.. Ağlamak, hüzünlenmek. Gülebilmek. Kediler ve yavruları, bloglar, haber, yorum, röportaj..  Sadık dostlar, ikiyüzlü tipler.. Değerli, değersiz... Mehtap, güneş, yıldızlar, deniz, yakamozlar.. İrade, iyi insan, kötü insan, sahtekarlar.. Karıncalar, arılar, böcekler.. Kelebekler, çiçekler, kurtlar, kuşlar..

 们的理想,信念,希望,和平,怜悯,祝福,纯度..伊赫桑伊斯兰教,知识,智慧,爱,同情,怜悯,公义,道德..谊,友谊,团结,和睦..沙漠之花,自古以来,永恒的,海市蜃楼,的真相。文字,线条,图像,卡通,图形,广告,公共关系,新闻,社交媒体,编辑..微笑,智慧,善良与邪恶,命运,悲伤,死亡,复活......哭泣,感叹。笑了起来。猫和小猫,博客,新闻,评论,访谈..实的朋友,虚伪的类型..有价值的,无价值...月亮,太阳,星星,海,磷光..请问,善良的人,不好的人,骗子..蚂蚁,蜜蜂,昆虫......蝴蝶,花卉,狼,鸟。

Notre idéal, la foi, l'espérance, la paix, la miséricorde, la bénédiction, la pureté .. Islam, ihsan, la connaissance, la sagesse, l'amour, la compassion, la miséricorde, la justice, la morale .. Amitié, amitié, unité, unité .. Fleur du désert, immémorial, éternel, mirage, la vérité .. Textes, lignes, images, dessins animés, graphiques, .. Publicité, relations publiques, journalisme, médias sociaux, rédaction .. Sourire, la sagesse, le bien et le mal, le destin, le deuil, la mort, la résurrection .. Pleurer, se lamenter. Rire. Chats et chatons, des blogs, des nouvelles, des critiques, des interviews .. Amis fidèles, les types hypocrites .. Valeur, sans valeur ... Lune, le soleil, les étoiles, la mer, la phosphorescence .. Will, bonnes gens, des gens mauvais, les escrocs .. Fourmis, abeilles, insectes .. Papillons, fleurs, des loups, des oiseaux.

مثلنا الأعلى، والإيمان والأمل والسلام عليكم ورحمة الله عليه، والنقاء .. الإسلام، إحسان، والمعرفة، والحكمة، والحب، والتعاطف، والرحمة، والعدل، والأخلاق .. الصداقة، والصداقة والوحدة والتكاتف .. زهرة الصحراء، سحيق، الأبدية، سراب، والحقيقة .. النص والخطوط والصور، والرسوم، والرسومات، .. الإعلان والعلاقات العامة والصحافة ووسائل الإعلام الاجتماعية، والتحرير .. ابتسامة، والحكمة، الخير والشر، مصير، الحزن، الموت القيامة، .. البكاء، والرثاء. تضحك. القطط القطط و، بلوق، والأخبار، استعراض، والمقابلات .. الموالية الأصدقاء، وأنواع النفاق .. قيمة، لا قيمة لها ... القمر، والشمس، والنجوم، والبحر، وتفسفر .. سوف، وحسن الناس، والناس سيئة، المحتالين .. النمل والنحل والحشرات .. الفراشات والزهور والذئاب والطيور.

Profösör



24 Ekim 2012 Çarşamba

Hayırlı Bayramlar


Elinde naylon bir poşet, cami avlusunda bayram namazı sonrası, camiden dağılan cemaatten  sadaka dilenen, sümüklü bir çocuk görürseniz eğer; işte o benim..

Yaşıtları mutlu, annesiyle, babasıyla el ele bayram ziyaretlerine giden, onlara bakarak, onların aile saadetlerine iç geçiren, boynu bükük, hüzünlü bir çocuk görürseniz eğer; işte o benim..

Kurban bayramında, etlerin pişirildiği, kavurma kokularının sokakları aşıp, caddelere, bulvarlara taşıp, meydanlara yayıldığı zaman bile, açlıktan buram buram kıvranan, kentin işlek caddelerinde  kaldırıma bakan kısmındaki vitrinde dönen kızarmış piliçleri göz ucuyla süzerek hayal kuran bir çocuk görürseniz eğer; işte o benim.

Kimsesi olmayan, yetimhanelerde binbir işkenceyle büyüyen, sonraları tahammül edemeyip sokaklara kaçan, köprü altlarında yatan, bali koklayan, her türlü tecavüze açık, korunmasız, ruh hali bozulmuş, dünyadan umudunu kesmiş, fakat merhametinden hiçbir şey kaybetmemiş, sokak köpekleriyle sarmaş dolaş yatmış acınacak bir çocuk görürseniz eğer; işte o benim..

Sevgi nedir, şefkat nedir, merhamet nedir, bu duyguları hiç tatmamış, başı hiç okşanmamış, annesiz babasız, onun bunun yanında sığıntı olarak büyümüş, yetim ve öksüz bir çocuk görürseniz eğer; işte o benim..

Zulüm gören, şiddet gören, kurşun yemiş, misket bombalarına maruz kalmış, nice korkular yaşamış, evinden, kentinden, ülkesinden olmuş, başka komşu ülkelere sığınmış, çadırda binbir güçlükle nefes almaya çalışan, sığınmacı çocuklardan ağlayan bir çocuk görürseniz eğer; işte o benim.

Dünyanın her yerinde şiddet görmüş, baskı görmüş, tecavüz görmüş, önüne gelen herkes tarafından ensesinde tokat şaplatılmış, gelenin gidenin vurduğu mazlum bir çocuk görürseniz eğer; İşte o benim..

Bu kutsal bayram gününde kapınızı tıklatan, masum yüzlü, boynunu bükmüş, bayram kutlamaya gelen tanımadığınız, ilk kez karşınıza gelerek sizinle müşerref olmak isteyen bir çocuğu görürseniz eğer; işte o benim..

Yaylalardan, kırlardan, getirilip metropollerde çadırlarda bekletilen,  sonra zorlu pazarlıklardan geçerek satışa sunulan, daha sonra da, kurbanlık kuzu gibi sanki bir İsmail gibi, gözleri bağlanarak kurban olan bir çocuk görürseniz eğer; işte o benim.

Asahhara - Profösör

21 Ekim 2012 Pazar

Osmanlıca ve Dijital Kaligrafi Sanatı

Bir zamanlar, Osmanlıca yazmak, okumak, konuşmak; bütün toplumları anlamak ve empati kurmak anlamına geliyordu.. Arapça, farsça, yunanca, latince, ermenice, ermenice, risça, macarca, arnavutça, hırvatça, süryanice, sırpça ve ibranice gibi Osmanlı içerisinde kendine yer bulmuş tebaaların bir arada sulh içinde yaşadıkları bir cihan devleti olan Osmanlının adaletle yönetiminde huzur buluyordu. Osmanlıcaya bu saydıklarımızın dışında da frenkçeye dahil olan almanca, italyanca, fransızca, portekizce ve ingilizce gibi dillerdeki kelimeler kavramlar girmiştir. Osmanlı bir cihan devleti olması hasebiyle, bütün dinlerin, bütün etnik kökenlerin, bütün anlayışların cihanşümul bir bayrak altında mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamalarını sağlıyordu. Osmahlıca bilmek demek cihanı anlam demektir. Entellektüel olmanın yolu Osmanlıcayı bilmekten geçiyor demektir.




Bütün bir millet Cumhuriyetle birlikte bildikleri, öğrendikleri ve yaşadıkları bir tarafa; bir günde cahil cühela durumuna düştüler. Oysa türklük denince İslamlık anlaşılıyordu. Osmanlı geliyor denince saf bir ırk anlayışı taassubuna hiçbir batılı ülke düşmemiştir. O zamanları, Osmanlı deyince sadece türkler değil, bütün etnik kökenlerin bir arada yaşadığı büyük bir millet akla geliyordu. Türklük İslamla müşerref olduktan sonra İslami anlayış, kültür ve gelenekler hakim oldukça insanlık adaletle taçlanıyordu.



Bir milleti millet yapan en büyük değer konuştuğu ve yazdığı diliydi. Bütün bir millet, bütün tebalarıyla, onunla birbirini anlıyor, onunla birbiriyle kaynaşıyordu. Bütün din ve etnik köken mensupları bir arada yaşarken birbirlerini daha iyi ve özgürce tanıma fırsatı buluyorlardı. Her millet kendilerini var eden ve kültürünü miras bırakan atalarının yazdıklarını rahat bir şekilde okuyabilirler, onları anlayabilirlerken, bizler ise atalarımızla aramızda örülen duvarları yıkamıyoruz. Oysa hiçbir milletin geçmişiyle geleceği arasında bir kopukluk yoktur. Hiçbir bir millet başkalarının ve sömürgecilerin boyunduruk altına giremesi de düşünülemez. Uydusu olamaz. Kölesi durumuna düşemez. Düşüşürülemez. Düşürülmemelidir.



Bu pazar birkaç çalışmayla görsel hale getirdiğimiz kaligrafik çalışmalarımızı da bu vesileyle sayfamızda teşhir etmek imkanını bulduk. "Dijital Kaligrafi Sanatı" ismini verdiğimiz bu çalışmalarımızı sürdürmek istiyoruz. Birtakım harf, kelime, kavram ve sözlerin bu teknikle çalışarak, soyut tasarımlarla bir sergi açmak en büyük idealimizdir. Klasik kamış kalemlerle yapılan çalışmaların bir alternatifi olarak, kufi yazı tarzına da yakın bir anlayışla, çağdaş formlar oluşturarak, böylelikle bu alanda ilk olma şerefine de nail oluyoruz.


Gelişen teknoloji ve mimari anlayışlarla eşgüdüm içinde, estetik normların da en iyisi olma özelliğinde olmak kaydıyla bu tür eserlerden daha iyilerinin vücuda getirilebileceğini de söylemeliyiz. Gerek alçı kabartma, gerek alçı oyma, gerek plesksi glas, cam ve seffaf homejen metaryellerle, ışık düzenini de içinde taşıyacak bir anlayışı gün ışığına çıkartacağız. mMetalik, parlak nikelanjlı metaryelleri de bu işin içine katarak düşünürsek, kabartmalı kaligragfik eserlerimizle bir ilke de imza atmış olacağız. Tasarımlar bizden, uygulaması atölyelerden olacak olan bu çalışmalar, gelecek yüzyıla damgasını vuracaktır. Bizler de kendimizi böylelikle, geriye büyük bir miras bırakmış olmanın keyfini yaşarken, aynı zamanda da böyle bir ustalığın gururunu ve onurunu sonsuza dek yaşamış sayılacağız.


Yazı / Tasarım / Çizim: Profösör

17 Ekim 2012 Çarşamba

Geçmişten Geleceğe


Geçmiş zamana geçmiş gitmiştir diyemeyiz. çünkü bir anlamda göbeğimiz geçmişle de bağlıdır. Hem insanlık ailesi Hazreti Adem ile başladığına göre, bugüne dek insanlık tarihi içinde yaşayıp gidenlerimiz, bizden önceki atalarımız olduğunu unutmamalıyız. Onların her birinin yaşam değerleri, onlar ölüp gitseler bile bizim için ileriye ve geleceğe atfettiğimiz birer tecrübevi değerlerdir. Tecrübeyi oluşturan ve olgunlaştıran değerler aslında geçmişte sadece bizim yaşadığımız değil, aynı zamanda da bütün insanlığın tek tek yaşadığı iyi ve kötü değerlerinin bir bütünü olarak bizlere yansıyan değerlerdir. Bu değerler  olgunlaşmamıza dair ve ileriye bakışımızla ilgili, bizlerde büyük bir tecrübe oluşturur. Çünkü insanlık ezelden ebede birbirini takip eden, aynı zamanda da birbirine bakan, birbirinin aynası konumundadır. Onun için insanlığın bir bütün olarak kazandığı tecrübeler hayatımızda şaşmaz bir pusula konumundadır. Onun için insanlık olarak, yaşamış olduğumuz her olay bizim için, birer ibretlik ders niteliğini taşımaktadır.

Aslında hiçbir olay unutulmaz. Mutlaka hafızamızın gizli bölümlerinde zaman zaman kendini gösteren yaşanmışlıkların izdüşümüdür. İyi olaylar bizi mutlu etse de, kötü olaylar; acılar, ıstıraplar, sıkıntılar, boğulmalar ve darlık zamanlar sadece hatırlanmak istenmeyen konumda olan olaylardır. Kötü olayların yaşanmışlığı ancak çile çekmek olarak adlandırılabilinir. İnsan olup, inancını yaşamak isteyip de yaşayamayan, işkence gören, çile çeken müslümanların ruh halini çile çekenler olarak anlayabiliyoruz. Çünkü çile çekmek insanı pişirir, olgunlaştırır; sevgi, şefkat ve merhamet duygularının ne olduğunu insana öğretir. Çile aynı zamanda da insan için büyük bir kazanımdır. Çile çeken insan empati kurmayı becerebilendir. Çünkü çile çekmeyen kişinin kendisinin dışındakilerle empati kurabilmesi güçtür. Karşısındaki kişiyi derinlemesine anlaması ve aynı zamanda da başkası tarafından sağlıklı anlaşılması da mümkün değildir. Bunun yanında çile çeken sorumluluk nedir bilir. Çile çeken hayatını ben merkezli düşünse de, yaşam biçimini herşeyiyle bir bütünlük içinde paylaşmasını ve paylaşmaktan büyük bir haz almasını bilir. Paylaşmanın feyiz ve bereketine inanır ve hayatını hizmet etmeye adar, paylaşma üzerine oturtur. Çile çeken gözyaşlarını tutamaz, ağlar, karşısındakini de ağlatır ve vicdanları sızlatabilir. Çile çekenin sözü etkindir. Çünkü sözleri ve davranışları yürektendir. Yakıcıdır çünkü eğitkendir. İnsanı pişirir çünkü onun işi olgunluktur. Olgunluk bir insanın şuur halindeki yaşama biçimidir.

İleriye bakmak için geriye bakmak, nereden ve nasıl geldiğimizi iyi bilmek gerekir. Çünkü tecrübe geçmişte yaşananlardan alınan derslerdir. Çünkü herşeyin çıkış noktası, orantılı olarak geleceğe taşıdığı değerlerden ibarettir. Hazreti Adem'den bu yana genlerimizde yaşattığımız en büyük dünyevi değer; aşk ve hüzündür. Herkes aşkı yaşar ve aynı zamanda hüznü de tadar. İnsan hem vuslata ermek için sevdiğine kavuşmak isteyecek, hem de bunun yanında kaybetme korkusu yaşayacaktır. Çileyi sadece bedenen çeken, işkence gören, hançer yiyen, kanı akan, bir insan olarak yaşayabilirsin.. Bunun diğer boyutu olarak da tarifi mümkün olmayan bir ıstırapla manevi acıları yüreğinde sızım sızım hissedebilirsin. Daha çok insanı bedenen çektiği acılar değil de, kalben çektiği ıstıraplar insanı yıpratacak oluşudur. Eğer şu an nefes alıp verebiliyorsak, eğer tövbe ve pişmanlık duyabiliyorsak, eğer avucumuzda pırlanta kadar değerli bir umut ışığı saklayabiliyor, onunla şükredebiliyorsak, eğer yalnız olmadığımızı Allah'ın bizimle beraber olduğumuzu inanabiliyorsak, bizi bizden de iyi tanıyan dostlarımızın bizim yanımızda oluşunu hissedebiliyorsak, onların hayatımızda özel bir yeri varsa, onlara değer verip, karşılığını bulabiliyorsak, bizim için huzur var demektir.. Mutluluk var demektir.. Gelecek var demektir.. Bize takdir edilen herşeyin kadir kıymetini bilmektir.

Profösör

15 Ekim 2012 Pazartesi

Karıncanın Da Hakkı Var


Osmanlı Devleti Ali Osmani'yi adalet temeli üzerine oturtmuştur. Sarayın bahçesine ayrıca bir "Adalet kulesi" inşa ettirmiştir ki; bunun yegane sebebi Osmanlı cihanı idare ederken, adaleti esas aldığını göstermek içindir. Oysa zamanımızda adalet anlayışı diye bir kavram kalmamıştır. Ancak adalet kavramını şuurlu toplumun öngöreceği bir yönetim şeklinin hayata geçmesiyle oluşacaktır. Dünyanın her yerinde insanlık zulüm altında inim inim inlemekte olsa da, dünya devletleri ikiyüzlülüklerini göstererek, yarım ağızla kınamaktan başka yaptıkları birşey yoktur. En son Suriyede’ki iç savaşta ölenlerin sayısı yüzbinleri geçmektedir. Aynı zamanda ülkeden kaçan, komşu ülkelere sığınan kaçkınların da sayısı yüzbinleri aşmaktadır. Ne yazık ki; zulümlerden bütün insanlık olarak hepimiz sorumluluktan kurtulamayız. Komşumuzda yangın var, masum bebekler cayır cayır yanıyor, insanlık adına bizler "Bize bulaşmayan yılan bin yaşasın" mantığıyla elimiz kolumuz bağlı olarak, insanlık ayıbını ancak seyrediyoruz.

Osmanlıdaki adalet bütün cihana sirayet ediyordu. Şimdi ise zulüm bütün dünyayı kanser hücreleri gibi sarmıştır. Bizim dinimiz, kültürümüz ve medeniyetimizde adalet, sevginin, şefkatin ve merhametin temelini oluşturur. "Diyar-ı Diclede bir kurt kapsa koyunu.. Gelir de Adli- İlahi sorar Ömer'den onu." diyen Hazreti Ömer'in, adalet anlayışını bütün insanlık olarak içselleştirmemiz gerekmektedir. Osmanlı da adalet anlayışını himayesi altındaki bütün insanlığa göstermiştir. Bu öyle bir anlayış ki; karıncanın da hakkını düşünebilecek kadar adalet terazisinin hassaslığını da bizlere göstermektedir. Osmanlının sevgide, şefkatte ve merhamette gösterdiği hassasiyet ancak adalet içindir. Bir gün Sultan süleyman bir beyit haline getirdiği sorusunu hocaya sorar;

Meyve ağaçlarını sarınca karınca..
Günah var mı karıncayı Kırınca?

Hoca Ebussuud efendi de, bir beyitle Sultana cevap verir;

Yarın Hakk'ın divanına varınca..
Süleyman'dan hakkını alır karınca..

Şuurlu toplum, sevgi, şefkat ve merhameti özünde barındıran ve birbirleriyle adalet ve hakkaniyetle muamelede bulunan toplumdur. Kurtuluşun, rahmet ve bereketin özünde karıncanın hakkını da düşünmek vardır.

Profösör

11 Ekim 2012 Perşembe

İki Kelebek


Yalnız bir kelebek, yalnızlığını gidermek istemiş, dünyanın bir ucunda aradığını bulamamış. Diğer yalnız bir kelebek, dünyanın öbür ucunda kaderini beklermiş.. Biri aşk ile kanat çırpayım demiş, herşey yerle bir olmuş. Deprem deprem üstüne, taş taş üstünde kalmamış. İkinci bir kanat çırpışında dağlar, denizler birbirine karışıp, hercümert olmuş. Üçüncü kanat çırpışında yeniden dünya kurulmuş. Yeniden güneş doğmuş.. Yeniden gökte dolunay süzülüp, yıldızlar yeniden ışıldayarak göz kırpmış. Yeryüzü yeşermiş; çiçekler böcekler, arılar kelebekler, kuşlarla bezenmiş. Bir bahar mevsiminde, bir sevgi ikliminde kalp kalbi bulmuş, iki kelebek birbiriyle buluşup, birbirine kavuşmuş.


Profösör



10 Ekim 2012 Çarşamba

Kadınlık Duygusu Sorgulayıcıdır

Kadınlar yaratılış itibariyle cismi latiftirler. Aynı zamanda cazibe merkezidir. Bundan ötürü erkeğe nazaran bu açıdan edilgen tarafı yoktur. Bilakis erkekler üzerinde etken bir işlevi vardır. Ancak erkeklerin yaratılış itibariyle kadınlar karşısında edilgenlikleri olur. Kadın varlığıyla, duruşuyla, gizemli ve büyülü dünyasıyla erkekler üzerinde etkili bir baskı kurmaktadırlar. Kadınlar dışarıya verdiği fotoğrafla kendisini en iyi şekilde ifade eder. Herkese ve özellikle kendisine her kur yapana boyun eğmez ve teslim olmaz. Kadın aynı zamanda gelgeç heveslere de asla kapılmaz. Kadın, kadınsı duygularını paylaşırken özünde cinsi değerleri değil de, annelik değerleriyle bir dünya kurar. Kadının güzelliği, cinsi cazibesi, ancak anne olmak ve iyi bir aile kurmak için, Allah'ın kendilerine bahşettiği bir lütuftur. Kadın kendisine bahşedilen değeri çok iyi bilir ve bu bilinçle içgüdülerini harekete geçirir. Öbür taraftan erkek de, doğal olarak bir arayış içindedir. O'nun da dünyası yalnızlıkla çekilmezdir. Ne var ki toplumuzda, bilinen gelenek ve göreneklerimizin de baskısıyla birlikte erkekler kendisini her konuda söz sahibi olduğunu düşünmektedirler. Kadınlarımız bu açıdan her zaman ikinci plana düşmektedirler. Oysa kadın erkek ilişkilerinde duyguları tamamen yaratılışı gereği kadınlar yönetir. Bu anlamda yuvayı dişi kuş yapar atasözü boşuna söylenmemiştir. Yuva dediğin nedir ki; bir kuş için yuva çerden çöptendir. Onlar da bu dünyanın nimetlerinden faydalanırlar. Bizler için yuva, mütevazı bir ev, başımızı soktuğumuz, dışarının kirliliklerinden korunduğumuz sıcak bir yuvadır.

Ne yazık ki; günümüzde kadın da, erkek de, hayatlarını planlarken, asli düşüncelere göre değil de, zorlayıcı unsurları içinde barındıran bir kısır döngü düşüncesiyle hareket etmektedirler. Erkek etrafına bakınır, kendince, bilgili, birikimli, inançlı, ahlaklı ve güzel bir kadını eş olarak seçer.. Bu seçim karşısında bakalım bu isteği akıllı, zeki, daha doğrusu, şuurlu bir kadın tarafından karşılık bulur mu?. Elbette bulmaz. Çünkü şuurlu bir kadın karşısındakinin duruşundan herşeyi anlar. Herşeyi sezer. Eğer şuurlu bir kadın, tam anlamıyla özgürlük ve bağımsızlığını kazandıysa, maddeten kimseye muhtaç olmama anlamında, kendi işi ve geleceği varsa, evlilik için, karşısına gelen taliplinin samimiyetini ve ihlasını sorgulayabilme cesaretini gösterebilecektir. Karşısındaki kişinin sorumluluk duygusunu sorgulamaktan asla çekinmez. Çünkü kadınlık duygusu sorgulayıcıdır. Bir kadın için sorumluluk, bir erkekte arayacağı en önemli bir niteliktir. Eğer bir erkek gerçekten iyi niyet sahibi ise, sözü evelemeden gevelemeden herşeyiyle gerçek, inançlı, soylu ve onurlu bir kadına teslim olmaktan başka da bir çaresi yoktur. İslam'a göre bir erkek kadının talep ettiği nikah mihrine cevap verebilir mi?.. Ev, araba, arsa, kat, yat, para, pul ne varsa, büyük bir bölümünü tereddüt etmeden evleneceği kadına resmen verebilir mi?. Bu soruya bile cevap veremeyen erkeğin suratının düştüğünü görebiliriz. Oysa bir erkeğin kadını beğenmesinin samimiyet ölçüsü budur. Gerçekten erkek cazibesine kapıldığı kadının kimlik ve kişisel varlığına mı, yoksa onun maddi anlamda dünyasındaki zenginliğine mi tutulmuş olduğu, böyle bir sorgulama sonucu bir turnusol kağıdı gibi ortaya çıkacaktır. Bu sorgulama resmiyete bindiğinde erkek bütün varlığını sevdiği bir kadın için feda edebilecek bir şuurda ise, bu fedakârlığı, eş olarak beğendiği kadına canını bile vermekten önemlidir.

Kadın erkek ilişkileri, iki tarafın birbirini tanımasında, anlamasında, sadece düşünsel ve sözsel bir kriteri yoktur. Bu ilişkinin her anlamda adabı muaşerete göre şekillenmesi önemlidir. Hayatın gerçekleri vardır. Bu gerçekler kimine göre yaşadığı çileler sonucu tecrübeleridir. Kimine göre de hayat akıp giden bir maceradır şeklindeki bakışıdır.. Oysa hayat bütün varlıklarla iyi bir iletişim içinde olabilmektir. İnsanları anlamak ve derinliğine inmek için; gözle gördüklerimiz, kulağımızla işittiklerimiz yeterli değildir. Taşıdığımız değerlerle birlikte oluşan sorumluluk duygusudur. Sorumluluk duygusu riyadan uzak olup, kesinlikle ahlak ve karakterle bezenmiş, paylaşım değerleridir. Şuurlu olmak; sözde papağan gibi konuşup, vaazlar vermek değildir. Şuurlu olmak inandıklarımızı şeksiz şüphesiz davranışlarımıza yansıtmaktır. Çünkü bir kadın, herşeyden emin olduğu ve istediği gibi yuvasını kurabiliyorsa, onun kurduğu yuva en huzurlu ve mutlu bir yuva demektir. Şuurlu bir kadın hem dünyamızı hem de ahiretimizi abad edebilecek bir varlıktır. Bunun böyle olduğunu en iyi de yine kadınlarımız bilmektedir. Bundan dolayı şuurlu bir kadın kendisi ve ailesi için neyin hayırlı olabileceğini sezinleme yetisine ve nasıl davranması gerektiği dürtüsüne de sahiptir.

Profösör


9 Ekim 2012 Salı

Bir Kitaba Bakalım

İslami esaslar dendiği zaman bütün İslami ilimlerin anlaşılması akla gelmelidir.  İslam'ın anlaşılmasıyla birlikte bir yaşam haline getirilmesinde, İslami ilimlerde temel olarak öğrenilmesi gereken değerleri öncelikle doğru örenmek ve doğru bilmekten geçiyor.. Günümüzde bir kişi, ilmi arapçayı bilmeden, tefsir bilmeden, kelam bilmeden, hadis bilmeden, fıkıh bilmeden, siyeri nebi bilmeden ve bunların metodolojisini uygulamadan, İslami bir rahleyi tedrisattan geçmeden, kendisini yazdıkları ve söyledikleriyle bir İslam alimi yerine koyabiliyorsa, hatta fetva makamındaki birinin sıfatına bürünebiliyorsa, böyle kişilere karşı kesinlikle temkinli bakmak gerekiyor. Kuran meallerle anlaşılacak bir kitap değildir. Kuran bir incil ve bir Zebur gibi okunacak bir kitap da değildir. Koskoca mezhebin kurucusu İmamı Azam dahi, kendisine sorulan bir soruya karşılık, eve gidip bir kitaba bakalım dediğini hatırlamalıyız. Elbette bir insan eğer müslümansa, İslam'ın gerektirdiği temel akideleri bilmekle birlikte de uygulamakla mükellef olduğunun bilincindedir. İslam; itikat, ibadet ve ahlak kavramlarını bir bütün olarak vazeder ve bir bütün olarak da müslümanlar İslam'ı yaşayarak içselleştirirler. Harfler, kelimeler, kavramlar, cümleler içindeki yeri, yaratılış hakikatine hiç bir zaman ters düşmeyecek şekilde yerlerini bulurlar. Şuurlu bir müslüman; İslam nedir, iman nedir, ihsan nedir, irfan nedir bunun bilincindedir. Kalp nedir, işlevi nedir, ruh nedir, can nedir, bütün bu kelimeler, gerek soyut, gerek somut anlamda ait olduğu cümlelerde yerini bulur. Bir kişi alanında ehil ve liyakat sahibi olmadan, biliyorum zannıyla ve bildiklerini içselleştirmeden, birinin anlamını ve işlevini diğerine, diğerinin anlamını ve işlevini de öbürüne yüklemenin, ayrıntılarda kaybolarak, belkilerle kesin hüküm vermenin doğru olmadığının bilincine varmalıdır.

Kuran'da işaret edilen en önemli nokta kişinin Allah karşısında haddini bilmesi, azemeti karşısında da boynunu bükmesidir. En büyük cihadın nefis terbiyesiyle ilgili olduğunu bildiğimiz için, silahımızı da nefsimizi terbiye etmede ve onu diz çöktürmede kullanırız. İrademizi iyiliklerden, güzelliklerden ve doğruluklardan yana kullanırız. Bütün mesele hayatımızı Kuran'a göre düzene sokmamızdır. Öğrendiklerimiz konusunda ehil ve liyakat sahibi kişilerden olursa, gönül rahatlılığıyla o bilgiye teslim oluruz. Herşey Kuran'da belirtildiği gibi apaçık ortadadır. Biz de yaptıklarımızın iyi ya da kötü oluşunu fıtraten mevcut olan vicdanımızda da hesabını veririz. Doğru bilgi edinmek, öğrendiklerimizi konusunda otorite olan hocalarımızın günün meselelerine İslami açıdan bakışlarıyla sağlamasını yaparız. Madem ki günümüz bilim ve iletişimin ortak noktası ve bilişim çağıdır, bunu bilinç çağına taşıyabilmemiz ancak Kuran'la nurlanmamızdır. Bugünkü dünyada artık bir bilim adamının çalışmaları tek başına birşey ifade etmemektedir. Oysa ilmi gelişmeler her konuda ilim adamlarının ortak gayretleriyle ortaya koyduğu değerler, ilmi bir heyet tarafından tasdik edilmeli ve doğrulanmalıdır. Bir kişinin yazdığı tefsirle, bir heyetin ortaya koyduğu tefsir arasında isabet açısından ve usül açısından çok fark vardır. Heyet halinde yapılan ilmi çalışmalar; kişinin takıntılarından uzak, aynı zamanda da, Kuranın işaret ettiği meşveret ve şura kurumunun fiilen ve resmen uygulanması anlamına gelmektedir.

İslam adaleti ve hakkaniyeti getirirken bütün insanlığa sunduğu hayat tarzı, insanlığın huzuru, mutluluğu, refahı, barışı için getirdiği İslam Medeniyetidir. İslam sadece bir inanç meselesi ve asla ruhbanlık değildir. Bize düşen bildiklerimizi ve öğrendiklerimizi sağlama alarak hayatımızda uygulamaya sokmaktır. Harfler, heceler, kelimeler, cümleler içinde boğulup kalmamaktır. Sözün özü; Allah'a ve Resül'ine inanmak, inanarak yaşamak ve Allah yolunda hayırlı işlere koşarak Allah'ın rızasını kazanabilmektir.

Yazan: Profösör
Fotoğraf: Hurşit Akyıl

6 Ekim 2012 Cumartesi

İmanın Özü Sevgidir


Herşey ölür. Herşey yok olur, Sadece geriye imanımız kalır. Eğer sevgi, şefkat, merhamet varsa ölümsüzlük var demektir. Sevgi imanın özüdür. İmanımız varsa, ebediyyen huzur ve mutluluk var demektir. Sevgi şefkat, merhamet duygularını yitiren toplumlar hem bu fani dünyada, hem de ebedi dünyada huzursuz ve mutsuzdurlar.

Profösör

5 Ekim 2012 Cuma

İki Kişilik Bir Simit


Bu sabah da bir haftadır hiç sektirmediğim sabah yürüyüşüne çıktım. Evimizin yanındaki tarihi mezarlık etrafında bir iki tur attıktan sonra, eve geriye dönüş yolumdaki ilkokulun karşısında bulunan, kaldırımdaki simitçinin önünde iki ilkokul öğrencisinin simitçiyle konuşmalarına şahit oldum. Sırtlarında okul çantası bulunan iki sevimli çocuk camekândaki bulunan, simit, poğaça, açma gibi ürünlerin fiyatını tek tek sormaya başladılar. Yaşlı simitçi amca da sattıklarının fiyatlarını tek tek onlara söylüyordu. Fakat nedense çocukların elindeki bulunan para bir simit almaya yetmiyordu. İki çocuk birbirinin yüzüne çaresizce bakıştılar.

Simitçi yaşlı amca çocuklara "Ne duruyorsunuz, simit almaktan vaz mı geçtiniz" deyince, çocuklardan birisi, "Elimizdeki parayla simit alamıyoruz" dedi utanarak. Çocukların elinde kuruşu kuruşuna beş adet madeni on kuruş, toplamında elli kuruş bulunuyordu. Oysa simitler yetmişleş kuruşa satılıyordu. Simitçi babacan tavrıyla çocuklara gülümseyerek, kendilerine o parayla simit alabileceklerini söyleyince, çocukların yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi. Sarışın çocuk elindeki bulunan bozuk paraları simitçi amcaya uzattı.. Buna karşın simitçi amca şeffaf bir poşetle kaplı eliyle tuttuğu bir simiti çocuğa uzattı. Sarışın çocuk simiti alır almaz, hemen oracıkta iki eliyle ortadan bölerek diğer arkadaşıyla paylaştı.

Çocuklar arkalarına bakmadan, sevine sevine okula gittikten sonra, simitçi yaşlıya selam vermeyi ihmal etmedim. O da bana selamımı gülümseyerek karşılık verince; "Bereket versin" dedim. Adam belki de böyle bir duayı bu yitik kentte ilk defa duyuyordu. "Bereket versin" Herşeyde bereket olsun anlamını taşıyordu. Belki de masum iki çocuğun elli kuruşu onun için bir bereket anlamını taşıyordu. Belki de iki çocuğun harçlıkları birer simit almaya bile yetmiyordu. O an çocukların simitçi amcayla konuşmalarına şahit olunca elim cebime gitmesine rağmen, üzerimdeki eşofmanın cebinde bir kuruş dahi bulunmuyordu. Keşke yanımda para olsaydı da çocukların her birine birer sıcak susamlı sabah simiti alıp verebilseydim. Bu duygularla üzülsem de, bundan sonra gönül alma anlamında, her zaman ve her şartta küçük de olsa yanımda para bulundurmanın bir hikmeti olduğuna kani oldum. Simitçi yaşlı adamın çocuklara bu şefkatli davranışından ötürü, çocuklar adına ona yürekten teşekkür ederek, sabah yürüyüşümü eve gelinceye kadar sürdürdüm. Düşündüm ki; bu mübarek Cuma gününün en anlamlı başlangıç noktası, sabahın erken saatinde ihtiyar simitçinin çocuklara şefkatli davranışı ve masum iki çocuğun, bir simiti birlikte paylaşmasıydı.

Profösör

4 Ekim 2012 Perşembe

Vvvv ııııııııı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı nnnnnnnnnnnnnnnnnnn !..

Dünya dönüyor; ben de dönüyorum. Benimle birlikte herşey dönüyor.. Yeryüzündeki varlıklar dönüyor. Kainat dönüyor.. Kainatta bulunan canlı ve cansız herşey bir dönencenin birbiri içinde, kendi yörüngesinde durmadan dönüyor. Makro ve mikro planda bütün varlıklar birbirinin hakkını gözeterek hareket halinde dönüyorlar. Bir zamanlar zerre ve hiç parçalanmaz deyip de parçalanan, atomdaki elektron ve nötronlar dönüyor. Böyle bir sonsuzluk içinde, böyle bir azamet karşısında gerçekten insanın başı dönüyor.

Bebeklikten çocukluğa geçiş dönemlerimi anımsadığımda, oyun oynamanın zevkini de tatmaya başlamıştım. Oyun oynamaktan büyük bir keyif alıyordum. Çocukluğumun verdiği keşif ruhuyle, adeta evin her yerini karıştırıyor, çıkılmayacak ne kadar yerler varsa hep oralara tırmanıyordum. Yapma, etme denilen bir şeyin tam aksini yapmak, büyüklerimizin kızması o zaman çocuk olarak beni katıla katıla güldürebiliyordu.. Gülmenin ve kızmanın ne olduğunu da keşfediyorduk. Duygu, düşünce ve davranışların hangisi iyi, hangisi kötü, hangisi güzel, hangisi çirkin; doğruları ve eğrileri bir çocuk aklı ile belki de karıştırıyordum. Aslında öğrenmenin ve terbiye edilmenin tam vaktiydi o zamanda benim yaştaki çocuklar için... Annemin, babamın, hatta ninemin ve dedemin bana yaptıkları el yapma oyuncakların hepsi birbirinden farklıydı. Biz üç kardeş olarak bir göz odada ailecek yaşıyorduk. İmkanlarımız ancak buydu. Annem bize oynamamız için bezden yapılmış bebekler, babam iplik makaralarından arabalar, dedem rüzgar gülü yaparken, ninemin cebinde mutlaka ceviz türünden yiyecekler bulunur, onlarla önce bizimle ceviz tokuştururdu. Bütün bu oyuncaklar, bu küçücük oda içinde uslu durmamız ve oyalanmamız için birer oyuncaktan ibaretti. Kundaktaki bir bebeğin bile oyuncağı olurdu. Bebeğin eline eline saplı şıngırak tutuşturulurdu. Bebek şıngırdağı salladıkça içindeki hoş bir ses, bebeğin dikkatini çekerdi. Kundaktaki bebek bile bunun farkındaydı. Şıngırdağı salladıkça duruyor, çıkan sesi dinliyor; sonra tekrar çıngırağı sallıyor, bunu bir oyun haline getirebiliyordu.

Böyle bir evde, bizler bu şekilde büyüdükçe oyun şekillerimiz de değişiyordu. Babam tarla işlerinin yanında, aynı zamanda köyümüzde sıhhiyelik de yapıyordu. Bundan dolayı evimizde bolca ilaç şişeleri vardı. Şişeler boşaldıkça bizim de oyun malzemelerimiz bir taraftan çoğalıyordu. Küçük şişelere, pirinç, bulgur, cinsinden bakliyatlarla doldurup, sonra da kendimizce ya bir mutfak, ya da bir bakkal açıp, o çocuk aklımızla aşçılık ve esnaflık da yapabiliyorduk. Böyle bir küçük alanda, yapmadığımız hiç birşey yok gibiydi. Bazen birbirimizle güreş tutar, bazen boğuşur, bazen de yere göğe sımayan hareketler içinde bulunurduk. Bu oyunlardan biri de, küçücük olan bu odanın içinde kollarımızı açar, durmadan bir fırıldak gibi dönme oyunu oynardık. Döne döne, dakikalarca dönmek isterdik. Sanki döndükçe de bütün eşyalar etrafımızda fırıl fırıl dönüyordu. Çünkü başımız dönmeye başlıyor, ayakta kalabilecek mecalimiz kalmayınca, yere düşmemek ve odanın taş duvarlarına çarpıp da bir tarafımızı acıtmamak için hemen bulunduğumuz yere, zar zor oturmaya çalışıyorduk. Yere oturunca da sanki güneş sistemi gibi kendimizi merkeze almış, odada bulunan bütün eşya da bizim etrafımızda uydumuz olarak dönüyordu. Bu dönüyş bir müddet sürdükten sonra, ancak kendimize gelebiliyorduk. Anne ve babamız böyle bir oyuna kızsa da, bu oyundan çok haz alıp, hoşlanıyorduk. Sonuçta bu da bizim için bir oyundu.

Köylük yerinde benim gibi, oyuncaklarını kendileri yapıyorlardı. Tüfekler, fışkırıklar, düdükler, değirmenler, rüzgar gülleri, uçurtmalar, arabalar, fırdöndüler, kırbaçla döndürülen delenseler. Biraz daha büyüyüp, akıllı uslu bir çocuk olduğumda, şehirdeki kurulan pazar yerinden, halamın bana alıp hediye ettiği nihayet bir topacım oldu. Bu öyle bir topaç ki, el yapımı olmayıp, atölyede yapılmış, tornadan çıkma bir üretim idi. Bu topaç, etrafı kırmızı ve mavi boyalı, dairelerle boyanmış bir topaçtı. Uçunda eskiden ayakkabıların altına ayakkabının ökçesi ve tabanı eskimesin, aynı zamanda, yürüdükçe tok bir ses çıkartsın diye ayakkabıların atlarına çakılan metal kabralara benzeyen bir de çivisi vardı. Bu çivi üzerinde koskoca bir gövde dönerek dengede kalıyordu.

Bu metal çividen başlayarak, topacın etrafına dolandığımız ipi, bir hamlede çekerek topacın düz bir alanda hızla dönmesi sağlanıyordu. Topaç öyle bir dönüyordu ki; hiç dönüşü bitmeyecekmiş gibi dönüyor, ayrıca bu dönüşten dolayı da, topaç bir inilti çıkarıyordu. Hem dönüşü, hem de çıkardığı iniltili ses, biz çocukları büyülüyordu sanki. Dönen topacı, dönerken parmaklarımızın arasından avucumuza almayı da öğrendikten sonra, mutlaka avucumuzun içine alıp, orada da dönmesini keyifle izliyorduk. Sonra da dönen bu topaç, bütün çocukların elinde döne döne dolaştırılıyor, akabinde tekrar dönen topaç yere kendi haline bırakılıyordu. Bu öyle bir oyun ki, bizde bıraktığı tad; biraz duygu, biraz da düşünce derinliği idi. Topaç yoruluncaya kadar döndükten sonra, bizim çocukluğumuzdaki durum gibi bir yerde yığılır kalıyor, bu sefer kendi etrafında dönen bütün varlıkları, seyre dalan bir ruh haliyle önümüzde hareketsiz duruyordu.
Bizim oyuncaklarımızın içinde, aslında en büyük zevk aldığımız oyuncak topaç, oynadığımız oyunların içinde en çok hoşlandığımız oyun da topaç çevirmek olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü çocuklarla hep birlikte çömelip, dakikalarca dönen ve inilti çıkartan topaca bakmaktan kendimizden geçip, garip bir duygu içinde kaybolabiliyorduk. Belki de kendi kimliğimiz ve kişiliğimizle buluşabiliyorduk. Çünkü bu dönüşle birlikte ve bu dönen küçük oyuncakta koskoca kainatın döndüğünü ve azametini görebiliyorduk. Belki o yaşta böyle bir düşünce aklımıza gelmese bile, sanki bu duygu Kudret-i İlahi'den bize işleniyordu. Belki de bu sihirli topaç, o yaşlarda bize, kainat ve ötesi hakkında düşünce ve duygu derinliği kazandırıyordu.

Yazı ve Çizgi: Profösör

2 Ekim 2012 Salı

Twitlerimden Bir Demet


Bir kez tebessüm etsen gözlerin ışıldar. Nice katı yürekler sevgiyle yumuşar.

İnsan herşeye sahip olur da şükretmez. Her şeyini kaybettiğinde de fikretmez. Bu ruhsuzluk modern çağdadır. İnsan bunu akletmez. 

#bundansonra can sağlığı. Gerisi Allah Kerim. Ben Allah'a havale ettim; sabreder beklerim.

#bundansonra İstanbul var; Bir işim ve bir ofisim. Küçük bir evim var özgürlük içinde; Yeni bir düşüm var mutluluk bestesinde. 

#bundansonra gaflete düşmem. Beni uyandıran var. Ben yalnız değilim, Sevenim ve Sevilenim var.

#bundansonra ölüm var. Ondan sonra sorgu sual; Hesap kitap, mizan var. Cennet cehennem adaletin tecellisi var.

#bundansonra Kendini bilmek, haddini bildirmek var. Sütten ağız yandıysa, yoğurdu üfleyerek yemek var...

#bundansonra bilenmek var, bilinçlenmek var. Zaaflardan kurtulup, güçlenmek var.... 

Ezanlar okunuyor; Aziizallah.. Yanık yanık değdi yüreğime.. Bir pişmanlık var geçmişimde. Bir de umut var geleceğimde..

Açamaz bir cengaver; kılıcıyla kalkanıyla bir kapılı kaleyi.. Açar bir aşık, sözüyle, sazıyla kırk kapılı yüreği.

Bozkırlar uçsuz bucaksız. Buna nefes mi yeter. Bir ağıt yaksam, buna türkü mü yeter.

Bir garip doğar, bozkırlarda. Aşık olur sazıyla sözüyle. Yanar kavrulur, köz olur. Kül olur, toprak olur.

Doğruda tereddüt olamaz. Bizi yolumuzdan kimse alıkoyamaz. Tokuz boş laflara. Boş boş bakışlara.

Doğru tektir. Doğrunun en doğrusu olmaz. Ama iyinin de güzelin de en iyisi vardır.

Birisi beddua etti "İçine bir ateş düşsün. Yaksın kavursun seni" Buna karşılık; diğeri dua etti "Allah'ım yüreğim Senindir" dedi.

Bir böcek önümde yürüyor. O beni belki görüyor belki görmüyor. Ama inandığım bir şey var. O kudretten hissediyor.

Bir kedi, balıkları yedi. Sonra yalandı yutkundu, daha yok mu dedi.

Efsanelere inanmazlar ya. Ben bir efsane gibiyim.. Efsane içinde efsaneyim. Bu bir soylu uyanıştır. Bu pırıldayan yıldızlara uzanıştır.

İstanbul yedi tepe.. Yedi tepede yedi yatır. Bir cümle kullansam ki "İstanbulu Seviyorum" işte bu haktır.

Sevmek iki kelime.. Sevilmek ikibin iki kelime. Önemli olan sevmek değil, sevilip de sevmektir. Önce ölüp sonra dirilmektir.

Sultanlık keskin kılıç üzerinde yalınayak yürüyebilmektir. Yalınayak, yalınkılıç zalimlerin üzerine gidebilmektir.

Ömrümüz öyle böyle geçsede, şimdi şuurluyuz. Bu inançla, bu duruşla gururluyuz.

Bir ay doğarsa gökyüzünde hilal olsun. Bir ezan okunuyorsa minarede, müezzini Bilal olsun. 

Bir lokma ekmeğimiz, bir yudum suyumuz olsun. Bir de sarınıp bürüneceğimiz kırk yamalı hırkamız olsun.

Herşey kendi doğallığında güzeldir. Doğallığı zorlamak fıtrata aykırıdır. Sevgi de saygı da içten gelmelidir.

#karşıcinstearadığım3özellik her insanda aradığım özelliktir. Özüne ve sözüne sadık olmalıdır. 


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...